Galata Gazete


27 Ağustos 2017 Pazar

Faşizmin kendi ile imtihanı…

Faşizmin kendi ile imtihanı…

Ülkemizde faşizm Avrupa’da gelişen faşist hareketlerin ülkemizde sempati toplaması ile başlamıştır. Öncelikle faşist İtalyan yasaları ile ülkemize sızmış, faşist Almanya’nın tüm kurumları ile ülkemize konumlanması ile olmuştur. Faşizm ülkemize kurumları ve sempatisi ile gelirken ulus devletin yaratmış olduğu olanaklar içinde halkı da biçimlendirmiştir. O kadar ileri gidilmiş ki kervan geçmez kuş uçmaz diyarlarda bile Hitler bıyığı burun ile dudak arasında kendisine yer bulurken, imparatorluktan çıkmış ülkenin ahalisi sadece ideolojiyi sembolik düzeyde içselleştirmiştir, çünkü onlar için düşman gayr-ı Müslimlerdir ve gayrıların en önemlisi zaten ülke topraklarının ötesine atılmış, geride kalan çocuklar henüz dağlardan kimsesizler yurdunda toplanmıştır.

Faşizm, ülkemizde görsel olarak yayılırken karanlık gecelerin hakimi olan devlet karartma gecelerinde ekmeği bile karne dağıtırken yandaşını bal ile besler olmuştur. Faşist hareket yağmacılık ile ülke içinde kök salmaya çalışırken zaten var olan alışkanlıklara yeni elbise giydirmekten öte anlamı olmamıştır. Ülkenin kurucuları Nazilik konusunda bir biri ile yarışırken bir bölümü sağduyularının gereği bağımsız gözükmeye ya da ete sütlüye bulaşmadan arka planda kalmaya özen göstermiştir. İttihat ve Terakki Partisi’nin devamı olan kadrolar yenilgiden sonra eski rüyaların canlanmasından başka şey ifade etmemektedir. O dönemde başbakan olan, bakanlar kurulunu oluşturanlar Alman faşizmi ile açıktan cilveleşmekten öte onların istemleri yönünde düzenlemeler yapmaktan da öte durmamışlardır…  Her faşist rejim kendi düşmanını yaratır ve kontrollü olarak ona baskı uygulaması kaçınılmazdır. Azınlıklar ve gayr-i Müslimler tehdit olmaktan çıktığı için yeni düşmanın Kürtler olması kaçınılmazdı. O dönemde “çıbanbaşı” olarak görülenlerin “irinlerinin boşaltılması” ve “yaranın tedavisi” edilmesi resmi söylemler içinde yerini bulmuştur.

Resmi faşizm ilham aldığı kaynağının yenilgisi ile ülkede ki gücü de ortadan kalkmış ve pusuda bekleyenlerin sıra kendilerine geldiğini görerek devlet mekanizması içinde yeniden güç kazanmaları ile sonuçlanmıştır. Kurumsallaşamamış faşizm gücünü aldığı devlet mekanizmasından uzaklaşmış olarak görünse de yasalları ve adalet kavramı içinde varlığını korumuştur. Yeni cumhuriyete numara verenlerin verdiği numaralar dışında iç içe geçmiş olan cumhuriyet uygulamaları güce göre değişime uğrayacaktır. Çok partili sürecin başlaması ve Birleşmiş Milletlere üye olduktan sonra uluslararası yasaların ülkemiz içinde geçerli kılınması ile birlikte başka bir tarih çizgisi üzerine oturmuş olduğumuz gerçekliği ile karşılaşmaktayız.

Osmanlı döneminden kalan henüz yüzleşilmemiş sorunlar ile yeni sorunların harmanlandığı süreci yaşamaktayız. Küresel dünyanın bir parçası küresel yasaların da hakim kılınmasının henüz başında olan ülkemizde siyasi yaşam ikili parti olarak yoluna devam ederken güncü kaybetmiş faşizm ideolojisi de kendisine gerçek anlamda taban bulmaya da başlamıştır.

