Galata Gazete


31 Ocak 2019 Perşembe

Şiirdir Sennur Sezer


Şiirdir Sennur Sezer

Ölüm bir hayattır. 

Her ölüm bir hayatın gözden geçirilmesi ve yeninde yorumlanmasıdır bir anlamda. Bazen yeniden yaratılır ama yeniden yaratım süreci zaman içinde olgunlaşır. Türklerin bir atasözü vardır, “kör ölür badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur.” ama Mehmet Esatoğlu şairin ölümünü şiir dizelerinden ve anılardan derlemiş ve şairi şair olarak yaşatmış. Şair ne kördür, ne de keldir. O safını ezilenden ve emekçiden yana belirlemiş usta bir şairdir... oyun içinde de o dizelerinden çıkmış, Hale Üstün ile canlı olarak aramızdadır.

Ölüm, her an olabilir, çoğu zaman ne zaman geleceğini kimse bilemez. Planlar yapılır ama planların önünü doğanın bir yasası gelir ve yok eder. 49 yıllık birliktelik sonunda Sennur Sezer dokuza beş kala yatağından düşer ve artık o şiirleri gibi ölümsüzlüğe kavuşmuştur. Eşi ölüm anında başındadır, yapacağı tek şey vardır, anılarına sarılmak. Çünkü ölen hayat yoldaşıdır, bir ömrün her anını birlikte yaşanmışlığın getirmiş olduğu birikim vardır… Zaman içinde birikimlerini damıtmış eserlerine yansıtmıştır. İşçi sınıfının penceresinden bakarlar hayata, olayları ezilenlerin safından irdelerler…

Sennur, ikinci dünya savaşının bitiminde yaşadığı şehir olan Eskişehir’de yakalandığı bir hastalığın kötü ama ders dolu anısı canlandır oyunun bir bölümünde. Annesi o kadar özveridir ki, doktorun dediği her gün tavuk eti ile çorba, etini yemesini söylediği için o savaş koşullarının henüz bittiği dönemde kıtlık vardır ve o kıtlık ortamında çocuğuna tavuk bulamaz ama yapmış olduğu tuzak ile kuş eti yedirir… O anısını anlatırken gözleri dolar, annesinin kuşlar ile olan ilişkisini anlatırken neden bir fotoğraf olmadığı hayıflanır. o günden bugüne doğru bir hüzün nehri oluşur. Bugün ki olanaklar düşünüldüğünde elbette fotoğraf karesi olabilirdi ama o dönemde çoğu insanda kişisel fotoğraf makinesi yok! Hadi oldu diyelim o savaş koşulları içinde film yok! Bugünden bakınca geriye keşkeler o kadar çoktur ki. Annesi kuş avlamıştır çocuğunun iyileşmesi için ama çocuğu iyileştikten sonra sürekli kuşlara yem atmıştır, onlara özen ile bakmıştır… Zorunlu koşulların çareleri çoğu zaman vicdan kanatıyor ama o vicdan kanamasını yok edende içinde ki merhamettir…Belki oradan öğrenmiştir ezilenin, en altta yaşayan fakirin duygusunu. Belki de şiir dizelerini oluştururken annesinden feyiz almıştır. Onu işçi sınıfının yanına taşıyan yokluk yıllarında annesinin özverisidir.

Ölüm üzerine konuşulması gerekendir, acılar hafifler.

Acılar hafifletir doktoru ile konuşurken Adnan Özyalçıner. Acıların üzerindedir güzel anılar. Anılarda canlanır Sennur, kendisini anlatır. Çevresinden etkilenmesi, dergilerde çalışması, işçi sınıfı içinde gözlemler. Aklına bir dize geldiğinde otobüste de olsa kalemi, akıl defterini alır yazardı. Çalışma disiplini edinmiş çocukları olunca, sabah erkenden kalkar aldığı notlar ve şiirleri üzerinde çalışır… Çalışması evden birinin uyanması ve kendisine ihtiyaç duyması ile sonlanırmış. Özverilidir. 

Uykusundan çalar zamanını, şiire yatırır…

Oyunu Mehmet Esatoğlu yazmış, yönetmiş. Onun dilinde bir destan, bir öykü, gerçeklerle harmanlanmış zamanın içinde yolculuktur. Fahri Bozbaş oyunun can damarıdır, görünmeyenidir, her ne kadar sahnede doktor, amele ve başka roller rolü ile çıkmış olsa da, o bir işçisidir tiyatronun, emekçisidir. Hale Üstün Sennur Sezer’dir. O ona öyle bir hayat verir ki, o aramızda anıları ile değil, içimizde, seyrettiğimiz salondadır. O canlıdır. O şiir okurken Sennur sese kavuşur ve yeniden şiir okur.

