Galata Gazete


30 Ocak 2021 Cumartesi

Patent halk sağlığını tehdit ediyor…

 Patent halk sağlığını tehdit ediyor…

 

Aşı konusunda yazı yazarken çok araştırıp, ince ince bilgileri süzdükten sonra yazmaya özen gösterdim, çünkü her kelimeyi yanlış anlayıp akıl vermeye kalkan günümüzde ne yazık ki çok oluyor. Dünyaya ben merkezinden bakan ve her şeyi bildiğine inanların çok olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz ve bu zamanın ruhunda akıl verenler karşısındaki kim olursa olsun kendi bildiğini bilmiyormuş gibi davranır… Her şeyi bilen karşısındakini bilgisi ile tokatlamak ister, fakat fizik yasası gereği o tokadı kendisi yediğinin farkında değildir… Medyada okudukları ve gözüne çarpanları doğru kabul eder ve sorgulamaz bile, kendi yaşam deneyimi ile birleştirip bir sentez oluşturup, doğru ve gerçeğe hemen erişir… O konuda kendisi yazı yazmaz ama yazılmış bir yazının üzerine fikrini dikte edercesine çatışma dilini kullanarak ilan eder… Çünkü yazıyı yazan bilmiyordur, yanlış yazmıştır, en doğrusu kendi yazdığıdır, tartışma dahi götürmez…

 

Medyada popüler olan yaygınlaşan bilgiler magazin bilgileridir ve o bilgileri doğru olarak paylaşır, çünkü haber işlenmiş ve yeniden yaratılmıştır..  .

 

Liberalizm ile birlikte gazetecilik bitti, kurgusal medya yaratıldı.

 

Medya patronları iş insanı olması ile birlikte gazetecilik bitmiş yerini kurgulanmış magazin almıştır. Çünkü medya patronları haberi çıkarı için yeniden kurgulayarak editöryal olarak değiştirip okuyucuna aktarmaya başlamıştır… Kısaca haber muhabirin elinden çıktıktan sonra sayfaları kontrol etmesi için görevlendirilmiş editörlere ulaşır, editör sayfasına uygun olarak genel kabul görmüş biçimine uygun olarak haberin uzunluğuna ve içeriğinin düzenlenmesine karar verir ve gazetenin genelinden sorumlu olan yönetmenlere sayfasını bitirdikten sonra en son kontrol için sunum yapar. Genel yayın yönetmeni ise haberin kendi kontrolündeki medyada yayınlanmasına patron çıkarını gözeterek karar verir. Çünkü parayı veren “düdüğü” çalar.

 

Parayı verenin çıkarı, sahip olduğu medyada istediği notadan “düdük” çaldırır…

 

İş adamı medyaya neden sahip olur, cevabı açıkça basittir, çıkarı için. Haber çıkar için kullanıldığında ya da maaş ile satın alınan “sorumlu” gazete çalışanları ihale için karar verecilerin koridorunda dolaşırken orada habercilik beklemez, magazin işler beklenir... Kısaca gazetecilik günümüzde editörlerin işin içine girmesi ile birlikte magazin boyundadır, haberin içeriğinden daha çok nasıl yazılması ve patronun çıkarı ile ilgileniyorlar...

 

Medyada sağlık konuları her zaman geniş yer bulur, çünkü hiç eksilmeyen en popüler şeydir sağlık… Pandemi ile birlikte insanların eve kapandığı süreçte en rağbet gören konuların başında yerini almıştır. Pandeminin yaratmış olduğu çaresizlik ister istemez kişileri sağlık ve aşı konusunda ki haberlere yönlendirmiş ve bunu da haber yapma sıkıntısı yaşayan medya patronları için bir fırsata dönüştürmüştür. Bu sayede sayfaları iktidarı rahatsız edecek haberlerin üzerini örtecek kadar geniş bir olanak sunmuştur. Fakat her ne kadar saklanmaya çalışılırsa çalışılsın yaşam içinde çelişkiler bir şekilde sırıtmaya devam etmektedir. Medya patronlarının büyük gayretlerine rağmen rejimin aksayan yönleri bir şekilde medyada yerini almaya devam etmektedir…

 