Demokrat partisi demokrasi için yola çıkmış ama faşizm ideolojinin kurumsallaşmış alanının yeniden filiz bulmasına da olanak sunmuştur. Alman faşizmi yenilmiş ama faşizm ile gerçek anlamda yüzleşilmediği için bizim gibi ülkelerde kök salması için ortam yakalamıştır. Faşizm kendi toprağı dışında kök sallarken yenidünya düzeni içinde faşizm efendisini değiştirmiş ve hizmet etmeye devam etmektedir. Faşizm kendisinin suçlarının üzerini örtenlere her türlü hizmet vermeye başlamıştır. CIA bu dönemin ürünü olarak uluslararası siyasi arenada yerini alırken NATO içinde kurumsallaşmıştır. Demokrasi için yola çıkanlar ülkemizin bağımsızlığını NATO içinde olacağı varsayımı ile NATO üyeliğine girmiş ve bu sayede kurumsallaşmış faşist hareketin ülkemizde ki ayağını oluşturacak Gladio örgütlenmesi için ortam yaratılmıştır. NATO eli ile ülkemizde faşizm yer altı örgütlenmesi olarak kendisini devlet denetimi dışında ama devletin olanakları içinde alan bulmuştur.

NATO içinde örgütlenenler Amerikan’ın çıkarına uygun politikalar geliştirmiş ve Amerikan başkanlarının doktrinlerine uygun NATO ülkelerini düzenlemek adına siyasi adımlar atmıştır. Ülkemize düşen ise 27 Mayıs darbesidir. Amerikan çıkarına uygun yapılan bu darbede NATO içinde yetiştirilmiş subayların rolü saklanamayacak kadar ortadadır. Gladio adı ülkemize uygun şekilde değiştirilmiş ve halk arasında “Kontrgerilla” olarak adlandırılacaktır. 27 Mayıs sonrası gelişen her toplumsal olay içinde bu teşkilatın adı geçecektir, onun fotoğrafı çekilemeyecek ama varlığından herkesin haberi olacaktır. İlk fotoğrafını çekmeye çalışan Abdi İpekçi elinden dosyası alınarak öldürülmüş, onun cinayet dosyası görünmeyen eller tarafından yönlendirilerek üstü sürekli ihtiyaca göre örtülmüş ya da kısmen açılmıştır. Siyasi cinayetler Gladio’nun üzerine serilen örtüyü aralamaya çalışanlar üzerine yoğunlaşmıştır. Kitlesel cinayetler günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası oturması Gladio’nun içinden devşirdiği elemanları ile öne çıkan siyasi partiler adı etrafında oluşmaya başlaması tesadüfi değildir.

27 Mayıs darbesinin sesi Gladio’nun cinayetlerinin sesi olması tesadüfen ortaya çıkmamıştır.  Faşizm kurumsal ilişkisini 12 Eylül öncesinde MHP içinde gerçekleştirdiği 12 Eylül sonrası açılan MHP davası ile ortaya çıkmış ve o davanın sonucunda geçmişten ders alanlar sonrası yapılan örgütlenmeler ile kendisini ortaya koymuştur. Yazıcıoğlu MHP’den ilk önemli kopuşu temsil eder, o kadar kontrollü örgütlenme yapmış olsa da Dink cinayeti sonrası “bizim içimizde bizi yanlış yönlendirenler var” diyerek partisinin adının bir cinayete karışmasını eleştirmiş ve kısa süre sonra da bir “kaza” sonrasına hayatını kaybedecektir.

MHP sokak siyasetinden tamamı ile uzaklaşmış sokakta taraf olmayacağını ilan etmiştir. 90’lı yıllarda sokakların yeniden kan gölüne dönderilmesi süreci içinde “Susurluk Kazası” sonrası gelişmelerden kendilerini uzak tutmayı başarmıştır. Geçmişin tortuları su yüzüne çıkmış ama kurumsal alandan uzaktadır. Devşirilenler çıkarsal ilişkiler içinde verilen görevi yapmış ama gerçek anlamda olaylar ve ilişkiler ortaya çıkarılamamıştır.

Gladio ihtiyaca uygun kurumlar yaratmış ve sokakta kullanmaktan çekinmemiştir. Çatışmanın en yoğun olduğu yerlerde Gladio kendisine uygun örgütlenmeler kurmuş ve zaafı olan insanları kullanmayı bilmiştir.

