Galata Gazete


30 Ağustos 2020 Pazar

Zaferi yaşadık ya bağımsızlık?

Zaferi yaşadık ya bağımsızlık?

 

Her ulus devletin bir zafer bayramı vardır, çünkü zafer olmadan ulus devlet kurulamaz. Eğer zafer bayramı yoksa o devlet birileri tarafından masa başında kurdurulmuş ve kurucu babaları (anaları genelde olmaz) atanmıştır... Seçilen liderler devletlerin başına kral, başbakan, çar, şah gibi unvanlar ile atanır. Onlardan beklenen kendilerini atayanlara karşı saygılı olmak ve oların çıkarlarını korumak ve kollamaktır... (İran, Afganistan, Arap ülkeleri geneli, Afrika ülkeleri… masa başında kurulduğu için onlara ulus devleti denilemez, çünkü baskın ulus yerine üst kimlik ile kurulmuş bir devlet yapısı söz konusudur.. )

 

Birinci dünya savaşı başlamadan dünyada ülke sayısı 30 gibi rakam ile ifade edilirken savaş sonrası bu rakamın yüzler ile değiştiğini yeni bir emperyalist politikanın uygulamaya konduğunu anlayabiliriz… Birinci emperyalist bölüşüm savaşının devamı ikinci bölüşüm savaşı kaçınılmazdır, çünkü savaş tüm sorunları çözememiş, sorunlar yumağı daha da karmaşıklaşmıştır… Küresel dünyamızda yeni bir devlet yapısı doğmuştur. İşçi sınıfının iktidarda olduğu iddia edilen yeni devlet yapısı kapitalist sistem için tehdit olduğu ve bu tehditte karşı ulus devleti mantığı içinde mücadele birimleri kurulmuştur. Faşizmin iktidara geldiği süreç birinci dünya savaşı süreci sonrası yenik devletler içinde gelişmesi tesadüfi değildir… Zafer bayramını kutlayan ulus devletler, yenilmiş sanayi devletlerin sanayisini ortadan kaldıramamış, kendisine bağımlı yapamamıştır. Bu durum yenik devletler içinde ki sanayi sahibi kapitalistler yeni devleti diktatörlük ile kısa zamanda toparlanmış ve yeni bir bölüşüm savaşına hazırlanmıştır… 

 

Her devletin bir de bağımsızlık bayramı olmalıdır, çünkü bağımsızlık öyle sıradan bir kelime değildir, hiçbir boyunduruğu kabul etmeyen, geçmişten gelen tüm insani suçlar ile yüzleşmiş kendi içinde oluşabilecek her türlü sorunu baştan bertaraf edecek kadar açık bir örgütlenme modeli çıkarmış olması gereklidir…

 

Günümüzde bağımsız devletler kavramından pek söz edemiyoruz, çünkü sömürende, sömürülende bir birine bağımlıdır, bağımsız olamazlar… Küba burada istisnai bir ülke olarak öne çıkmaktadır, fakat önemli olan zaferler yanında bağımsız olabilmesidir ülkenin.

 

Somut durumun somut tahlilini yapan ve yukarında kısaca açıkladığım bu gerçeği gören Mahir Çayan, Deniz Gezmiş liderliğinde ki 68 öğrenci hareketi siyasallaştıkça “Bağımsız Türkiye!” sloganını meydanlarda seslendirmeye başladılar. Bundan rahatsız olan, zafer bayramı olan ama bağımsızlık bayramı o tarihlerde olmayan yarı bağımlı ülkenin liderleri o yarı yeni tip emperyalist ilişkiler içinde ülkenin çıkarından daha çok NATO’nun ve onun lider ülkesi olan Amerikan çıkarlarını gözeten siyasi yapısının tepkisini alması kaçınılmazdı…

 

 “Bağımsız Türkiye!”

 

Dolmabahçe sarayı önüne gelen Amerikan askerlerini protesto etmek işte bu bakış açısının meydanlarda açıkça çatışmasıdır… Kimler nereyi kıble olarak gördükleri o gün yere seccadeyi serip namaz kılanlar tarihin sayfasında yer alır. Tan Gazetesi’ni basıp yağmalayanlar tarihin sayfalarında yerlerini alırken, o olaylarda yer alanlar ülkenin liderleri, ana muhalefet liderleri olacağını kimse o zamanlardan bilemezdi, ama bugün biliyoruz.

