İki Efendinin Uşağı Alaturka
Tiyatro salonuna girdiğimde ilk dikkatimi çeken sahne
ortasında kocaman beyaz nokta gördüm. Işık o beyaz alanın üstüne vurduğunda ise
bir gökkuşağının iç içe geçmiş renk bileşimini, renkler arasında geçişe
şahitlik ediyoruz. Seyirci salonun içine girip oturacağı koltuğu ararken
seyircilerin o beyaz alana ayağını basmadan kenarından dolaştıklarına şahitlik
ediyorum.
Eğlenmeye gelmiş ve eğlenceli bir oyunun parçası olacağı
beklentisinin ağır bastığı seyirci ile karşı karşıyaydım. “Umarım” diyorum
kendi kendime “önyargılarım, oyuna karşı bir duvar oluşturmaz…” her insanın
yetiştiği koşullardan, içinde bulunduğu atmosferden kaynaklı önyargılarını hep
yanında taşıyor. Kapıda biletleri kontrol eden görevliye gelenlerin çoğunluğu
cep telefonu ekranını göstererek salona giriyor. Zamanımız kağıt tüketimini
ortadan kaldıran ama dijital kirliliğinde oluşmasına sebep olan bir sürecin
içindeyiz, neyse ki dijital kirlilik şu anda ve burada bizi direkt etkilemiyor,
hepimizi elinde bulundurduğu cep telefonlarının içi ile sınırlı…
Oyunun başlamasına daha dakikalar var, o beyaz alana
bakıyoruz… Etrafında konumlandırılmış sandalyeler ve yanlarında tefler
durmakta… Işık hala merkezdeki o beyaz üzerinde hareketsiz durmakta…
…Ve oyun!
Ne güzeldi eskiden ve “… perde” denirdi, şimdi “… ve oyun”
demek belki daha keyifli… Sahnenin açık olması, bir anlamda seyirciyi oyuna
hazırlık, hani sahne öncesi kullanılacak enstrümanlarını ısıtırlar ya, ona
benzer şekilde seyirciyi oyuna ısıtıyor, o yüzden perdesiz sahneler daha çok
sever oldum…
Yazan Carlo Goldoni, İtalyan ve mizah yazarı. Mizah her
ülkenin, her kültürün kendisine özgüdür, mizah öyle kolay kolay evrensel
olamaz, çünkü o ince dokunuşlar ancak icra edildiği, yazıldığı dile özgüdür ve
zamanın ruhuna uygun göndermeler mevcuttur.
Her Amerikan gülmece dizisinde gülme efekti var, burada
güleceksiniz!
Zamanını ruhu içinde küreselleşme ile başlayan tüm medya
araçlarında Amerikan mizah kültürü yerleştirme çalışmaları var. O yüzden belki
bizim “milli ve yerli mizahi dizilerde” gülme efekti kullanılarak bir anlamda o
dizlere öykünme var. Bu durum bende ki yansıması hepimizi Pavlov’un köpeği
yapmaya çalışan eğitimin bir parçası olarak görmekteyim…
Rekin Teksoy çevirisini Kıvanç Kılınç öyle bir uyarlamış
ki 18. Yüzyılda yazılmış eseri 20. Yüzyılındaki İstanbul’a, Edirne’ye taşınmış.
Uyarlama sonrasında ikinci büyük işi yönetmen Muhammet
Uzuner devralmış ve İtalyan mizahını öyle evirip, çevirmişler ki, bizim ortaoyunu,
gölge oyunu, çağdaş dans ve mimikleri ile pantomimi içine alan yeni öyküye
görsel şölene döndürmüş. Temelinde oyunun özü aynı ama üzerine giydirilen
kıyafet İtalyan mizahını bizden yapmış…
Oyunun başlaması ile birlikte oyuncular toplu olarak
ortadaki benim nokta olarak gördüğüm alana girdi. Alaturka bir eseri ve oyunun
başlangıç öyküsünü bize ulaştırmaya çalışıyor ama müzik o kadar baskın ki (gerçi
ben sanırım hoparlörün altında oturmuş olabilirim,) sahneden gelen sesleri pek
algılayamadım ama hareketlerinden neler anlattığını çıkarmaya çalıştım…
Kızını evlendirmeye çalışan bir baba, oğlunu evlendirmeye
çalışan dini bütün ama o dini bilgisini çıkarına uygun şekilde yorumlayıp, yeni
dini söylemleri yaratan bir babanın evlatlarının mürüvvetlerini görme heyecanı.