MHP ders almıştır ama içinden sürekli günlük siyasete uygun olarak kopmalar olmuştur. Siyaset ihtiyaca veren teşkilatlara yaşama şansı verir, diğerlerini etkisiz hale getirir. Türk siyasetinin ayrılmaz ögesi olarak MHP 12 Eylül sonrası kendisine verilen toplum tepkisini en alt düzeye çekme görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir. Ilımlı İslam ve Ortadoğu ülkesi hedefine MHP’siz ulaşma şanı yoktur. Hem İslam hem de Türk ırkçılığının kaynaşması MHP bayrağı altında kurumsallaşmış olması bu siyasi partiyi her dönemde siyasi arenanın olmazsa olmazı olarak öne çıkarmaktadır.

MHP yeniden parçalama sürecindedir. Bu süreç AKP’nin artık krizi yönetemediği sürece denk gelmiş olması tesadüfen değildir. Ortada bir boşluk olmuştur ve var olan MHP yönetimi bu boşluğu dolduramamıştır. AKP siyasi ve ekonomik krizi yönetemez konuma gelmiş, Suriye ve diğer ülkelere yönelik emperyalist (ümmetçi  yayılması) politikası iflas etmiştir. Bu politikası Amerikan ve Rus emperyal devletlerin çıkarı ile çatışır hale gelmiştir.

Erdoğan’a verilen BOP eşbaşkanlığı görev süresi dolmuştur. Fakat onun yerine getirilecek başka bir lider henüz ortaya çıkmamıştır. MHP’den ayrılanların yeni bir umut olma şansları yoktur, sadece AKP’nin yan değneği konumunda olan bir siyasi dayanağın çökmesi anlamındadır. AKP kendisine destek olarak gördüğü etnik siyasi parti ve yan örgütleri ile arasında oluşan diyalog masasını devirmiş ve arasına kalın bir çizgi çekmiştir.  AKP yalnızlaştırılmaktadır…

AKP tek başına krizi yönetmez hale getirmiş ve AKP’nin kurdu AKP içinden çıkacaktır. Çünkü kurt kurdun açığını bilir ve ona göre önlem alır…

Gladio ihtiyaca cevap veren askeri bir örgütlenmedir. Elbette kurucusuna hala sadıktır. Canlı bombalar ülke kriz içinde olduğu süreç içinde AKP’nin çıkarına uygun zamanlarda kendisini ortaya koymuştur. Her kriz geçici çözümler ile ortadan kalkmış ama daha ağırı ile geri dönmüştür. Yeni bir dönem başlamıştır, bu yeni dönemin siyasi arenada yeni düzenlemeler için ortam hazırlanmaktadır. Bu ortamın belirsizliği olasılıkların fazlalığını ortaya çıkarmaktadır… Kim kime hangi proje ile ortaya çıkacağını kısa zamanda göreceğiz, çünkü para olmadan siyasette adım atılamaz ve şu anda ki siyasi yapıların ne ekonomik, ne istihbarat, ne de lojistik olarak cevap verecek örgütsel yapıları mevcut değildir…  Küresel siyasette sürekli gerilim üretenler ulus devletinin yaratmış olduğu tüm engelleri ortadan kaldırmak ile kalmıyor, yeni ulus devleti görünümlü sınırların da oluşumuna olanak sunuluyor… Küresel politikalara piyonların rol verme şansı yoktur, verilen görevi yerine getirmek ile yükümlüdürler. Hangi piyonun ne zaman oyun dışına itekleneceğini emperyalist güçler şimdilik karar verecek konumdadır…

Faşizm bu belirsizliğin olduğu ortamda kurumsal ilişkileri ile kendisi ile imtihanı içindedir… Ulus devletinin yok olduğu koşullar içinde faşizm sermayenin çıkarını savunmak dışında başka bir görevi mi var?

İsmail Cem Özkan


22 Ağustos 2017 Salı

Yerel yönetimler!

Yerel yönetimler!

Yerel yönetimler hakkında bugüne kadar çok değişik görüşler ortaya sürülmüş ve birçoğu da denenmiştir. Yaşadığımız çağın ruhu içinde yerel yönetimlerin birincil görevi gelmekte olan tehlikelere karşı o yörede yaşayanları korumak ve önceden beklenen göre önlem almaktır. Yaşanan her felaketten ders çıkarıp bir daha benzeri yaşanmaması için felaketin olduğu alan ve benzeri yerler için önlem bilim insanların desteği ile ortaya konup uygulanmasıdır.