Oyunun müziği oyunun akışına uygundur, geçişlerde hem ışık hem de müzik oyunun akışını kolaylaştırdığı gibi seyirciye başka bir konuya geçtiğini de fısıldamaktadır. Her ölüm anı başka bir yaşamın anlatımdır…

Oyunu izlediğinizde buraya yazmadığım bir çok konuyu da göreceksiniz… Her bölümü yazmadım özellikle, çünkü gidin izleyin… 

Siz de bir şairin hayatına bir tiyatro eserinden bakın…


İsmail Cem Özkan


Şiirdir Sennur Sezer
Yazan/Yöneten: Mehmet Esatoğlu
Oyuncular: Mehmet Esatoğlu, Hale Üstün, Fahri Bozbaş
Efekt Müzik: Yeliz Yılmaz
Işık: Muhittin Dumangöz
Aksesuar: Işık Sevgi
Afiş: Hamit Demir


25 Ocak 2019 Cuma

Tatlı Kaçık


Tatlı Kaçık

“Ülkede demokrasi var ama çöplüklerde demokrasi olmaz…”

Şehrin banliyösünde terk edilmiş sanayi ve yerleşim yerinde bir iki katlı çöplük ev vardır. Yanından tren hattı geçmektedir ve her hattın belirli saatlerde geçen treni vardır. Her trenin geçişi binanın sallanmasına ve zayıf olan duvarların depremde olduğu gibi sallanmasına sebep olmaktadır.

Her terk edilmiş gibi duran yerin bir yaşayanı ya da yaşananları bulunur. Bütün ömrünü bir yerde geçiren ve sürekli aynı zamanlarda aynı hareketleri yapan yaşlı bir kadın. Onun tek düze giden yaşamına bir etki olacaktır ve onun yerleşik hayata bakışını da değişimine sebep olacak olaylar zinciri bir gün çöplerden çöp toplarken kullanılmış parfüm şişleri isteyen bir kadın ile tanışması ile değişecektir.

Durağan suya taş atarsanız o durağan suyun içinde oluşan dalgaların etkisinin ne olacağını suyun içinde yaşayanlar tarafından belirsizlik içinde dalganın etkisi içinde yaşarlar…

Yaşlı kadının adı Opal’dir. Kedileri ile yaşamaktadır, aslında kediler dediğime bakmayın tek bir kedisi vardır ama her şey onun için canlıdır ve konuşulmaya değerdir. Yaşlı kedi Mr Taner adındadır ve 15 yıllık ömrünü bu çöp toplayan kadının evinde bir çöp evinde geçirmektedir.

Parfüm şişesi hayatın akışına bırakılan bir suya atılan taş gibidir. Parfüm şişesine ihtiyacı olan Gloria, Opal’in evini ziyaret etmesi ile olaylar zinciri başlar. Gloria aslında yalnız değildir. Üç kişilik bir merdiven altı üretim yapan sahte parfüm üreten bir çetenin elemanıdır. Solomon, Gloria ve Bradford bu çetenin üyesidir. Gloria ve Brad Opal’i ziyaret ederken, Sol’ün bir baskın sonucu polislere yakalandığı ve fırsatını bulur bulmaz kaçtığını bu evin kapısını bir hırsız gibi girerek öğreniriz. Çete artık evdedir ve kaçak konumuna düşmüştür. Yıkıntılar içinde bu ev sanki gizli bir korunaktır onlar için. O korunak içinde hayalleri olan parayı bulmak için yeniden işe başlamayı düşünürler. Her liberal düşüncenin temelini oluşturan en kısa yoldan en verimli şekilde ‘zengin’ olmak! Bu çete üyelerin aklına bir fikir oluşmasına sebep olur.

Zengin olmak için ev sahibi olan Opal’i öldürmek. Öldürmeden önce onu sigortalatmak ve sigorta parasından faydalanabilmeleri için şirketlerine ortak olmasını sağlamak. Bu fikir çete üyelerinin ortak düşüncesi olur. Öncelikle sigorta, sonra ölüm. İflas eden şirketlerin bugünlerde yaptıkları gibi, iş yerini sigortalatıp yakmaları. Yeni iflas yolu, zengin olmanın ve rahat yaşamanın başka kapısını aralayacaktır…

Ölüm, yaşam ve rahata yaşama hayalinde olanların çöplük evde başka bir mutluluğu bulması hikayesidir. Öykünün kurgusu basittir, komik ve trajedinin buluştuğu, korkunun ve saf düşüncenin iç içe geçtiği, diyaloglarda toplumsal göndermelerin üstünün sıkı sıkıya örtüldüğü ama bir yandan da öykünün bütününde verildiği bir tiyatro oyunu.