Kız babası işine geldiği gibi davranış geliştiren, bir anlamda çıkarına daha
bağlı ve çıkarına uygun davranış içindedir. Her mizah eserinde toplumun bir
yönünü karikatürize edilerek yani özellikleri abartılarak anlatılır. Kıvır
kıvır kıvıranların zamanı hiçbir zaman geçmez, her zamanın, her dönemin içinde
bu siyasi, politik davranışlar hep var olmuştur. Güçlü ve parası olanın yanında
sürekli durup çıkarını koruyanlar, olmaya da devam edecek… Genelde
milliyetçilik ve din çıkarını korumanın üzerine kapatan örtülerdir. Dini
kıyafetler içinde dışarıya temiz, saf ve yaşamın zevklerinden elini çekmiş
olarak gösterirken, dünyevi işler içinde, dünyanın nimetlerinden yararlanmayı
da ifade eder…
Evlilikler başka bir anlamda “çıkar” sözleşmesidir…
Bizim kültürümüzde genelde aşkı için dağları delen,
çölleri geçenlerin hikayesi mevcuttur… Masallar umutsuz kavuşumların
destanıdır! Elbette her hikaye umutsuz gibi gözükenlerin ayrılığı ile bitmez,
bazen de buluşurlar. Yeşilçam filmlerinde iyimserlik havası zamanla hayatımızın
bir parçası olmuştur. İyimserlik yakın zamana aittir, gelenekten gelen ise
karamsarlıktır. Ülkemiz son yüzyılı hayal kırıklıklarına uğrayan vatandaşların
oluşturduğu topluluk olmuştur.
Oyunda nikah kıyılırken gelen bir haber, iyimserliği
ortadan kaldıracak ve olayın iç kurgusunu baştan sona değiştirecektir.
Efendisinin uşağı nikah kıyılan salona girmesi ile olayların algısı değişir,
çünkü ölen olarak bildirilen haberin asılsız olduğu iddiası ortaya çıkmıştır.
Ölen efendi aşağıda salona girmek için izin beklemektedir. İşler karışmıştır, öldü denilen kişi nikahı
kıyılan kızın sözlüsüdür.
Müzik bu sıralarda bana daha çok Yeşilçam filmlerinin
havasını çağrıştıran ezgilerini taşır. Kendimi beyaz perdenin karşısında o
dönemin unutamadığım film sahnelerinin içinde yaşarken buldum.
Ortaoyunu her zaman seyircisini içine alır.
Ortaoyununda kurnaz ile safın çatışmasında, kurnazın
işlerinin bozulması ve o kadar karmaşadan sonra başlangıçta yaşanan yani
fırtına öncesi duruma dönüş ile biter. Hep yanlış anlaşmalar mevcuttur ve o
yanlış anlaşmalar karmaşası ve çatışmayı ortaya çıkarır.
Oyunun içeriği ile bu kadar söz yeterli sanırım,
çünkü sahnenin tasarımı, oyuncuların kostümleri, makyajlarının ne kadar
başarılı olduğunu anlatmak için bu kadar uzun cümleler kurdum. Yüzlerinde ki,
gözlerinin kenarlarına çizilen her çizginin, her rengin, ayak bileklerine veya
diz boyuna bağlanan iplerin rengi, seçilen ayakkabılar ve ayakkabılarda
kullanılan her bağcık ve rengi oyunun kurgusuna bağlı ve seyirciye dolaylı anlatım
yolunu işaret eder.
Özellikle Osman Onur Can (Dilaver ) oyunda sesini iyi
kullanması yanında mimikleri, vücut dilini zamanında ve oyunun akışı boyunca
kullanması benim dikkatimi çekti… Elbette onun başarısını ortaya çıkaran şey, rol
arkadaşlarının çok iyi omlardır.