Dünyanın en iyi yaşanan şehirleri araştırılırken uygulanan kriterler yerel yönetimlerin aslında nasıl olması gerektiğine sunulmuş cevaplardan biridir. Fakat bizim sol açıdan baktığımızda solun yerel yönetimler konusunda zengin bir tecrübesi olmasına rağmen ama ‘o tecrübe hiç yaşanmamış gibi davranılarak’ muhafazakar sağ politikacıların ve yerel yöneticilerin uyguladığı yöntemlerden pek farklı iş yapmadıklarına şahitlik etmekteyiz.

Ülkemiz açısından yerel yönetimlere baktığımızda elimizde tutabileceğimiz birkaç örnek mevcuttur, Ankara’da Karayalçın’ın Sovyet yerel yönetimlerinden örnek aldığı ve kötü kopyası şehirleşme örneği ki başarılı olamamıştır. İzmir Gültepe’deki kendi inisiyatifi ile zamanın koşullarına göre doğru tavır geliştiren Aydın Erten, Fatsa Belediye Başkanı Fikri Sönmez var olan çizgilerin dışında yer alan politikalar geliştirmeye çalışmıştır. Bugün Ovacık belediye Başkanı öne çıkmasına rağmen gerçek anlamda belediyecilik hizmeti sunduğunu söylemek abartılı olsa gerek. Elbette her örnek bizim birikimizdir ve her birikimden ders çıkarılması gereklidir.

Yerel yönetimler konusunda ülkemizde tek çizgi hakimdir, yönetimde yer alan partilerin tercihleri o yerel yönetimlerden daha fazla kimlerin yararlanacağı konusunda küçük ayrımlar söz konusudur, onun dışında tüm partiler sağ sol ayrımı yapmadan bir birinin kötü kopyasıdır. Rant yaratmak, projeler ile sorunların üstünü kapatmak ya da ertelemek dışında geliştirmiş oldukları uzun vadeli bir politikaları yoktur. Belediyeler kaldırım söküp takmaktan, seçim öncesi yapılmayan yolların yapılması ve var olanların üzerine cila sürülmesi dışında gerçek anlamda bir hizmet yapamadıkları gözlemlenmektedir. Belediyeler yerel kültüre katkı amaçlı ortaya çıkarmış olduğu politikalar yandaş yazarların desteklenmesi ve kurumların sunmuş olduğu projeler katkı sunmaktan öte bir işlevleri olmamıştır.  

Yerel yönetimlerden ülke yönetimine sıçrayan bir parti gerçekliği ile karşı karşıyayız. AKP yerelden elde etmiş oldukları tecrübelerini genele uygulamak için eline geçen her türlü olanağı kullanmaktan çekinmemiştir. AKP’yi iktidara taşıyan; ortaya koymuş oldukları hedefleri ve o hedefler yönünde taviz vermeyen duruşlarıdır. Hatta kendi hedeflerine liberal aydınları gerektiğinde faşist hareketleri, gerektiğinde etnik kimliği ve gerektiğinde karşı gibi gözüken siyasi oluşumları da “özgürlk” kavramı içinde kullanmaktan çekinmemiştir.

AKP dinsel ibadet özgürlüğü söylemi içinde aslında kendi inanç ve yaşam tarzını toplumun geneline dayatmış ve kabul ettirmiştir. AKP dini ibadet özgürlüğünü savunmamış, aksine sadece kendi düşüncesine yakın insanların ibadet özgülüğünü “başörtüsüne özgürlük” adı altında savunmuş ve amacına ulaşmıştır. İbadet özgürlüğü içinde Alevilerin ibadet özgürlüğü de yer almasına rağmen AİHM kararları olmasına rağmen bugüne kadar ret etmiş ya da görmezden gelmiştir.

AKP ılımlı İslam profiline uygun olarak 12 Eylül sonrası ülkemize verilen yükümlülüğü olduğu gibi kabul etmiş ve o amaç ve hedefler yönünde politikalara açık olduğunu ve gerçekleştireceğini beyan etmekle kalmamış, uygulamıştır. AKP, liberal ekonominin açılımı olan özelleştirmeyi katı bir şekilde ANAP’dan aldığı bayrağı ileriye taşımıştır. AKP bir anlamda ANAP’ın ve dolayısı ile 12 Eylül siyasetin var olan uzantısı olmayı hiçbir koşulda ret etmemiştir.

