Kazaen (Beyoğlu'nda Çarpışmalar)
Beyoğlu denilince İstiklal Caddesi ve insan seli akla gelir.
İnsanın olduğu yerde gürültü, karmaşık ses çöplüğü de sizi ister istemez
karşılar. Eğlence mekanlarından dışarıya taşan ses, sokakta ki insanı da sarar
ve kalabalık içinde sizi cadde boyunca savurur. O kalabalığın içinde tesadüfi
karşılamalar, hiç beklemediğiniz anda omuzunuza çarpan başka bir omuz ve bir
anlık kızgın bakışın aynı hızda dağıldığına farkına varmadan şahitlik
edersiniz…
İstiklal Caddesi aynı zamanda küçük bir dünyadır, ülkemizin
tüm renkleri yanında dünyanın renkleri de kalabalığın içindedir, her rengin,
her dilin, her acının, mutluğunun kucaklamasıdır… Yasakların kalabalık içinde
yok olduğu, kendisini göstermek isteyenlerin görünmez olduğu aynı zamanda
görünür olduğunu da şaşkınlık içinde farkına varırsınız…
İstiklal caddesinde sadece insanlar mı çarpışır, elbette
değil ülkemizin kısa tarihi de çarpışır, tüm çelişkileri ile cadde üzerinde ki
binaların duvarlarına işlenmiştir. Tarih kendisini sessizce hissettirir…
İstiklal Caddesi sadece bir cadde değildir aynı zamanda 6-7
Eylül Pogromu, canlı bomba ile yapılan katliam, tinerci çocukların öldürdüğü
insanlar, dolandırıcılar, dolandırılan insanlar…
Cumartesi Anneleri kayıp çocuklarını aramak için Galatasaray
Lisesi önünde ki meydanda yer alan “Ellinci Yıl Anıtı” önünde toprak altında
kalanları ararken, cumhuriyetin göğe uzanan zamanı da rakamların arkasından
yukarıya doğru uzanır. O uzanan çizgi acının haykırışını da meydana hakim
kılar…
O meydanın etrafında kalabalık içinde karşılaşmalar,
çarpışmalar ve bir günlük hikayenin anın kesitidir bir anlamda izlediğim oyun…
Tramvayın demir yolunun kollara ayrılıp tekrar tek hatlı
olduğu noktadır meydanın başlangıcı, hem ayrım vardır hem de birleşme. Salona
ilk girdiğimiz anda demir yolunun bu birleşip ayrışması karşılar bizi. Yerde
demir yolu vardır, sahnenin arkasına doğru sandalyeler. Karanlık ışık ile
delinirken göçmen kuşlarının birbirini takip eden sıralaması gibi sandalyeler
sıralanmış ve her sandalyede kendi öyküsünü üzerinde taşıyan oyuncular vardır.
Seyirciye en yakın sandalyede tedirgin, yalnız bir kadın
vardır. Üniversite sınavını kazanıp okumak için Güneydoğu'dan yeni gelen Kürt
kızı Dilan’dır (Gamze İpek). Üzerinde geldiği yerin rengi vardır, tedirgindir
ve bilmediği yerde yalnızlığın ürkekliği vardır. Onun hemen yanında Rengin
(Zeynep Özden) bulunmaktadır. Üzerinde ki kıyafete bakarak ve makyajı bize
marjinal ve anarşist bir duruşu olduğunu hissettirir. Siyah renk hakimdir göz
kenarları siyahın hakim olduğu makyaj vardır. Rengin’in hemen biraz arkasında
Beyoğlu'nun arka sokaklarında bir pavyonda şarkıcı olarak çalışan Sevda (Bahar Karaoğlu)
bulunmaktadır, onun işaret ettiği arkada ayakta duran belalısı pavyon koruması
Trakyalı Kenan (İlker Yiğen). Arkaya doğru sandalyede oturan edebiyat
araştırmacısı-akademisyen Berna (Nesrin Kazankaya) ve en arkada ki masada
oturan yazar Kutay (Mehmet Aslan) bulunmaktadır. Ve her biri bir şekilde
Beyoğlu’nda karşılaşacak ve ortak bir anı yaşayacaklarını ışıkların sahneyi
aydınlatması ve sahneye yerleşimi ile ilk mesajını verir.
Oyuncuların kostümleri ve sahnedeki konumları İstiklal
Caddesinin kalabalığından alınan bir kesittir. Alınan ve tercih edilen bu kesit
Beyoğlu’nun bir yönünü bize ayna olarak yansıtacaktır. Yakın tarihimiz içinde
belki bir yüzleşme ile karılacağız hissi oluşuyor hemen, sanırım beklentim çok
yüksek!…
Işık; dekor ve kostümün ilk fısıltısına katkı sunar ve sesin
kulağımıza ulaşan karmaşası ile bize bir şeyleri anlatmaya başlayacaktır…
Caddenin gürültüsü kulaklarımızdadır, seçilen müzik bizi yüksek tempolu bir
oyunun ritmi içine davet etmektedir.