 

Bugün ülkemizin “Bağımsızlık Günü/ Bayramı” yok, bir çok ülkeye göre de “Zafer Bayramı” var…

 

Zafer Bayramını kutlayanlar elbette biliyor, koskocaman üç kıtaya yayılmış coğrafyadan bugün ki sınırlara küçüldüğünü…

 

Zafer bayramını kutlayanlar elbette biliyor, Çanakkale savaşının Osmanlı dönemi savaşı olduğunu ve o savaşta gönüllü ya da zorunlu olarak askerliğe giden Ermenilerin çöllere sürüldüğünü… Savaşmaya gitmiş, tam cephede düşmana kurşun sıkarken “sen bu ülke için silah sıkamazsın” denilerek askerden alınıp toplama kampından çöl yollarında telef edildiğini biliyor…

 

Elbette biliyor zafer savaşından sonra Ankara’da hükümet kurulduğunu ve ilk meclisinde azınlıklar ve değişik inançtan olanların vekillerinin olduğunu. Elbette biliyor Alevileri temsil eden bir dedenin vekil olduğunu, Lazları, Kürtleri temsil eden vekillerin olduğunu… inanmayan gitsin Beşiktaş’ta ki Dolmabahçe Sarayına doğru giden duvara baksın hepsinin fotoğrafı siyah beyaz olarak asılı…

 

Elbette bu ülkenin insanı biliyor, Çanakkale’de başlayan ve daha sonra Trakya, Edirne’de devam eden Yahudilerin Müslüman toplumdan koparılıp, topraklarından sürülmesini…

 

Elbette biliyor “Mübadele” denilerek ülkede yaşayan tüm (İstanbul hariç) Rum ve Rum alfabesi kullanan Türklerin Yunanistan’a bir tahta bavul ile gönderilip karşılığında Yunanistan’da yaşayan Türklerin/ Müslümanların gönderilmesini…

 

Elbette biliyor balkanlardan Türklerin Ermenilerin çöle sürülmesi gibi Anadolu’ya sürülmelerini…

 

Zafer Savaşı yaşadı bu ülke, ne yazık ki “bağımsızlık bayramı” kutlamaktan kaldırdı...

 

Evet, evet, ülkemizde bağımsızlık bayramı kutlandı! Gerek kalmadığı için kutlamaktan kaldırdık, ülkemizin “Bağımsızlık Bayramı” İkinci Meşrutiyetin (23 Temmuz 1908) ilan edildiği güne geliyordu. İstibdadın sonlanması, meclisin açılması, tek adam rejimin yok edilmesi…

 

Bugün zafer bayramı kutlanıyor, ulus devletin kurucularının torunları tarafından.

 

Almanlar batıda kilitlenen garp cephesini açmak için Osmanlı’yı yanlarında savaşa sokarken İngiltere önderliğinde ki  İtilaf Devletleri, Kral Konstantin’i tahtından indirerek yerine Venizelos, getirilerek Yunanistan I. Dünya Savaşı’na şark cephesinde dahil edilmiştir. Bizim zafer savaşımıza giden yol bu şekilde açılmış oldu.

 

Zafer bayramı öyle kolay kazınılmadı, çünkü yoksulluğun içinde bir halk karşısında donanımlı zengin emperyalist devletlere karşı. Kuzeyimizde Sovyet Rusya devleti kurulmamış olsaydı bu zaferden söz edebilir miydik?

 

İngiltere’nin çıkarı Yunan kralı ile yeni siyasi duruma göre çatışmalı olmasaydı ilan edebilir miydik? Yeni bir dünya düzeni kuruluyordu ve yeni sınırlar çatışmalı olmaması gerekliydi, çünkü direkt çatışmanın sonucu çok ağır olmuştu devletler için. Sömürge devletlerden emperyalist devletler konumuna geçiş milyonlarca insanın kanın toprağa düşmesi ile sonuçlanmış ve bölüşüm savaşından emperyalist devletler kendilerine göre sonuç çıkarmıştır… Yeni devletler iki ayrı duruşu olan devletlerin etrafında geçiş devleti olarak oluşmuştur… çıkarlar masa başında çizilen haritaların çizgilerini belirlemiştir.

 

Tarih bir tek zafer kelimesi ile açıklanamaz, her zaferin karmaşık ilişkileri vardır. Bir meydan muharebesi gibi gözüken aslında yaşananların çözülmesidir… Yüzlerce yıldır biriken sorunların çözümü, kör düğüm olmuş olan sorun yumağının üzerine kılıç darbesi indirilmesidir.

 

Askerlerin meydanda zafer kazanması yeterli değildir, onu kalıcı kılan siyasi adımlardır…

 

Çözüme giden yol ve çözüm büyük bir siyaset bilgisi gerektirir, devlet geleneği ve bikrimi olmayanlar pazarlık masalarında yanlış bir yerde durmaları onları tarih önünde görünür olmaları ya da uzun süreli sorunu yokmuş gibi gözükmesine sebep olabilir... Birinci dünya savaşı bölüşüm savaşının çözüm süreci işte bu görünür olanlar ile görünür olmayanların iç içe geçen sürecidir.

