Çamur vücudumu sardı…
"Bir avuç toprağı
yoğurmayı bile bilmeyenler.
Duygusuz yavan insanlar.
Bu benim ruhum en kutsal
varlığım...
Bunlar çalışma saatleri.
Ruhumun yandığı saatler.
Siz yiyip içerken, dalga
geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım.
Ve yavaş yavaş akan benim
hayatımdı.
Bu toprağın derinliklerine
kanımı akıtıyordum."
Camille Claudel
Seneler seneler öncesiydi,
aylardan Ağustos, güneş her yaz olduğu gibi toprağı kavuruyordu. Birden hava
kararmış yağmur yeryüzüne doğru akıyordu. Yağan yağmurun, çatlamış toprağın
çatlaklarından yeryüzünün derinliklerine doğru karışırken ortaya çıkan çamur
ile oynamaya başladı beyaz elbiseler içinde olan küçük bir kız çocuğu… Elbisesi
çamur olmuştu, vücuduna doğru çamurun suyu akıyordu. Vücudunu sanki kucaklıyor,
sarmalıyordu. O kız Fransız geleneklerine büyütülen Camille’den başkası
değildi. Çamur ile oynadığı o gün hayatının değişeceğinden farkında değildi.
Bir daha beyaz elbisesini giymedi. Çamur ona renk vermişti, o renklerin ve
çamurun şekli peşinde koşacaktı…
O güne kadar annesinin
belirlediği yaşamı yaşayan Camile, bir anlamda annesinin disipline karşı isyan
etmişti, yanında babasını bulmuş ve onun desteği ile kuralları yıkıyordu.
Geleneksel Katolik aile yapısı bir anlamda yıllar öncesi erkekler için
olan reform içinde parçalanıyordu. Her değişime karşı direnç vardır bir de
değişimin devamını isteyen… İlk adım önemliydi, çünkü Fransız devleti içinde
kadınların o zamana kadar fazla bir hakkı yoktu, kız çocukları evliliğe
hazırlık olarak yetiştirilir, onların akademiye gitme gibi bir şansları yoktu,
akademi kapının önünden geçmelerine izin verilir, heykel sanatçıları için poz
verebilir ama onlar erkek meslektaşları gibi davranamaz ve eğitim alamazlardı…
Kadının kendisi vardı ama işlevi farklı olarak algılanıyordu. Kadına verilen
bir rol vardı ve rolü annesi kızına aşılamaya çalışıyordu, fakat babası isyan
eden kızının arkasında onun isteklerini yerine getirmeye çalışıyordu. Belki
babası da üstü kapalı olarak annesine isyan etmişti!
İnanmış bir Katolik olan
anne, kurallara ve çevreden gelecek tepkilere karşı aşırı duyarlıdır… Baba ise
liberaldir, yeniliklere ve özgürlüğe daha fazla önem vermekte ve çocuğuna o
düşünceye uygun şekilde olanaklar sunmaktadır. Baba hoşgörülü olduğu kadar anne
ise disiplin ve ortaçağdan kalan bir aile yapısına sadıktır…
Bir yağmur altında toprak
ile buluşan Camille’nin hayatı değişmiştir.
Çamur hayat bulur ve heykele
dönüşür...
Dönüşen sadece heykel
değildir Camile’de değişmiştir ve o güne kadar giydirilen beyaz kıyafetler
artık giyilmeyecektir. Tanrının unuttuğu isimdir beyaz çiçek, unutulmuş bir
yerden ayrık otu gibi çıkacaktır. Kendisine tanrının unuttuğu ismi aramaktadır.
İsim bir başarı üzerine verilirdi Asya’da çocuklara, belki o da içgüdüsel
olarak ismini yapacağı eserler ile kazanacaktı…
Rönesans’ı yaşamış Avrupa’da
kadınlar hala yok sayılmaktadır, onlar akademinin kapısının önünden geçmesine
bile izin verilmemektedir. Kadın poz vermek için akademiden girebilir ama
heykel ve resim çizmek için değildir…
Camille kaderini çamur ile
oynayarak çizmiştir. Onu izleyen gölgesi hep acıyı, trajediyi taşır.