AKP yerel yönetimlerde rant politikasını içselleştirmiş ve TOKİ eli ile şehirler şantiye alanına dönderilmiş, gecekondu mahalleri varoşlar haline döndükten sonra oraları kendi siyasi hedefleri yönünde dönüşüm için cami ve imam hatiplerin çoğalması için yatırıma açık hale getirmiştir. Elbette bu yeni rant alanları şehirleşme kuralları dahilinde değil, yerelde çıkarlar gözetilerek dar sokakların hakim olduğu balkonların birbirine baktığı sokak baskısının hakim olacağı bir yapılanmaya doğru adım atmış ama bu yaşanan deprem gerçeği ila başka boyuta sıçramıştır. AKP buradan aldığı ders var olanın yıkılıp depreme dayanıklı binaların inşaatı. İnşaat ülkenin ilerlemesinin motoru haline getirilmiş, sanayileşmek ve endüstri ihracatın bir ilgi alanı olmasını ortaya çıkarmıştır. Ucuz elde edilen teknoloji hayatı kolaylaştırırken, yaşam kalitesinin göreceli artırırken ülkemiz inşaat alanına dönderildi. Dünyadan gelen enerjinin liberalleşmesi için enerji borsası kurulması amaçlı enerji üreten ve dağıtan firmaların oluşması için firmalar teşvik edilmiş, her görülen dere birer HES, rüzgar alan her tepe bir RES alanı olması sağlanmıştır… Henüz ülkemizde enerji borsası kurulmamış olmasına rağmen enerji dağıtım alanları yabancı firmaların firma ortaklığı ile denetimi içine girmiş bile…

AKP ülkenin tüm alt yapısını liberal ekonomiye dayalı olarak çok ortaklı firmaların denetimine bırakırken devletin merkezi denetimini bile ortadan kaldıran olaylara imza atmaya devam etmektedir. Felaketler sonrası yaşanan denetimsiz durumu kader ve fıtrat kelimeler ile açıklamaya çalışmış, açılan davaları zamana yayarak acıların üzerine kapanması için firmalara olanak sunulmuştur. AKP parası olanın yaşam kalitesini daha fazla artırırken, yaratmış olduğu rant çevresinden kendi seçmenini de kollamış ve korumuştur.

AKP yerel tecrübesini ülke yönetimine aktarırken hedeflerinden taviz vermemiş aksine hedeflerini çeşitlendirmiştir…

AKP’ye muhalif olanların AKP politikasına benzer rant işlerine adım attıklarına şahitlik etmekteyiz… Rant yerel yönetimlerin vazgeçilmez alanı olurken yerel yönetimlerin uzun vadeli politikaları seçim dönemlerine uygun olarak görüntüye ve göze hitap eden şekilde olmuştur. AKP kendisini taklit edenlerin ve farklı politika üretmeyenlerin olduğu ortamda girmiş olduğu seçimlerden başarılı ile çıkmış ve aratılmış olan pazardan şirketlerin daha fazla pay almasını ve yeni geçici istihdamlar ile seçmenini kendisine bağlamıştır. AKP döneminde geçici olan her uygumla revaçta olması tesadüfi değildir, “denedik olmadı” söylemi daha iyi ancak biz yaparız söyleminin bilinç altına işlenmesinden başka şey değildir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi yerel üreticiye vermiş olduğu destek görünür olmamış ama seçim sandığında var olan belediye başkanın seçimi için yeterli olmuştur. Şehir içinde göze hitap eden uygulamalar mütevazi diyebileceğim uygulamalar ile yerel yönetim konusunda gözlem yapanın gözüne dokunurken belediye bir çok uygulaması ile halkında tepkisini çekmeye devam etmektedir. Özellikle ulaşım konusunda yaşanan olumsuzluklar yerelde yaşanan sorunların görünür olmasını ortaya çıkarmıştır. Yerel yönetimler her ne kadar olması mümkün felaketleri önlemek amacı olmasa da aksine felaketlere yol açacak uygulamalar rant yüzünden göz yumulmaktadır… Henüz alt yapı sorunu çözememiş belediyeler sök tak kaldırım hizmeti ile belediye hizmeti yaptıklarını rahatlıkla söylemeye devam ederken yaşanabilir şehir kategorisine duygusal yaklaşımlar dışında henüz ulaşıldığını söylemek çok zor…

Peki, çözümsüz mü?

