Galata Gazete


26 Ekim 2017 Perşembe

Para insanı fırıldak yapar!

Para insanı fırıldak yapar!

Naziler en güçlü olduğu zamanlarda Naziler ile ticaret yapan Yahudiler, Naziler yenilmeye başladığında Nazi avcılığını desteklemiştir... Güç nerede olursa olsun her ulustan, ırktan, dinden insanlar güçlü olan ile iş birliği yapar ve onlar adına en yakınını düşmanına teslim etmekten çekinmez... Güçlü yok olduğunda ise kendi ırkını, dilini, dinini, ulusunu anımsar ve onların gelişimi için karanlık zamanda elde ettiği servetimi bu sefer aksi yönde kullanır, kullanırken de o işten para kazanmaya ve yeni yatırımlar yapmaya devam eder...

Ahlak çöktü ama din hala ayakta… Dinin olduğu yerde ahlakın olmaması yaşadığımız zamanda yadırganacak bir durum değildir… Din kisvesi altında insanlığın en çirkin yüzü kendisini meşru görür ve en olmayacak şeyleri bile olağan karşılamamıza sebep olur… Din birçok şeyin üstünü örttüğü gibi bazı şeylerin de yaşamasına olanak sunar, çünkü yorgan altında kurulan hayaller din sayesinde yaşamın olağan akışında olağan hale gelir… Ağızlardan çıkan lağım kokuları ağız yıkanmadan din kisvesi altında rahatlıkla toplum içinde kendisine taraf bulabilir, çünkü din sizi düşünmeye ve araştırmaya yöneltmez, “biat edin” ve “sizin için düşünenlerin bilgilerini sorgulamayın” diye emir cümleleri içinde hayatı biçimlendirir.

Din aslında yaşanan değildir ama yaşanan din olur…

İnsan daha çağdaş, daha özür, daha iyi ve bir arada yaşamak için mücadele eder... Bunların dışında bir de daha çok para ve güç için de mücadele edenler vardır... Onlar sizi baskı altına alır ve sizi köleleştirir... Biat etmenizi ister, sorgusuz onun dileklerini yerine getirmenizi ister. İşte faşizm ve faşist kelimesi burada söz konusudur...

Ulus devletinde devletin birincil görevi; ulusal sermaye için ekonomik birikim için olanak sağlamak ve ulusal sermaye grupları arasında serbest rekabet koşullarını hazırlamaktır. Liberal ekonominin hakim olması ile birlikte ulus devletin devlet anlayışı çöpe atılmıştır. Uzun zamandır yaşayan fiili olanın ortaya çıkmasıdır aslında, çünkü devleti elinde bulunduranlar yandaş sermeye oluşması için her türlü olanağı kullanmıştır, o yüzden zaten serbest piyasa ekonomisi hiçbir zaman olmamıştır. Liberal ekonomi politika ise ulusal sermayenin ortadan kalması ve küresel sermayenin her şeye hakim olmasının yolunda ki engelleri kaldırmıştır. Ulus devlet bu durumda söz konusu işlevini yapamaz hale gelmiş ve şirketlerin çıkarını savunan ve şirketlerin önerdiği siyasilerin karar alma noktasında yer almasını sağlamıştır. O da devletin küçülmesi adı altında devleti ortadan kaldıran ve şirketin çıkarını koruyan yeni devlet yapısı oluşması adım atılmış olmasına rağmen bunun ile ilgili henüz küresel anlamda yasal düzenleme yapılamamıştır... Kısaca devlet çökmüş ama yerine yeni devlet henüz oluşmamıştır...

Etrafımızı saran eşyalar hareketlerimizi ve düşünce yapımızı belirliyor.

Dilenenler direnenlerden daha fazla kazanıyor dedi bir arkadaşım... Ben de son sözü direnenler söyler demekle yetindim... Dilencinin üzerinden çıkan serveti anlatan haber makalesini görmezden geldim...

"Çocuğumun ölümüne para hırsı sebep oldu" dendiği gün dünya değişir...