Erdi Öztürk (Zekai Sarpasaran), Rizeli birini şivesi ile
birlikte canlandırmaktadır. Uşaktır ama aç kaldığı için yemek ısmarlayacak
başka bir efendi bulması ile uşak rolünü ve olayın kurgusunu yazılı bir metne
bağlı kalırken, zaman zaman seyirci ile diyalogları ile metin dışına çıkıp
metin içine geri döndürmesi başarısı ile dikkatleri üzerine çekmekte, bir
anlamda Ortaoyunun Pişekar’dır… Yanşanan karmaşa onun okuma yazma bilmeyen ve
bitmeyen merak duygusudur. O da aşık olmuştur ve efendisinden o aşkı için
yardım etmelerini istemektedir, o yardım isteği onun iki efendisini ortaya
çıkaracak ve iki aşkın ayrılığının mutlu sona evirilmesine aracı da olacaktır…
Can Seçki (Alim Seyfettin) dini bütün birini canlandırma
yanında uzun havası ile seslendirmesi ile üzerinde olan dikkatleri daha fazla
üzerine çekmiştir. O uydurduğu ya da metne bağlı olarak ayetleri ile açıklaması
o kadar doğal ve içten yapmaktadır ki, hem seyirciye bu başarını gösterirken,
seyircinin de tepkisini olumlu olarak sahneye yansıtmasına sebep olmaktadır. En
fazla gülme sesi onun sahnede olduğu anlarda ortaya çıktığını söylemek gerek.
Seyirci ile yaptığı diyalog, sorduğu sorular ile oyunun kahramanlarını da
oyunun hala oyun oynanırken sorgulatması önemli bir katkı olmuştur.
Yusuf Kısa(Otelci
Sadık Sırvermez), otel ve lokanta sahibi, aynı zamanda aşçı olmasını
başına taktığı şapkadan anlaşılıyor ama oyunun kilit noktasında o kargaşanın
olduğu mekanında sahibi konumdadır. Gerek sesi, gerek mimikleri ile oyuna
kattığı hava bizi Yeşilçam filmlerin o meşhur aşçılarına doğru yolculuk
yapmamıza sebep olmakta. Onun sahnede olduğu zamanlarda o abartılı vurgusu ve
gerek diğer oyuncular ile ortak sahnede dans ederken vücut dilini iyi
kullanması alkışı hak etmektedir…
Berfin Karatay (Gülnihal), olayın ana
karakterlerindendir. Aşıktır, evlenmek istemektedir ama aşkına kavuşurken
babası çıkarı yüzünden zengin bir adama söz vermesi yüzünden çıkmaz içindedir.
Baba baskısını, babasının istemleri onun istemlerinin önündedir ve ezikliğini,
duygularını ve isyanını o kadar güzel ifade eder ki, oyunun içinde diğer
oyuncular gibi öne çıkmaktadır.
Buraya nokta koyayım diyeyim ki, oyunda gölgede kalmış
tek bir oyuncu yoktur, hepsi çok başarılıdır…
Ayça Öztürk (Yeter), hizmetçidir, aşık olmuştur, belki de
arayışı onu aşka iteklemiştir. Feminizm gibi kavramları seyircisi ile tartışır,
yeniden yorumlar… Feministtir ama çelişkisi hizmetçi olarak çalışmakta ve kendi
başına karar verecek düzeyde değildir, onu işvereninden istemek zorundalar…
Onun işvereni ve baba rolü ile kıvır kıvır kıvırması ile
çıkarı için her esen rüzgara göre yön belirleyen rolünde ise Alper İrvan (Yakup
Efendi) öne çıkmakta ve modern saç şekli ile zamandan uzakta günümüze
taşımaktadır rolü. Oyun her ne kadar 20. Yüzyıl içinde geçiyor gibi sunulsa da
bugüne seslenmektedir…
Gözde Yıldız (Firuz Yadigar kılığında Firuze), abisinin
ölümü üzerine İstanbul’a gelmiş, ayrı kalan işlerini yerine getirirken sevdiği
adamı da aramaktadır. Bıyıklı, fesli hali ile bıçkın delikanlı, kendisine
kızları aşık edecek kadar serveti olan biridir. Fakat o aşık aramamaktadır,
aşımı aramakta, abisinin alacaklarını almaya çalışmaktadır. Gözde Yıldız hem
vücut dilini, mimiklerini, sesini kullanması açısından diğer oyuncular kadar
başarılı görmekteyim, onu öne çıkaran ise oyunun başından sonuna kadar en fazla
sahnede olması ve bu yüzden de üzerine düşen görev daha fazladır. O, o yükü çok
hafifletmiş ve çok rahat taşımaktadır.