Babasının desteği ile eğitim
için Paris'e gider… Orada bir çevre içine girer, kadınlardan oluşturduğu bir
çalışma atölyesi kurar ve el yordamı ile birbirlerinden öğrenmeye çalışırlar…
Gazeteden okuduğu bir ilan dikkatini çeker, akademi dışında öğretim üyeleri
özel ders vermektedir kendi özel atölyelerinde… Hemen başvurur, kabul
edilir... Akademiye giremez ama akademi dışında çalışan ustaların yanında
eğitim alacaktır… artık bir yol açılmıştır, ustalar ile yan yana gelir, o yan
gelişler sırasında dönemin usta sanatçıları ile aynı atmosferi solur ve Auguste
Rodin ile tanışır. Onun ile yakınlaşır. Ondan sadece duygusal değil, sanatı
açısından da etkilenir, onu taklit ederek elini kullanımını geliştirir…
Rodin, onun hayatına iz
bırakacaktır.
Birlikte yaşamaya başlarlar,
bir kadının bir erkek ile evlilik dışı aynı evi paylaşımı annesinin hışmını
çeker, çünkü olacak şey değildir! Anne kızından utanır, çünkü onu pervasız
tavrı annesinin cemiyet içinde konumunu sorgular kılmıştır. Kızını eğitemeyen
annenin duygusal tepkisi çok serttir ama önünde babası annesinin tepkisinin
önünde ki engeldir…
Duygusal yıkım ailenin
dağılmasını da ortaya çıkaracaktır…
Tiyatro oyunumuz bir video
görüntüsünün duvara yansıması ile başlar.
Mekan bir akıl hastanesi,
hastane içinde bir oda. Odanın içinde bir kadın. 10 Mart 1913 yılında yatırılan
ve ömür boyu orada kalması sağlanan bir heykeltıraşın o ana ve çocukluğuna
doğru giden bir öykü. Zamanın içinde kadının konumu, düşüncesi, yaşama karşı
duruşu ve çevresinin ona tepkisi. Özellikle annenin kızına karşı hasmane
diyebileceğimiz bir tavizsiz duruşu ve onun yaratmış olduğu atmosfer, duvara
yansıyan görüntü…
Müzik ve dış ses bizi oyunun
içine davet eder, yukarıdan aşağıya doğru bırakılan buharın üzerinde görüntü,
belli belirsizidir… Sanki Camille’nin iç sessidir/ ruhudur buharın üzerine
yansıyan görüntü…
Oyun boyunca sahne ile
uyumlu video görüntüsü, bizi bir anlamda akıl hastanesinin odasından geçmişe
bakmaya teşvik ediyor. Bir odanın içinden yaşanmışlıkların trajedisi. Acı,
öfke, beklenti, kıskançlık duyguları arasındayız hepimiz.
Ebru Unurtan Urağ öyle başarılı
bir performans çiziyor ki, sahnede bir heykeltıraş ustasını her boyutu ile
görüyoruz. Gözünün kenarına biriken yaş, öfkede bir sağanak yağmura dönüşecek
gibi öfkesini gaz damlasının içinde haykırıyor… Bozulup yeniden yaratılan
Auguste Rodin’in büstü…
Her öfke anında büstün
çamurları parçalanıyor, her sevgi duygusunda yeniden çamurların yerini aldığını
görmekteyiz… Rodin’in o çapkın ama aynı zamanda duygusal bir şekilde sarıldığı,
sarılma anında onun en büyük rakibi olarak görmesi, ondan almak istediği gücüde
görmekteyiz... Rodin, erkek egemen toplumunda başkaldıran, öfkeli, güzel bir
kadına aşıktır ama toplum içinde kendisini daha öne çıkarmak ve göstermek
isteminin yaratmış olduğu bir kıskançlık, onu aldatmaya, onu cinsel olarak
küçük düşürme yolunu seçmiştir…
Her şeyin farkındadır
Camile, farkında olmanın getirmiş olduğu bir öfkede vardır, o öfke büstün
üzerine şekilsiz duran çamurdan çıkarmaktadır, çamur aslında onun hayatına yön
verendir, ilk adımdır ve son adımda da onun hayatını çamur biçimlendirmektedir.