"Siz istediğiniz kadar sokağa çıkın, imza toplayın ama ben dediğimi yaparım, meclisten geçtikten sonra size geçmiş olsun" diye düşünmekte bazıları... Sokakların sesi sokakta kaldı ve gittikçe yasal düzen içinde sönmeye ve yok olmaya doğru eğilmekte. Sokakta kalan seslerin kaçını artık duyuyoruz...??? Sokakların sesi duvar yazıları renklendi, ne dünün izini taşıyor ne de yarının... Küreselleşen dünyamızın duvarlarının izi geldi ülkemize, popüler grupların isimleri Meksika duvarlarında olduğu gibi bizim ülkemizin duvarında da yer almakta, biraz renk ayrımı ve yapan sanatçıların el becerileri bire bir kopyalamıyorsa da bir birini çağrıştırıyor...

Para insanı fırıldak yapar!

Para hırsı yüzünden bu kadar zulüm ve savaşlar, para için iktidar koltuğuna yapışan diktatörler, parasını yalan ve dolan ile elde edenler gücünü kaybetmemek için sürekli yalan ve dolambaçlı, örgütlü işler yapar. Para için her şey; para hırsı yüzünden insanlar yer altında, üstünde, bulutların üstünde insan haklarına aykırı bir şekilde çalıştırılır. Para için en yakını satar insan, çünkü para ile güç elde edeceğini düşünür ve o güçle en yakından başlamak üzere önüne geleni ezmeye çalışır, liberal ekonomi bu düşüncenin küresel yayılmasına sebep olmaktan başka işlevi olmamıştır, kısaca liberal ekonomi küreselleştikçe dünya daha fazla kirlendi.

Çocuklar yaşasın, çocukluk hayalleri ile büyüsün!


İsmail Cem Özkan

24 Ekim 2017 Salı

Oyunun Oyunu

Oyunun Oyunu

Eğlenmek mi istiyorsunuz, üstelik hiçbir şekilde sistem sorgusu olmayan, yaşadığımız ana dair göndermeleri olmayan eğlenceli oyun. Oyun üç ana bölümden oluşmaktadır.

Tiyatro perdesi henüz açılmamıştır, son yıllarda bütün oyunlar perdesiz olarak sahnede oyuncular başlama gongunu beklerken görmeye alışmıştık, bu sefer kırmızı perde kapalı. Perdenin açılması oyunun başladığı anlamındadır, telefonlar kapanır, sessizlik hakim olur, ışıklar sahnede oyuncuların üzerindedir, seyircilerin gözü loş bir karanlığın içinden ışıkların aydınlattığı oyunculara yoğunlaşır… Ses tiyatronun sahnesinde ki tozu hafiften havalandır. Seyircilerin arasından bir ses sahnede ki oyunculara müdahil olur, yönetmendir. Yönetmenler provalarda sesini ulaştırır oyuncularına, normal oyun zamanında yönetmen çoğunlukla orada bile değildir, çünkü oyuncularına ve sahne amirine güvenir, neyin nasıl işleyeceği, küçük hataları oyuncuların yetenekleri sayesinde doğaçlama olarak oyun içinde oyuncu dayanışması ile seyirciye hissettirmeden oyun akışında akmasını sağlar…

Yönetmen, sahnedeki oyunculara son provanın son düzenlemelerini yaptırmaktadır, seyirci önüne çıkacaklardır. Oyun için önemli imgelerin sahnede sırası ile ve düzenli olarak vurgulanması önemlidir. Oyun ispanya’ya tatile gitmiş (aslında kaçmış, çünkü başları maliye ile derttedir, maliyenin vergi kaçakları üzerine gittiği bir süreçten etkilenmişler) bir iş adamının evinde geçmektedir. Her Çarşamba günü evine giden eden sorumlu hizmetçisi Bayan Clackett, evin boş olmasını ve Kraliyet taç takma törenini TV’den izlemek için evde kalmıştır. Sardunya Balığı kızartmış ve Sardunya eşliğinde TV’den töreni izleme planı içindedir. Ev sahipleri tatilde oldukları sürece evi kiraya vermek istemektedirler. Emlakçı evin boş olduğunu düşünerek eve maliyede çalışan bir kız arkadaşını getirmiş, onun ile bir kaçamak yapma düşüncesindedir.