Magazin boyutu ile sürekli işlenen aşı konusuna gelince; aşının patenti üretimi ve şirketlerin tekelinde olmasını ilk aşının ortaya çıkması ile gündeme gelmesi, aşıyı bulanların kökeni ile ilgili haberler ülkemiz medyasında yerini aldı. Aşıyı bulan bilim insanlarından daha önemliydi ırkları ve kökleri. En azından aşıyı biz bulamadık ama bizim ırkımızdan yurtdışına gitmiş ailelerin çocukları yani “bizden” birileri bulmuştu. Onlar yurtdışında yaşayan hemşerilerimize karşı geliştirilen önyargıları parçalayıcı bir durumu söz konusuydu, bir alman bulmamış, alman eğitimi almış ve uyum sağlamış bilim insanları bulmuştu. Ne kadar gurur duyulsa azdı, çünkü gelişen ırkçılık karşısında aşı bir duvar görevini görmüştür. Medya bunu istediği biçimde gündemde tutacak ve sürekli işleyecekti... ırkçılık yükselen değerdi ve ülkemizde ki ırkçılık zaten genetikti, yükselmesi söz konusu bile değildi… 

 

Gözlerden saklanan bir gerçek vardı; patentli olan işler…

 

Aşı konusunda yapılan buluşlar şirketlerin tekeline bırakıldığında halkın sağlığı değil, şirketin en kadar para kazanacağı önemlidir... Şirket kendi arzını yaratacak, ona göre kendi tekelinde üretim yaparak parası olmayanları dışlayacaktır, çünkü öncelik paradır, sağlık değildir...

 

Pandemilerde genel kural, en kısa sürede pandemiye neden olan ne ise onu çevrelemek ve yayılım alanını kısıtlamaktır... Yayılma hızını düşürüp, bir alanda sıkıştırıp, ondan sonra ona neden olan ile artık ne ise mücadele etmektir... Aşı gündeme gelmesinin birincil nedeni yayılma hızı ile ilgilidir, çünkü aşı pandemiye neden olanın bulaşma alanı daraltıp, tedavi için yapılacak ilaç gibi çalışmalar için zaman kazandırmaktır... Aşı bir şeyi yok etmez, sınırlar, bulaşma riskini en alt düzeye indirmektir. Bulaşma sonrası ise hastalığın en hafif şekilde atlatmasına yardım etmesidir, kısaca vücut direnci ve vücudu o şeye karşı uyarmak ve güçlendirmektir...

 

Peki, şirketlerin tekelinde olunca aşı ya da ilaç ne oluyor?

 

Bugün yaşadığımız sorun! Aşı taksit taksit geliyor, taksit taksit gelme yerine yerinde üretim olsa nasıl olacaktı? Dünyanın her ülkesinde bulunan aşılar kar gözetmeden halk sağlığı için üretilseydi? Zaten aşı araştırmaları için devletler yüklü olarak o alanda çalışan bilim insanlarına yatırım yapmış, bilimsel mekanlar kurmuştu, var olan şirketlere proje adı altında önemli miktarda maddi yardım yapılıyor... Peki şirketler (bilim adına araştırma yapan şirketler) aldıkları proje parasına rağmen bulduklarına patent alıp üretmesi ve kendi tekelinde üretmesi nasıl bir mantık ürünü?

 

Magazin boyutunda aşının ilk duyurulması sonrası “ne güzel işte insanlık için büyük bir şey” diye nara atanlar, neden bugün sesleri çıkmıyor?

 

O aşılar için zaten bizim vergilerimizden oluşan kasadan onlara para gitmişti, onlar yeteri kadar ekonomik olarak desteklenmişti... Devlet güvenceli şirket işleri...

 

Aşılar gibi insanlık için önemli olan şeylerin üretimi şirketlerin tekelinde ve patent ile sınırlandırılmaması gereklidir... Sınırlı olunca (yaşadığımız gibi) ne zamanında müdahale oluyor ne de pandemiyi sonlandırıyor...

 

Bugüne kadar vurulan aşılar belki de boşa vurulmuş olacak, çünkü en kısa zamanda vurulması gereken nüfusa aşı vurulamadığı için virüs aşıya uygun şekilde mutasyona uğruyor...

 

Virüsün yayılma hızı düşeceğine daha da artmıştır, bu artıştan birinci derecede sorulu olan aşı üreten firmaların patent politikaları ve doymayan para hırslarıdır...

 

Aşılar üzerinde patentler kaldırılmalı ve üreten bilen her ülkede aşılar üretilmeli ve ücretsiz olarak aşılar vurulacağı mekanlara ulaştırılıp kitlesel olarak en kısa sürede aşılar vurulmalıdır...

 

Elbette pandemi sadece aşı ile çözülmeyecektir, aşı sadece zaman kazandırır, esas önemli olan tedavi edecek ilacın geliştirmesidir... O konuda da önemli gelişmeler olmaktadır...