 

Bizde ulus devletleşme süreci uzun süredir ülkemizde devam etmekteydi, iktidarda olan ve yenilmiş bir siyasi partinin elbette devamı olan hareketler ortaya çıkacaktı, çıktı da. Uluslaşma süreci tarihin yeniden yorumlanması ve ulus devletinin ihtiyacına uygun olarak yeninde yazıldığı süreçtir. Tarihte her ulus devlet kendisine uygun bir alan bulur ve onun üzerinden kendi geleceğini oluşturur.

 

Bizim ülkemizin öznel bir durumu söz konusudur, çünkü imparatorluktan uluslaşmaya doğru geçişimiz çok kısa zamanda olmaktadır… Padişahın yetkileri elinden alınmış ama öldürülmemiş, sürgüne gönderilmiş bir sürecin içinde yeni devletin oluşması batıdan gelen uluslaşma rüzgarının yeterli anlaşılamamış ve yeterli donanımlı olamayan liderlerin el yordamı ile şablonları imparatorluk ülkesine uygulaması devirdikleri padişah dönemi gibi çok kanlı olmuş, istibdat dönemi başka bir biçimde yaşanmıştır. Bu sefer kapılara kırmızı çapraz işareti konulmamış, bizzat nüfus sayımından elde edilen bilgiler ile yerleşim yerlerine gidilmiş güya cephe gerisi boşaltılması adı altında bir halk üzerine tehcir uygulanmıştır… elbette ülkemiz zafer savaşını yaşarken bütün bunlar biliniyordu. Ankara hükümeti siyasi birikimini ve tecrübesini 1. Meşrutiyetten o güne kadar yaşanmışlıklardan almaktaydı…

 

Ulus devleti mantığı bize tam olarak uymamasına rağmen ne yazık ki ülkenin çok kültürlülüğünde tek bayrak, tek dil, tek vatan söylemine doğru eğilmiş ülkenin kalan zenginliği de yok edilmek istenmiş ve asimilasyon yanında açık olarak öteki olana karşı savaş ilan edilmiştir. Bu strateji ne yazık ki bugün de devam etmektedir… bugün yaşadığımız sorunlar geçmişten bugüne kalan miraslarımızıdır, o mirasın tortuları akıl ve bilim eşliği yerine duygusal çıkışılar ve anlık tepkiler ile devlet sırı kavramı içinde sıkıştırılarak sorunu zor ile çözme yoluna gidilmiştir. Birçok alanda başarı da kazanılmış olsa ülkenin çok kültürlü yapısı hala kendisini korumaktadır…

 

Zafer kutlamaları eğer geçmiş ile yüzleşme gerçekleştirilmiş olsaydı daha başka anlamlar ile kutlanır ve yaşanırdı, bugün zafer kavramı destanlar ve abartılı söylemler ve marşlar ile sunulurken, tarihin yok saymadığı ama siyasilerin yok saydığı sorunlar ile “yurtta sulh, cihanda sulh” kavramından uzakta kutlanmaktadır…

 

İsmail Cem Özkan


19 Ağustos 2020 Çarşamba

Muhalefetin politikası yol ayrımında mı?

Muhalefetin politikası yol ayrımında mı?

 

Karadeniz'de doğal gaz bulundu, Türkiye için çok güzel bir haber. Elbette Türkiye kadar iktidar içinde çok önemli bir haber, çünkü iktidarları süresi içinde yaşanmış olan ve yaşanan ekonomik ve siyasi krizden çıkış içinde bir kapı olma özelliğini taşıyor… Ekonomisi güçlü olanlar krizi yönetme ve yönlendirmek için ellerinde daha fazla imkan vardır, fakir olan ülkenin iktidarları yanında… Türkiye yaşanan krizden çıkış için bu fırsatı değerlendirecektir, çünkü başka bir şekilde oluşmuş olan girdaptan çıkmak için başka şansı yoktur.

 

Doğalgazın Karadeniz’de bulunmasını elbette Erdoğan bunu yılarlın birikimi ile en iyi şekilde kullanmak için denetiminde tuttuğu medya araçlarını en işlevsel olarak kullanacaktır. Sorunlar hemen ortadan kalmayacaktır ama yaratılacak olan iyimser hava, sanki sorunların ortadan kaldırılacağı ve o sorunu da ancak var olan liderin eli ile olacağı imajı işlenecektir. Kısaca aylardır ülke gündeminde olan baskın erken seçim söylemi vücut bulacak gibi...

 

Erken seçim, baskın seçim olma ihtimali gün geçtikçe artmaktadır, çünkü var olan yasal düzenlemeler yürürlükte olduğu sürece seçimden kaçınılmaz, iktidar kendisi için oluşan her türlü olumlu havayı sandıkta koltuğu korumaya dönüştürecek hesaplar yapmak ile yükümlüdür, çünkü somut durum bunu gerektirmektedir. İktidar hayal satar, hayalleri gerçekleştirme yeri değildir, yandaşın hayali gerçekleşir o ayrı bir konudur!