Evde yapılan hesap çarşıya uymaz ata sözünde olduğu gibi planlar ve beklentiler yaşantı ile çelişecektir. Olaylar iç içe geçecek şekilde karışacak ve kaos ortamı komik olayların yaşanmasına sebep olacaktır. Son prova, teknik prova arasında gidip gelen karmaşa içinde oyuncuların zamanında sahneye çıkıp repliklerini söylemesi gereklidir, fakat zaman oyunda saat değildir, her hangi giriş ve çıkış zamanın belirlenmesine neden olmaktadır. Bir söz ya da kapı kapanması… salondan müdahil olan yönetmen olaylar içinde kriz ortamını kontrol ve yönetmesini bilendir. Oyuncuların neden diye sormasına karşılık sabır ile yanıt aramaktadır.

Oyun vergi borcunu vermemek için kısa bir soluk almak için ispanya’ya tatile giden ev sahibinin öyküsünü işlerken, oyunun sahneye konulması ve o sahne düzenlenmesini oyun için oyun olarak izleyici ile bulurken ilerleyen zaman içinde hangi oyun hangisi oyunun yönetimi hangisi üçüncü zaman diliminde bizim olduğu iç içe geçmektedir. Üç farklı zaman aynı düzlemde farklı şehirlerde gösterimlerde buluşmaktadır… aynı konunun sahne arkası ve sahnede ki gösterimi üç ayrı zamanın çakışmasını seyirciye yansıtılırken seyirci muhteşem performansı ve zamanın hızlı akışına şahitlik etmektedir. Oyuncular arasında yaşanan çelişkiler, ilişkiler, toplumun kısa yansıması eğlenceli bir şekilde sunulurken, sahneye hakim olan diyaloglar kadar sahne düzenlemesidir. Işık sahnenin düzenlenmesine büyük katkı sunarken oyuncuların her birinin nefes kesen yetenekleri de sahnede her şey doğalmış gibi seyirciye yansımaktadır…

Sahnenin arka yüzünde oyuncuların gerçek yaşamları ve sahnede ki rollerini canlandırırken arkada yaşadıklarının etkisini en alt düzeyde seyirciye sunmaları ve aksilikleri nasıl tolere ettiklerine şahitlik etmekteyiz. Oyun her şeyin üzerindedir, seyircinin karşısında olacaklardır, arkada yaşanan ne olursa olsun…

Eğlenmek için muhteşem bir oyunu izledim, eğlenirken oyuncuların her birinin başarısına şahitlik ederken onları görünür kılan, sahne düzenlemesi, ışık, kostüm, ses efektleri ile muhteşem bir şölen diyebilirim… günlük tartışmalardan, kaostan bir an için de olsa uzaklaşmak isteyenler bu oyuna gidebilir, hem eğlenirler hem de yaşadıkları ülkenin dışında başka sorunların içinde eğlenerek zamanlarını geçirebilirler…


Oyunun Oyunu
Oyuncular:
Ahmet Saraçoğlu
Aslıhan Kandemir
Aysen Sezerel
Berna Oğuzutku Demirer
Caner Çandarlı
Destan Batmaz
Ergün Üğlü
İlhan Kilimci
Yeliz Gerçek

Yazar: Michael Frayn
Çevirmen: Lale Eren Dalsar
Yönetmen: Ali Gökmen Altuğ
Dramaturg: Özge Ökten
Sahne Tasarım: Taciser Sevinç
Kostüm Tasarım: Nihal Kaplangı
Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan
Ses & Efekt Tasarım: Erhan Aşar


21 Ekim 2017 Cumartesi

Sessizliğin içinden…

Sessizliğin içinden…

Şehir sessizdi. Aslında sessiz şehir hiç olmaz, bize sessiz gelmesinin tek sebebi gürültünün biraz azalmasıdır… Sessizlikte şehirde yaşayan biri kafayı oynatmaması işten bile değildir...