Elbette çözümü ortadadır, bilinmektedir. Moskova yoktan var edilirken uygulanan strateji ortadayken, Berlin, Viyana… şu anda yaşanabilir şehirler kategorisinde yer alan şehirlerin hemen hepsi alt yapı sorununu, kanalizasyon, yol gibi alt yapıların planları üst yapıya uygun şekilde çözülmüştür, oralarda sök tak kaldırım ve her alttan geçen kablo için asfaltların söküldüğü bir şehir ile karşılaşmazsınız…

Her sokağa ambulans girebilir. Her caddeden itfaiye araçları trafiğe takılmaz, her hangi bir doğa ya da insandan kaynaklanan felaketler karşısında şehir yönetimi ne yapacağı önceden bilinmektedir. Deprem anında toplanma alanları şehirlerin nefes alma alanı olurken bizlerde o alanlar büyük AVM’lerin alanı haline dönüştürülmüştür…

Bizim şehirlerimiz rant alanı olurken yaşam alanı olmaktan uzaklaştırılmıştır…


İsmail Cem Özkan

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Her yalanın bir inananı vardır.

Her yalanın bir inananı vardır.

Yahudiler olmasaydı Naziler iktidar olabilir miydi? Yahudi düşmanlığı ile iktidara gelen Naziler sözünü zamana yayarak tuttu ve sonunda toplama kampı kurdu. Sonra oralar toplu infazların yeri oldu.

Soykırıma uğrayan halk her dönemde mağdur olarak nefret söylemin merkezinde oldu... Hatta tarihin dehlizlerinde yaşanan reform hareketleri bile bu düşmanlığı merkezine alarak yapmıştır. Düşmanlık köklüdür, çünkü her iktidar bir düşmana ihtiyaç duymuştur ve kendisi gibi inanmayan, düşünmeyen ve yaşamayan halkları hedef tahtasına oturtmuştur. Bugün dahi birçok kişi bilerek bu nefret söylemine devam ediyor.

Neden Nazilerin suçunu Alman halkına yüklenmediğini sorgulamıyor, çünkü o sorguyu yapacak ortam Nürnberg mahkemeleri ile üstü kapanmış ve Nazi liderleri mahkum edilmiştir. Çıkarlar bugün geçmişin karanlık yüzü ile yüzleşmeye uygun değildir, uygun olmadığı için Alman toplumu içinde Naziler yeniden yeni düşmanları bahane ederek güçlenmektedir. ...

1933’de Naziler halkın seçimi ile iktidara geldiler, halkın desteği ile iktidarlarını korudular, savaş ile karşı gelenleri yok ettiler...

Savaş olmasaydı Naziler iktidarda kalabilir miydi? Çünkü yaratılan yalan balonu sönecekti... Yalanı sönenler yalanı yaşatmak için her türlü çılgınlığı yapabilir... Diktatörler halka yalan söyler ve söylenen yalanı gerçek göstermek için yalanın hedefinde olanlar yok edilir ya da sürekli sistemli baskı altında tutulurlar...

Hayatta kalma mücadelesi gelecek kaygısını buharlaştırıyor.

Virginia Woolf, Walter Benjamin, Stefan Zweig ve karısı Lotte ile birlikte boşuna intihar etmemiştir. Onların intiharı aslında var olan zamanının ruhunun ifadesinden başka şey değildir. Her biri kendi alanında çok önemli çalışmalar yapan bilim insanları, sanatçılar ve adını dahi duymadığımız birçok insan bireysel kararları ile hayat denen çizgilerini kendileri kırmıştır. Hayatta kalma mücadelesi umut ile olur…

İnsan çaresiz olduğunda sürekli kendini avutarak yaşar.

Gündeme bakıyorum sanki Titanik Gemisi ile okyanusa doğru açılıyoruz... Eğlence bol, neşe, aşklar ülkesi...

Bir insanın geleceğini belirleyen şey doğduğu coğrafyadır. Coğrafya karakterini belirtir, bazı insanların gelecek korkusu olur bazılarının ise yaşam kaygısı, çünkü ölüm bazı coğrafyaların kaderidir, her bir yerden ya kurşun ya bir bomba düşer...