 

Halkın sağlığı şirketlerin çıkarından önemlidir… Şirketlerden alınan aşılar ne yazık ki sorunu ortadan kaldırmamış, sorunu daha da çetrefilli ve daha da karmaşık yapmıştır. Dünyamız bir atmosfer içindedir ve virüsler için siyasi sınır yoktur, ırkı, dili, inancı ayrım yapmaz, virüs küresel bir sorun olduğu için pandemi ilan edilmiş ve pandemi koşullarına uygun olarak çarelere şirketlerin çıkarı üzerinden alınmalı ve halkın yararı ne ise o şekilde kullanılmalıdır. Bir kıtada virüsün kontrol edilmesi pandemiyi yok etmediğini Yeni Zelanda örneğinde gördük. Orada yayılma hızı sıfırlanmış olmasına rağmen, en ufak bir gevşemede virüs yeniden ortaya çıkmış ve yayılmaya başlamıştır. Atmosferimizi toraklarda ki gibi siyasi sınırlar ile ayırmayalım, doğa için, insanlık için aşılar üzerinde ki patentleri kaldırıp, her kıtada her insana yetecek kadar üretip en kısa zamanda onlara aşı vurulması için olanaklar yaratılmalıdır…

 

Şirketler için insan sağlığı önemli değildir, paradır… Eğer ilaç firmaları insan sağlığını önemsemiş olsalardı sattıkları ilacın fiyatına göre ilaçların içeriği ile oynayıp, fakir ülkelerde yan etkisi fazla ve daha etkisiz ilaç üretip ülkeye göre ilaç üretmezdi…

 

İsmail Cem Özkan

2 Ocak 2021 Cumartesi

Yüzleşme zamanı geldi mi?

 Yüzleşme zamanı geldi mi?

 

Erdoğan ve ekibinin almış olduğu hatalı kararların sonucunu bu sene ambargo / yaptırım gibi kavramların somut halini göreceğiz gibi... Ne yazık ki bu ekibin hatalarını kararı alanlar değil, geniş bir kesim olan halk çekiyor ve çekmeye de devam edecek...

 

Asgari ücret için rakamlar ile oynayan bir istatistik kurumu, gerçekler üzeri örtsün diye besleme bir medya yaratan bu ekip, silah üretir ve bunun ticaretini de yaparız anlayışına hayat verdi...

 

Devleti şirket gibi görüp, benden olana kimse dokunamaz, öteki olana her türlü nefret söylemi mubah anlayışını geliştiren de bu ekip oldu... Kendi medyasında çıkana “düşünce ve ifade özgürlüğü” olarak gören, “öteki” kabul edilen medyada çıkana ise “kişi haklarına saldırı” olarak yorumlatanda bu ekip oldu.

 

Bu sene yakın tarihimiz ile yüzleşeceğiz gibi bir şeyler var ama gerekten yüzleşeceğimize de inanmıyorum, çünkü madalyonun bir yüzünü sürekli görüyoruz, muhalefetin görevi madalyonun öteki tarafını göstermek ama bizim muhalefet madalyonun tek yüzünde iktidarın belirlediği zeminde söz geliştirime yarışına girmiş durumda... O yüzden madalyonun öteki yüzünü göremediğimiz bir süreçte yüzleşme olmaz...

 

İktidar, kendi yarattığı muhalefet ile gücü azalsa da etkinliği devam etmektedir. Muhalefet, iktidardan bağımsız değildir, onun gündemi içinde kendi gündemini yaratmaktadır…

 

Muhalefet, iktidara aday ve iktidar yolunda kendi politikasını koyandır.

 

Erdoğan, "benim işim ekonomi" diyerek ekonomistleri iş bilmez olarak görüp, kendi "eğitiminden kaynaklanan" bilgisi ile ekonomiye yön vermeye çalışması ve piyasaya uymayan “beş büyükler” ve diğer yandaşlarının çıkarını koruyan kararlar alması ile popülaritesini yok etmektedir... Ülke gerçekliği ile uyuşmayan bu kararlar, yaşadığımız kaosu ve krizleri yaratmış ve beslemeye devam etmektedir...

 

Erdoğan, her ne kadar işi ekonomi ile olsa da ekonomist değildir (Adam Smith vb. gibi), ortaya koyduğu bir doktrini yoktur...

 

İktidara geldiğinde elinde olan formülü liberal bakış açısına uygun olarak devam ettirmiş ve küresel firmaların çıkarına uygun olarak “özelleştirme adına” devlete ait olan kalanı da elden çıkartmıştır. Ülkemizde açık ve şeffaf olan fazla bir şey yok gibi; veriler gizlidir ya da devlet sırrı adı altında açıklanamaz konumdadır. Bizlerde elde veri olmayınca olaylara bakıp, sonucunu görebildiklerimizden tahminler yürütmek dışında fazla bir şey yapamıyoruz, çünkü elde veri olmayınca ancak görünen kadar olguyu tahlil edebiliyoruz.