Canberk Dikmen (Hüsnü), sevdiği kızın abisini vurdu
şüphesi ile Edirne’de aranır duruma düşmüştür. Bunun üzerine İstanbul’a kaçmış,
sevdiği kızı arkasında bırakmıştır. Bir otele yerleşmiş ve sevdiğinden haber
gelmesini umut etmektedir. Tesadüfen tanıştığı birini yanında çalışmaya ikna
eder ve uşak olarak alır. Uşağından ilk isteği postaneye gitmesidir, o bir
mektup beklemektedir. O mektup tarihin
bir cilvesini hayat bulmasına sebep olur, haber beklediği ve sevdiği kızı olayların
örgüsü sonunda oyunun sonuna doğru karşısında bulur ve ne yeniden hayata dönüşü
sembolize eder. Gökte ararken yerde bulmuştur sevdiğini ama o bulma sürecine
giderken canından can eksilir… Canberk Dikmen yönetmenin istediği role hayat
verirken tıpkı Gözde Yıldız gibi özlem dolu olduğunu ve arayışını vücut dili ve
hasretini söylediği şarkılar içinde ezgilerin arasında seyirciye ulaştırır.
Başarılı yüz ifadeleri ile oyunun bütünselliğine büyük katkılar sunar.
Son sözlerime doğru gelmekteyim, sanırım unuttuğum bir
şey kalmamıştır. Mekan, ışık, kostüm, müzik… Şarkı sözlerinden bahsetmemişim
sanırım, çok özür dilerim, çünkü o şarkılar o kadar güzel bestelenmiş, sözler
notlar üzerinde o kadar güzel hareket ediyor ki, seyirci bilmediği sözlere
katılacak eğer biraz tekrar olsaydı… Sahnede her oyuncu aynı zamanda
orkestranın bir parçasıdır, ellerinde tuttukları tefler, koro halinde söylenen
şarkılar, role uygun bestelenmiş ve değişik tekniklerin kullanıldığı
müziklerdeki geçişler, duygusal oluşan atmosferi seyirciye doğru hafiften
üflerler. Seyirci sahnenin o ortada duran kocaman noktanın ikinci noktası olur
ve onlarda ayrı bir sahnede ortaoyununa katılır, zaman zaman Kavuklu, zaman
zaman Pişekar olurlar…
Muhammet Uzuner öyle bir oyunu sahneye koymuş ki, oyuncu
seçiminden, oyuncu rollerini dağıtması, ışığı, kostümü, kısaca her şeyi bir
yaşayan bir canlının organı yapmış, vücut bulmasına neden olmuş. Muhteşem bir
uyarlama ve sahneleme. Burada yönetmenin başarısını özellikle belirtmek
gereklidir… Keyifli, hoş, aynı zamanda günümüze de ayna tutan, mizahın olmazsa
olmazı iğneyi seyirciye batırmaktan çekinmeyen bir oyunu sahneye koymuş…
Ellerine ve emeğine sağlık, alkışım sahnede yer alan
almayan tüm emeği geçenlere…
Commedia dell'Arte’den orta oyuna geçiş, sahneye vuran
ışıkların bir biri içine karışması gibi olmuş, iyi ki karışmış, salondan
ayrılırken tüm seyircilerin yüzlerinde gülümseme, bu yaşadığımız sıkıntılardan
bir anlıkta olsa kurtulmasızı sağlamış oldu…
İsmail Cem Özkan
İki Efendinin Uşağı Alaturka
Yazan: Carlo Goldoni
Çeviren: Rekin Teksoy
Uyarlayan: Kıvanç Kılınç
Yöneten: Muhammet Uzuner
Müzik: Berktay Akyıldız
Kostüm Tasarımı: Veli Kahraman
Koreografi: Hicran Akın
Işık Tasarımı: Onur Alagöz
Makyaj Tasarımı: Arzu Gamze Kılınç
Şarkı Sözleri: Kıvanç Kılınç
Orkestra (Stüdyo Kayıt)
Piyano: Berktay Akyıldız
Kanun: Mehmet Orçun Cengiz
Klarnet: Ulaş Uysal
Bas: Ceren Akyıldız
Oyuncular
Alper İrvan
Ayça Öztürk
Berfin Karatay
Canberk Dikmen
Can Seçki
Erdi Öztürk
Gözde Yıldız
Osman Onur Can
Yusuf Kısa
Afiş Tasarımı: Ali Can Elagöz
Işık Kumanda: Dorukhan Kenger
Efekt Kumanda: Ela Güldüren