Her zaman haklı ve doğru olduğunu düşünen biri yalnız kaldığında çevresine öfke ile bakar... Öfkesini hafifletmek için çevresinde yer alan her bireyi aptal ve kendisini izlemediği için gereksiz olarak görür...

"En önemli kriteri bağlılık ve sadakat." olan J. Edgar Hoover göreve gelir gelmez cadı avı başlattı, bir süre dokunulmaz ve en büyük olarak anıldı, birçok Amerikan başkanı değişti o değişmedi.“bilgi güçtür” dedi ve topladığı tüm bilgileri kendi çıkarı için kullanmaktan çekinmedi, bu sayede emekli olana kadar görevinde kalmayı başardı. Onun hakim olduğu zamanda suçlu suçsuz bir çok insan toplum dışına itekledi ve toplum dışına iteklenmekten korkan ve işini kaybetmemek isteyenler işbirliğine zorlandı... O da artık yok. Yenildi... Yok oldu. Haklarında bilgi toplananlar, toplum dışına iteklenenler bugün anılırken onun ile işbirliği yapanlar alınlarına sürülen itirafçı, işbirlikçi, ispiyoncu… gibi kara lekelerinden bir türlü kurtulamadılar... J. Edgar Hoover yok oldu... Korku cumhuriyeti de yok oldu... O görevinden ayrılır ayrılmaz Amerikan parlamentosu bir daha J. Edgar Hoover gibi biri olmaması için bürokratların görevde kalmaz zamanını belirledi. Amerika bu cadı avından ders almıştı ve aldığı dersini kanunlar ile güvence altına aldı. Azınlıklar ve öteki gibi kabul edilenlerin yaşama hakları orada güvence altına alınmıştır. Peki ülkemiz açısından bakarsak, çünkü ülkemizde de bir çok olumsuz olay yaşadık ama yaşadığımız olumsuzluklardan ders çıkarma yerine unutmayı seçtik... Geçmişi anımsatanlar ve gerçekleri katıksız ortaya koyanları ötekileştirdik, yok saydık, olmadı hapishane duvarları arasında yaşamaya zorladık…

Şirketlerin hakim olduğu yerde adalet olmaz, özgürlük; sadece patronların emek sömürme ve artı değeri kasalarında biriktirme özgürlüğüdür...

Her yalanın bir inananı vardır.

Her diktatörün bir yalanı ya da yalanları vardır, o güçlü olduğu sürece ona inanan ya da inanıyormuş gibi yapanlar var olur, çünkü çıkarlar buna izin verir. Eğer diktatörler çıkarını savunduğu kesime yeni rant alanları yaratamazsa kısa sürede tarihin karanlık deliğinden aşağıya bırakılır, çünkü çıkarlar yeni alternatif lideri kısa sürede ortaya çıkaracaktır…


İsmail Cem Özkan 

9 Ağustos 2017 Çarşamba

Yaşadığımız çağın ruhu!

Yaşadığımız çağın ruhu!

Yaşadığımız çağın ruhu diğer zamanların ruhundan çok farklı bir yere oturuyor, çünkü saklanacak bir yerimiz kalmadı ve küresel gelişen olayların birer figüranı olarak bizim haberimiz olmadan bize yüklenen rolü oynamamız istenmekte ve ona zorlanmaktayız. Kaçacak yerimiz yok, her birimiz birer mülteci olduk ama kimse mülteci olduğunu bile kendisine itiraf edemiyor…

Sadece mültecilik omuzumuza yüklenmedi, savaşın birer taraftarı olduk, kim için ve ne için savaştığını bilmeyen toplumların bireyleriyiz, her birimiz bir cephenin içinde nefer olarak almaya zorlandık. Bizim savaşımız olmadığını hepimiz biliyoruz ama karşılıklı kurşun sıkmayı da ihmal etmiyoruz, eğer sıkmaz isek öldürüleceğimizi biliyoruz. Cephenin bir yanında bilimden uzak hurafeler ile yetişmiş katiller sürüsünün elinde bıçak ile boğaz kesmeyi oyun haline getirmiş, binlerce yıllık insanlık birikimini gözünü kırmadan yok edecek kadar cahil bir kesimin varlığını her birimiz ekranlar aracılığı ile beynimize işleniyor…

Yaşadığımız zaman diliminde katil olmayan ve kurban olmayan var mı? Zamanın ruhu katil ol diyor ve teknoloji ile insanlar görmediği insanları ölüme götüren yolu açıyor...