Şehrin sessizliğini devletin varlığını hissettiren, ambulans, itfaiye ve polis araçlarının çıkarmış olduğu siren seslerdir. Devlet vardır, çünkü devleti sembolize eden ama çevreye gereğinden fazla ses bırakan araçlar...

Şehrin her yerinde olması gereken anıtlar bir kaç noktada bulunmaktadır, sessizce ona yüklenen anlamları üzerinde taşır... Heykel neden yapılırsa yapılsın sonuçta bir anlam taşır bir de üzerine yüklenen anlamlar. Kimse bilmez bile o heykelin oraya neden konduğunu, başlangıçta bilinir ve zaman içinde göz önünden çıkar gider, ta ki birileri adres sormaya başlayıncaya kadar. Ancak bir yer tarifinde kullanılır belki...

Şehir sessizdir...

Bir anıt etrafında devletin sesini duyabilirsiniz. Gaz, plastik mermi, üst rütbelilerin haykırışları, kaçanlar, kaçmadan durup slogan atanlar. Pasif direniş içinde olanlar...

Pasif direnişçinin devletin gücü karşısında her türlü eziyete sessiz kalıp boyun eğmesi. Her boyun eğmek aslında başka bir direniş ve başkaldırıdır. Sessizce yapılır pasif direniş… Pasif oldukları içinde devlet onların karşısında daha güçlüymüş gibi hisse kapılır ve devlet adında görev yerine getirenler kendilerini çok güçlü ve ezilmişliklerini sırıtarak kendisini gösterir. Emir kulunun hiç söz hakkı ve itiraz hakkı yoktur, çünkü onun görevi odur. Ezilmişlik, boyun eğme, isimsizliğini ancak karşısında güçsüz birini gördüğünde sessizce kendisini ortaya çıkarır ve yüzünde bir gülümseme kaplar. Mazoşist, sadist ve psikiyatride kategorize edilen tüm sıfatlar ve davranış biçimleri ortaya çıkar…

Eğer direnişçiler pasif olmasalar acaba derim içimden. İçinden geçen cümleler suç teşkil etmez...

Her gün bir anıtın etrafında kurulan karakol... Aslında orada bina yok ama devletin sesi, gözü, kulağı oradadır... Bir de bariyerler. Bir heykelin etrafı neden bariyerler ile çevrilir?

Taksim meydanı her sene bir Mayıs’ında bariyerler ile kuşatılır... Kuş uçsa suçtur... Hatta sadece heykel değil, heykele çıkan tüm yollar caddeler kapalıdır.

Ankara?

Ankara'nın bir Mayıs’ı sanki her gündür. Her gün uzun bir süredir bir heykelin etrafı bariyerler ile çevrilidir, sanki orada unutmuşlar gibi...

Heykelin etrafında kuş olur, kuşlara yem atan çocuklar, anı fotoğrafı çektirmek isteyen turistler... Sessizlik içinde onlar yoktur...

Devlet ve pasif direnenler...

Pasif direnenlerinin üzerine gaz sıkan polisin görüntüsü ... Öyle kendisinden geçmiş ki, sanırsın muhteşem bir iş yapıyor. Pasif direnenlerin üzerine gaz sıkarken etrafında polis çemberi var... Yerde bir kaç pasif direnişçi... Yerde kendilerini koruyorlar, birazdan gözaltına alınacaklar...

Her gören biliyor... Her gözün gördüğünü emir verenler de görüyor...

Şehrin sessizliğini gazın açtığı acı dağıtıyor... Şehir sessizliğe birazdan bürünecek yeniden...

Aç karınların guruldamasını kimse duymayacak...

Sessizce adalet bekleyenler, sessizce pasif direnenler, sessizlik içinde devletin çıkardığı sesten ürkmekteler, sessizlik sabah işe gidenlerin ayak sesi ile dağılacaktır...


İsmail Cem Özkan

9 Ekim 2017 Pazartesi

Üryan geldik…

Üryan geldik…

Çırılçıplak, halk deyimi ile üryan!

İşçiler, nerede çalışırsa çalışsın gurbetteler, çalıştıkları yer gurbettir...

Ekmek parasını sırtında çimento taşıyarak kazananlar...