 

Erken seçim konusunda en kötüsü muhalefetin de söyleyecek fazla bir şeyinin olmaması, çünkü var olan görüntüye göre AKP’den dışlanmış veya ayrılmışlardan ana muhalefet medet ummaya devam ediyor... Keşke muhalefet olmanın iktidarı taklit etmek ve onun açtığı yoldan yürümemek olmayı anımsamış olsalardı...

 

Muhalefet kendilerine yeni bir yol açarak ancak iktidar olur ama yeni yol açmak yerine iktidarın açtığı yolda onu taklit edilerek geçen koskoca 15 yıl var hayatımızda...

 

Sağın alternatifi sağ olamaz...

 

CHP eleştirilerimin temel düşüncesi burada yatmış olmasına rağmen, bugüne kadar CHP belediyeleri (Ankara hariç) AKP belediyelerden farklı hiç bir yapmadıkları gibi, cemaatlere daha şirin gözükme yarışına girmiş gözüküyor...

 

İzmir, CHP'nin en çok güvendiği il olmasına rağmen, CHP’li belediye başkanı İzmir halkının en tabanına seslenmek yerine, sahil şeridinde oturan, parası olanları seçmen olarak kendisine hedefine almış ve onlara seslenen politikaları hayata koyuyor. İzmir, İstanbul Şişli ilçesi gibi gökdelenler şehri olma yönünde büyük adımlar atarken, gecekondu ve varoşlar ve de kooperatiflerin yapmış olduğu Sovyet inşaat biçiminin çok kötü taklidi olan ne ad vereceğimi bilemediğim toplu yaşam alanları ile oy vermek zorunda olan çaresizlerin oturduğu yer olarak görmeye devam ediyor... Çünkü belirleyici olan parası olan ve AKP iktidarından korkan ama AKP iktidarı ile ekonomik çıkarı gereği flört eden, iktidarın açtığı yoldan para kazananların dışında; AKP'nin en önemli finans/ stratejik / lojistik kaynağı olan Sancak ailesinin yatırımları ile İzmir büyükşehre yön vermekte ve İzmir şehrinin yeni siluetini oluşturmaya devam etmektedir...

 

Elbette, CHP ve AKP kendi seçmenini kendisi için tehlikeli olmayan karşı cepheye göre politikasını biçimlendirmektedir. Gerçek anlamda karşı tarafta değildir, zor anında yanında yer alan, her türlü çıkılmaz yol olan krizlerde çıkış kapısı olması gereken ortam hazırlayan bir muhalefet iktidar ilişkisi söz konusudur. Her seçim döneminde her iki tarafta yandaşlarını, potansiyel seçmenini korku ile saflarını sıkıştırıp, beklenen oyları büyük oranda açık vermeden almıştır.

 

Korku, en iyi iktidarda veya muhalefette kalma yoludur...

 

CHP ve AKP, anayasa hazırlayanların beklentilerine uygun olarak ikili parti sistemine uygun davranışlar içindeler. Her ne kadar ana muhalefet partisi diğer sağ partileri ittifak içinde kendi adayıymış gibi sunmuş olsa da, meclis içinde ikili parti görünümü aşmış bir durum söz konusu değildir. İktidarın küçük ortağı her konuda meclise getiren her türlü önergeye iktidarın refleksine uygun olarak elini kaldırmıştır… ittifaklar bir parti görünümde, ayrı parti flamları altında kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar…

 

Sol ve muhalefet olanlar bu Karagöz- Hacivat oyununu bozmadığı sürece “böyle gelmiş böyle gider” anlayışının sürmesine katkı yapmaktan başka işlevi olmaz... Öncelikle her iki partinin (iktidar ve ana muhalefet) açtığı yoldan gitmemek önemli bir tercih olmalı diye düşünüyorum. Muhalefet olanlar kendilerine özgü bir yol açmadıkları sürece Kılıçdaroğlu ve Erdoğan’ın seçtiği adaylara oy verir konumunu korumaya devam eder...

 

Muhalefet, solun kaderi değildir, eğer kaderi olarak görülürse sol sağcılaşma sürecinde yol almaya devam eder ve İran örneğinde olduğu gibi meşru ve kitlesel muhalefet iktidarın muhalefet olarak kabul ettiği ılımlı imamlardan oluşur… ılımlılar ile radikallerin mücadelesi olarak dünya kamuoyuna yansıya devam eder, rejim kendisini koruduğu ve geliştirdiği sürece…

 

İsmail Cem Özkan