'Metin2 oynayan çocuk, hesabı çalınınca intihar etti' haberleri medyaya düşüyor… Çocukları ben elinizden çalıyorlar derken bakın çocuk bir oyun yüzünden bile intihar edecek kadar aptallaştırılıyor... Burada katil kim? Bir ölen çocuk var ama binlerce katil vardır. Bu oyunu kurgulayan, programlayandan, bu oyuna para yatıran, bu oyunu internet ortamında yayımlayan kısaca katil olmayan yok... Bütün insanları katil yapan sistemdir...

Sistem değişsin!

Berlin duvarı yıkıldığında yıkılan duvarın üzerine çıkıp zafer işareti yaparak özgürlüğüne kavuştuğuna inanan insan topluluğu daha büyük duvarın içinde köle olduklarını kısa sürede anladılar... O günden bugüne kadar kazanılmış haklarını kaybetmeye devam ediyorlar...

Devletin dili bitti hayatımızı belirleyen firmaların dili oldu.

Tek tip düşünmemizi isteyenler tek tip kıyafet içine bizi mahkum etmek ister... Hazır giyim göreceli olarak çeşitlilik kazandırmıştır, fakat tüm dünyada insanlar benzer kıyafetler giymeye, benzer yemekler tüketmeye, benzer kimlikler taşımaya başladı... Benzer eğitimden geçen, benzer yarışma programı izleyen, benzer tv programlarda benzer stüdyolarda farklı diller ile yapılan programlar ile insanlar tek tip kıyafet içine sokulmaya çalışılıyor, kısaca tek tip tüketmeye alıştırılıyoruz...

Sürekli tekrarlanıyor, kriz, çöküş... kapitalizm kriz içinde yaşamaya ve kriz üretmeye devam ediyor, bu sistem içinde yaşadığımız sürece de  bizler her daim sorunların yumağı içinde yaşamaya çalışacağız…

Ulus devleti çöktü, bugün kimse ulus devletinden ve ulusal hükümetten bahsedemez, var olan tüm yapılar ve mekanizma şirketlerin çıkarı üzerine oturmaktadır ve rüşvet lobi faaliyeti adı altında olağan hale gelmiştir... Bütün bunlar ortadayken kapitalizm çöktü diyebilir miyiz, emperyalizm sonlandı mı? Bildiğimiz klasik anlamda emperyalizm değişmiştir ama uygulama biçimi ve yöntemi aynı kalmıştır.

Geçmişte devletler adına yapılan savaşlar, işgaller şimdilerde şirketler adına yapılıyor, savaşlar çıkıyor. Hibrit savaşları tamamı ile şirketlerin çıkarı doğrultusunda şirketlerin finansı ile yapılmaktadır. Orada devletlerin politikacıların konuştuklarına bakmayın, onlar şirketler adına orada konum belirlemektedir. 

Yaşadığımız çağda devletler çıkarı önemli değildir.

İki büyük buhran sonrasında ulus devletler krizi bir şekilde dünya savaşları sonrasında kendi içlerinde oluşan pazar ile çözmüştü, fakat bugün öyle mi?

Şirketlerin devleti yok, fakat kontrol ettikleri devletleri var...

Kapitalist sistem kuruluş krizini hala yaşıyor ama ortadan kalkmadı... Peki, kapitalizm ne zaman ortadan kalkar? Bunun yanıtı artık ezberlenmiş olması gerek ama hafıza kötü unutmuşuz! Marks, Engels ve onları takip eden tüm sınıf teorisyenleri olayı ortaya koyar ama çıkarların kavgasında sınıf kavgası yerine kişisel çıkarı öne alanlar kapitalizmin yedek değneği olmaya devam ediyor, üstelik kendi kirlerini her gün yayarak...

Dünyanın her hangi bir yerinde balistik füze denenmesin. Sürekli yeryüzü bombalar ile dövülüyor... İnsanlık büyük savaşa hazırlanıyor ve küçük silahların hiç bir önemi yok... Peki değer mi? Bir kaç kuruşu kasasına koymak isteyen para babaları bu küresel savaştan nasıl bir sonuç ile çıkmayı hesaplıyor? Dünya imparatoru artık devletler olmayacağına göre hangi firma bu savaşı körüklüyor?

İsmail Cem Özkan