Kaos içinde kaosun yaratmış olduğu trajik komik olayların
içine seyirciyi davet etmektedir, oyuncuların şehrin kargaşasında cep telefonu
ile konuşurken…
Sahne düzenlemesi sade ve işlevseldir. Dekor oyunun hızına
ayak uyduracaktır, dinamiktir ve değişim caddenin kalabalık hızına ayak
uydurmuş şeklindedir…
İstiklal Caddesi her daim dinamik ve hareketlidir, oyunda o
hızın küçük bir yansıması olarak hızlı ve dinamiktir, koşan, çarpışan, insanlar
gürültünün içindedir, kulağımızı bir ana ve bir grubun içine
yoğunlaştırdığımızda anlaşır olmakta, her gürültünün içinde başka bir trajedi,
komedi, dram iç içe geçtiğini görür ve hissederiz. Oyun bir anın kesitini
gösterir, büyüteç elimizdedir, sahnede olanları mercek altından bakıyoruz.
Cumartesi Anneleri ve onların dramı, dolaylı olarak oyunun
içine yansır, üniversiteyi yeni kazanmış ve duyduğu yerleri görmeye gelen ürkek
bir ceylanın ya da yaralı bir güvercinin tedirginliği içinde. Kürt sorunu
içinde doğduğu coğrafyanın ona yüklemiş olduğu sorumluluk onu taraf olmak
zorunda bırakmış. Ailenin çocuklarından biri dağlarda toprağa düşmüştür. Dilan;
yaralıdır, öfkelidir ama öfkesi ananın ağıdında saklıdır.
Cumartesi Anneleri eylemi sonrası polis operasyon yapmış bir
gurup insanı göz altına almıştır. Karakolun hücresinde Dilan tek başınadır,
biraz sonra gözü alışınca yanında Rengin’de bulunmaktadır. Dilan Rengin ile
İstiklal Caddesinde karşılaşmıştır, bir birinin istemlerini anlamamış ve kısa
sürede ayrılmışlardır. O karşılaşmada Rengin ne istediğini ve beklentisini
açıklar, aradığı şey uyuşturucudur ama Dilan uyuşturucusu satıcısı değil, o
ürkek ve tedirgin bir öğrencidir. Rengin’in ihtiyacı olan uyuşturucu ile
ilişkisi yoktur. O elinde Cumartesi Annelerinin o hafta kaybedilmiş olanı
anlatan bir bildiri vardır. Kürdtür, elinde bildiri vardır, işi zordur ve
işkence ve kaba dayaktan sonra hücrede çaresizce başına gelecekleri
beklemektedir. Rengin, boşanmış bir ailenin kızıdır ve babası profesördür.
Kızının gözaltına alınmasına alışıktır. Rengin babasından Dilan’ı da kurtarması
için yardım talebinde bulunur… Dilan’ın kaderi artık belirsiz değildir… onlar
hücredeyken, şarkıcı, bodyguard ve yazarda gelir. Yazar yaralıdır, kan
kaybetmektedir. Rengin’in zulada olan cep telefonu ile yazarın kız arkadaşına
ulaşılır…
Rengin, uyuşturucu bağımlısı ve Virginia Woolf'un etkisinde
kalmış bir genç ama yaşlanmış bir kadın görünümündedir. Sokakların tiner çeken
gençlerden olmayan elit bir ailenin yani babası ve annesi üst gelir
seviyesinden olan bir boşanmış ya da parçalanmış ailenin parçalanmış çocuğudur…
Kafasında sorular vardır ve sorulara yanıt bulamamaktadır. Bir iki dönem ders
aldığı edebiyat alanında yetkin öğretim üyesini tesadüfen kahvede karşılaşır ve
ona yöneltir sorularını ama elin tersi ile öteye iteklenir.
Öğretim elemanı ise aynı anda başka sorun içinde
yaşamaktadır, erkek arkadaşı özel yaşamlarını kendi yazdığı romanına
aktarmıştır, o onun bir deneği konumuna indirildiğini düşünmektedir. Denek
olmanın hayal kırıklığı ve özel olanın kamuya açılması rahatsızlığı içindedir.
Aynı zamanda kendi öğrencisi ile aldatmıştır yazar.
Ünlü yazar, aldatmanın ve çatışmanın ortasında hiçbir şey
olmamış gibi kız arkadaşı ile iletişimi koparmama derdindedir ama yeni romanı
içinde başka alanlara açılma arayışı içindedir. Yeni alanı pavyonun ışıltılı
dünyasıdır. Orada şarkı söyleyenlerin yaşamına mercek ile bakmak istemektedir
ama korku vardır içinde, korkusunu aşıp oraya gitmek için cesaretlenecek biri
yani eski kız arkadaşı / eşi ile konuşmak istemektedir. İç içe geçmiş yaşamlar,
bir an gelir yüzleşmeyi kaçınılmaz kılar…
Pavyonda çalışan ses eğitimi almamış yerel bir popüler
sanatın içinde kendisine yer arayan bir kadın ve kendisini koruması ve yolunda
oluşacak engelleri aşacak bir bodyguard ile olan çatışmalı ilişkisi.