Alın terini ekmeğine somun yapanlar...

Başka bir kültürün ve çevrenin içindeler… Vize olmadan seyahat edilen yerdeler, farklılar, ötekiler...

İşçiler; dilleri Kürtçe, patronları Türkçe konuşur, çevre Türkçe konuşur, turistler kendi dilini...

Turizm merkezinde çalışan işçiler, sırf Kürtçe şarkı söyledikleri için, Kürtçe birbirine hitap ettikleri için üryan aranmayı hak edilmiş gibi üryan halde sokakta, asfaltın üzerinde ters kelepçe içinde...

Neden? Çünkü orada bir ihbar alınmış, ihbar alınmışsa ilk bakılacak yer işçilerin arası, inşaatlar...

Ters kelepçe ile yerde yatan insan!

İnsanlık...

Her şey üryan, her şey ortada...

Nefret söylemi, öfke, linç...

Tesadüfen çekildiği iddia edilen görüntüler...

Tesadüfen denilen şey iyi ayarlanmış görüntü. Yoldan geçenler çekmiş derler ama bizim kültürümüzde var; ilan etmek, sergilemek.

Deve sırtında derisi yüzülmüş insanlar teşhir edilirdi, üstelik şairler, hiciv söyledi diye hiciv muhatabı tarafından idam edilen, işkence yapılan şairler bu ülkenin toprağında sesi durur...

Çırılçıplak yerde yatar, elleri arkasından kelepçeli...

Suçlu ilan edilmiş, teşhir edilir...

Sırf öteki olduğu için, alın terini somun ekmeğine katık yapanlar...

Kınayacaklar mı, sanmam, yapanlar sorgulanacak mı, sanmam! Aksine ödül verilecek, bizde suçlar her daim ödüllendirilir, suçlular “kader kurbanı” diye ödüllendirilir...

Suçlu, yaşadığı sürece suçlu değildir, ölen, ters kelepçeye maruz kalan ise her daim suçlu ilan edilir, yargılanır...

Yargısız infaz sonucu ters kelepçeli olarak kayıp olur, sonra bulunur, kayıp olur ve üryan olarak sergilenir medya sayfalarında...

Cumartesi Anneleri’nin ellerinde birer poster!

Bizde özgürlükler bile izafidir. Kime göre özgürlük?

İşte, bizde seyahat, çalışma özgürlüğü!

İşte bizde peşin hüküm verme özgürlüğü!

Ülkemiz özgürlükler ülkesi her şey özgür ama öteki olmayacaksın, emeğini savunmayacaksın, doğayı yağmalayana göz yumacaksın, sesini çıkarmayacaksın… Sessiz kalıp izleyici olmak özgürlük kavramı içindedir...

Ayrıcalıklı doğumlar olduğu sürece birileri kendisini efendi ve şanslı görür. Ve bu şansını ters kelepçe takarak gösterir, özgürdür ve özgür iradesi ile özgürce yapmıştır. Çünkü yasalar ayrıcalıklı doğanları korur, çoğunluk kimse onun tarafına pozitif ayrımcılık yapar.

Söyledikleri yalanları sokağa çıkıp haykırdım, dediler anarşist, terörist! Tek bağırdığım şey onların yalanlarıydı, doğruyu söyleyin çocukları öldürmeyin, ters kelepçe takmayın dedim! Doğruyu söylemeyeceksin, görmeyeceksin özgürlüğü var dediler. Sessizlik de bir direniştir dediler… Sessiz kal!

Her şey bittikten sonra “bile bile yanılttık” dediler... Tarih, yaşadığı zamanda bile bile yalan söyleyenlerin destanını sergiler…

Şiddete ait ne varsa durduralım! O zaman bakın ayrıcalıklı doğanlar ayrımcılık yapacaklar mı?

Yorgan altında kurulan hayaller bugünlerde sokaklarda hayat bulmuş... Taciz, tecavüz günlük sokak yaşamın parçası olmuş... Bazıları ayrıcalıklı doğmuş, kendisine ne uygun geliyorsa yapma özgürlüğü içinde.

İsmail Cem Özkan