 

Devleti üreten değil, ihraç/ithal edilen mallara vergi koyan veya sıfırlayan hale getirmiştir...

 

Devlet yandaş şirketlere ihale veren bir mekanizmaya dönderilmiş ve bu yüzden de dünyada en fazla kamudan ihale alan sıralamasına ülkemizin beşli rakamını lider konumuna getirmiştir...

 

Eğer ülkemizde bir erken seçim olursa iktidarın mutlak değişmesi gerektiğine inanıyorum, çünkü ekonomiyi halkın çıkarına uygun olarak düzeltemeyenler, geniş kesim ve muhalefet olanların özgürlükleri yok ederek kendi güçlerini korumak için kararlar almaya devam edeceklerini düşünüyorum. Siyaseten yok edemediklerini kayyum atayarak denetim altına almaya çalışmaları bu özgürlük alanın ne kadar daraldığını kanıtlamaktadır.

 

Bugün reform kavramlarının havada uçtuğu ama alınan ve meclisten geçen kararnameler ve yasal düzenlemeler ile özgürlük alanın kapsamı iktidar için genişlerken, halk ve muhalefet için dalmaktadır...

 

Demokrasilerde ise "en öteki" olarak görülen ve dışlananların özgürlük alanları o demokrasinin işlevselliğini gösteren kriterdir ve ne yazık ki demokrasinin beşiği olduğunu söyleyen ve yaşattıklarını iddia eden ülkelerde de bu kriterlerde (suuni olarak yaratılan nefret söylemleri ile beslenen düşmanlıklar ve pandemi süreci) daralma ve kazanılmış haklarda yok edilmektedir. Onlarda yok olurken bizde de yok olmasını savunacak değiliz, aksine bizler demokrasiyi, özgürlüğü, aş, iş mücadelesini yükseltmek ve halkın/ işçi sınıfının refahını yükselmesini savunmak zorundayız.

 

Her kimden gelirse gelsin özgürlüğe karşı yapılan her adımı engellemek için mücadele etmek ile yükümlüyüz, eğer geleceğe, çocuklarımıza özgür ve refah ülkesi bırakmak istiyorsak...

 

Ülkemiz için ne istiyorsak dünya içinde istemek ile yükümlüğü olduğumuzu yaşadığımız pandemi süreci ile daha iyi anladığımızı düşünüyorum. Bir ülkede başlayan otokrasi, nasıl bir domino taşı gibi bütün ülkeleri kucakladığını ve işçi sınıfının kazanılmış haklarını yok ettiğine şahitlik ettik. Bir ülkede özgürlük adına kayıp tüm ülkeler için kayıptır, o yüzden demokrasi ve özgürlük için atılan her adım, yükseltilen her mücadele bütün ülkeleri için de geçerlidir…

 

Amerikan seçimleri ve sonrasında otokrasi ile özdeşleşen bir liderin gidişi, yeni bir yüzleşme sürecini başlatacak mı? Otokrasinin demokrasiye, özgürlüklere ne kadar zarar verdiğini gelişmiş ülkeler kendi içinde alacağı “bir daha” olmasını engelleyecek kararlar ile kendisini gösterecektir. Otomobil üreten gelişmiş ülkelerde en ufak bir trafik kazası bile ders alınacak sonuçları ile kaza ile yüzleşilir ve üretilen her yeni araç bu kazayı göz önüne alarak yeniden düzenlenir ve üretilir… Bizde ise kazalar “kader” olarak algılanır ve “trafik canavarı”nın bir eseri olarak haber bültenlerinde yerini alır…

 

Ülkemiz tarihinde geçmiş ile yüzleşildiği ve yasal düzenlemelerin yapıldığına şahitlik etmedik… Yapanın yanında kar kaldığı ve demokrasi ve özgürlükler güç kimin elinde ise onun lehine olacak şekilde düzenlendiğine şahitlik ettik… Umarım demokrasi ve özgürlükler adına bir geçmiş ile yüzleşmek için ortam yaratılır ve tarihimiz ve kaderimiz yeniden biçimlenir…

 

Ülkemizin kaderini değiştirmek ancak “yüzleşme” ile mümkündür.

 

Demokrasi ve özgürlük kavramının altı bu sefer gerçekten öteki kabul edilen ötekileştirilenlerin lehine doldurulacak mı?

 

İsmail Cem Özkan