Güçsüzlüğünü kas gücü olan biri ile aşma çabası… Birbiri ile bağlantılı ama
bağımsız bir birey olamayacak zorunlu ilişkiler... Korku, endişe, çaresizlik…
Kıskançlık ve erk gücüne karşı boyun eğiş, arkasından küfür ile rahatlama…
Olayların döngüsü bir karakolda yüzleşmeye dönüşür, mutlu
sona doğru geçişin başlangıcıdır. Trajedinin komik olma anıdır belki de.
Olayların döngüsü, akışı ister istemez dramaturgi çalışmasını
gerektirmektedir. Başarılı bir şekilde de gerçekleştiğini izlediğim oyunda
hissettim, çünkü oyuna dışarından bakan ve eklemler ile oyunun dinamiği
yazarında hayal dünyasını genişleten boyuttadır.
Oyunun felsefi boyutu da vardır, sorun yumakları içinde
göndermeler ve edebiyat dünyasının içinde birbirinden bağımsız çalışmaları da
bu karmaşanın içinde yer almasını isterken tarih akışı bir bütünlük içinde
hepimizin ve anımızı etkilediği yönünde de bir mesajı içinde taşır, taşımakla kalmaz
altı çizilir. Ulysses romanı ile Woolf’un yazdığı yazılar üzerinden bir
karşılaştırma yapılırken, Odysseia ile batı dünyasının temeline kadar
uzanılır. İstiklal caddesi batın dünyanın camekanı gibidir ve o camekanın bir
kesitinde her farklı düşüncenin birleşmesi ve ayrışması vardır. Çatışma ve
tesadüfi karşılaşmalar bir kaosun içinde ayrı bir dünyanın var olduğunu haykırır…
Oyun iki perdeden oluşmaktadır, birinci perdenin
başlangıcına uygun bir sahne düzenlemesi ile ışıklar kapanacak ve alkış
oyunculara ulaşacaktır. En son selamlama bize anlatılan bizim öykümüzdür.
Oyuncuların tek tek başarısı, sahne içinde rollerinin gerekliliğini yerine
getirirken zaman zaman göz yaşlarına, zaman zaman kahkaha, zaman zaman
düşüncelere dalıp eski Türk filmlerinin duygu yoğunluğu içinde kalacaksınız…
ben oyunu bütünü içinde aksayan bir taraf görmedim, emeği geçen her bir
çalışanın başarısını alkışlar zaten ifade ettiğini gördüm. Fırsatı olanların
kaçırmaması gereken bir oyun, burada geçmişte izlemiş olup da oyunu ilk hali
ile anımsayanlarında tekrar gidip izlemlerini arzularım, çünkü oyun zaman
içinde eklenen, çıkarılan anlar ve oyuncuların kendilerine biçilen rolü daha da
içselleştirdiklerinden daha cana yakın, ana daha uygun bir şekilde yaşayarak
oynadıklarını görecekler. Dilan, Sevda ve Rengin karakterlerinin performansı
benim izleğim anda öne çıktı… Ana karakter yazar ve edebiyat öğretmeni daha bir
geride, olayları yönlendiren ve akışın hızını belirleyen konumdadır. Trakyalı
Kenan gerek konuşma, gerek mimik ve vücut dili ile oyunun geçişlerinde katkısı
benim gördüğüm anlarda muhteşemdi. Arkada gölgede kalmış gibi gözükebilir ama
aslında ön tarafta ve dikkat çekmektedir. Her bir oyuncu diğer oyuncunun
oyunculuğuna sahne üzerinde verdiği destek ve katkı oyunun bu kadar başarılı
olmasını ortaya çıkarmış… Elbette yazar ve öğretim üyesi karakterleri üzerinde
fazla söze gerek yok, gerek ses, vücut dili ile zaten ortada… Sonuç olarak
dayanışma, ışık, dekor, kıyafet, müzik… Bir tiyatro şöleni ve tiyatroya ilgi duyanlar
için okul işlevini görmektedir…
İsmail Cem Özkan
Kazaen (Beyoğlu'nda Çarpışmalar)
Yazan-Yöneten: Nesrin Kazankaya
Dramaturgi: Şafak Eruyar
Işık: Yüksel Aymaz
Dekor-Kostüm: Nilüfer Moayeri
Yön.Yrd: Zeynep Özden
Oynayanlar:
Mehmet Aslan
Nesrin Kazankaya
Zeynep Özden
İlker Yiğen
Bahar Karaoğlu
Gamze İpek
Asistanlar:
Evrim Artut
Gökçe Burcu Zümrüt