Karakterini, bağımsız ve kadın olmanın getirmiş olduğu toplumsal baskı
karşısındaki direnci, isyanı…
Bu isyan annesine farklı bir
şekilde yansır… Annenin tepkisi ise yok sayma, küçük düşürücü davranan kızını
evlatlıktan reddetme şeklindedir…
Mekan bir koğuş, akıl
hastalarının kaldığı bir koğuşta akıl hastalığı tarife uymasa da bir sanatçı
ailesinin isteği üzerine orada kürek mahkumu gibi kalmaktadır. Ailesi
tarafından unutulmak istenen evladıdır. Dedikodulara, kızlarından dolayı
başlarını öne eğmek zorunda oldukları burjuva ilişkisi içinde konumlarını
korumak adına canlı canlı mezara gömülen ve unutulan bir sanatçı…
Tiyatro salonunda
seslendirilen metnin dili muhteşemdir, her vurgu, her hareket öyle içe
sinmiştir ki, seyirci ister istemez kendisini Camille’nin yerine koymakta ve
oyunun içinde yaşamasına sebep olmaktadır. Irmak Bahçeci ve Yıldırım
Fikret Urağ tarafından oluşturulan metin çok sağlam olunca, oyuna hakim bir
yönetmen (Yıldırım Fikret Urağ ) olunca, sağlam bir oyuncu tarafından
canlanınca, sizi ister istemez bir akıl hastanesinin odasında o unutulmuşluğun
içine itiyor… Sahneye verilen video görüntüsü, suyun üzerine yansıyan görüntü,
sahne ışıkları ve müziğin ve dış sesin uyumu ile sizi bir görsel şölenin içinde
trajediyi yaşamaya itiyor… Her tiyatro salonunda alışık olduğumuz cep telefonu
ile oynama bu salonda yoktu, cep telefonu ışıkları ne seyirciye ne de sahneye
ulaşmadı, çünkü açılmadı cep telefonları, seyirci sanki hipnoz olmuş gibi
sahnede olanı izledi, küçük aralar eşliğinde…
Sahne, müzik, ses, ışık,
kostüm, dekor öyle iç içe geçmiştir ki, sahne salona yayılmış şekildedir.
Seyirci oyunun içinde, oyuncu bir heykeltıraş olarak yanlarında çamurun
parçaları öfke anında sanki seyirciye dokunmaktadır... Oyunun sonunda yazanlar,
teknik ekip, oyuncu nezdinde dakikalarca ayakta alkışı hak etti ve hak ettiğini
seyircisinden aldı... Muhteşemdi tek kelime ile her salonu terk edenler
aralarında aynı düşünceyi ifade ediyorlardı...
İsmail Cem Özkan
Yazan: Irmak Bahçeci
& Yıldırım Fikret Urağ
Yöneten: Yıldırım
Fikret Urağ
Oynayan: Ebru Unurtan
Urağ
Yapım: Pafta Tiyatro
& Revocrea Kreatif Yapım & Asiye Değirmenci
Oyun İçi Filmin
Yönetmeni: Kerem Çakıroğlu
Müzik: Karen
Homayounfar
Dekor Tasarımı: Sırrı
Topraktepe
Işık Tasarımı: Mustafa
Türkoğlu
Kostüm: Nihal Kaplangı
Afiş Tasarımı: Özgün
Kaya
Reji Asistanı: Ayyüce
Kar
Genel koordinatör: Nilay
Kulakçeken