Oyunu izlerken oyuncuların performansında ustalık görünüyor. Her bir oyuncu kendilerine verilen rolü en iyi şekilde yerine getirirken seyirciye ulaşırken sanki arada bir şeyler kırılıyor gibi bir his oluştu bende... Seyirci olması gereken yerde kahkahasını atarken diğer yandan oyunun akışında bir devamlılık öyküsünde var ama sahneden seyirciye ulaşırken bir kesinti ya da sahnede olmazsa olmazın bir noktası eksik gibi his oluşuyor. Belki havanın soğuk etkisinden kaynaklanan bende ki bir duygu yoğunluğu. Keskin bir soğuk havdan salonun sıcaklığına girerken insan üzerinde bırakılan bir uyum sorunun seyrettiğim oyuna yansıması…

Perdenin üzerine yansıtılan her bölüm ve geçiş için notlar. Oyunun zaman akışını da içselleştirmemize neden oluyor. Perde kapanıyor ve açılıyor. Zaman içinde duyguların ve hislerin değişimine şahit oluyoruz. Öldürmek amaçlı kurulan bir ilişkiden insani ilişkinin doğması ve duygusal yakınlık. Bir anlamda insan olmaya geri dönüş. Devleti sembolünün bir polis memuru ve geçmiş ilişkinin başka bir boyutu ile yaşanması… Yıkıntılar içinde de dolsa devletin kolları oraya kadar uzanmakta ama bir yönden de göz yummaktadır, çünkü devlet kontrol ederken güven duygusu ile hareket etmektedir. Güven duyduğu çöp evin sahibi Opal’dir. Opal’in sözü konukların yani çete üyelerin kimliklerin araştırılmasının önünde engeldir. Onun iyi niyeti ve yıllarca devletin sadık vatandaşı olması elbette bunda etkilidir.

Dünyanı güzellik ve güzel duygular kurtaracaktır, her ne kadar yüzümüz çirkin olsa da, çirkinliği ortadan kaldıran sevgi ile yaklaşımlarımızdır…

Opal, kendisinden çirkin olan kediyi beslemektedir, çünkü onun çirkinliği kendi çirkinliğini gölgede bırakmakta ve o kendi çirkinliğini hissetmemektedir. O yüzden çöp evinde çok mutludur. Çirkinlik görecelidir, eğer çöp evden çıkıp normal yaşam içinde üstünü başını düzeltmiş olsa belki dünyanın en sevimli yaşlısı olabilir ve çevresinde sevgi çemberi olabilirdi ama onun tercihi ailesi ile bağını koruduğu evde yaşamak ve yaşantısını çöplerden sağlamaktır. Kazandığını biriktirmektedir.

Oyunun öyküsünü anlamışınızdır, mutlu son ile bitecektir. Ölüm için girişilen her yol başarısızlığa uğrayacak her girişim bir çete üyesini Opal’e daha da yakınlaştıracaktır.

Oyunun müziği geçişlerde kullanılan vurgulu sazların baskısı oyunun akışına katkısı büyük. Oyunun sahnede ışık düzeni ve ışıkların sahneyi aydınlatması öykünün akışına uygundur ve oyuncuların ustalıklarını seyirciye taşımaktadır. Müzik ve ışık dışında oyunu esası olmazsa olmazı sahne düzeni, kostüm… Bir çöp evde olması gereken Victoria tarzı eski ihtişamın kırpıntılarını taşıyan bir salon. Yıkıntılar. Eski ve çöpten toplanan eşyalar. Mutfakta asılı ve kurutulan çöpten toplanmış sallama çay… Oyuncuların ihtiyaç duyduğu hareket alanı için konumlanışları. Koltuk, masa, kapılar, merdiven, sütün. Her tren geçişinde aşağıya dökülen evin parçaları… Çatıdan akan su… İnce ince düşünülmüş ve uygulanmış sahne, ışık, kostüm, müzik… Hepsi bir bütün olarak oyunun ruhunu ortaya çıkarmakta ve oyuncular o ruhu seyirciye oyunculukları ile iletmektedir.

Bu dünyaya ait olmayacak kadar iyi bir insanın hikayesi.

Sahnenin tozuna daha önce farklı sanatçılar tarafından sahnelen bir oyunun tekrar yeni kuşaklar ile buluşması. Her zamanın oyunudur. İçinde taşınan büyük bir iyimserlik vardır. İflah olmaz bir iyimserlik en kötülerin ruhlarını bile eritir, onları yeni iyimserlik kulvarına sokabilir. Dünyada sadece öykülerde olan bir konudur ama neden olmasın hissi ve keşke hep böyle pozitif olsa hayat dediğimiz bir oyun…

Son söz perdeye düşüyor…

“Tanrı bütün iyi insanları korusun, kötüleri de?”

İsmail Cem Özkan




Tatlı Kaçık
Yazan John Patrıck
Çeviren Ahmet Levendoğlu - Hasan Levendoğlu
Yöneten Naşit Özcan
Dramaturg Hande Ören
Müzik Düzenleme Orçun Tekelioğlu
Sahne-Kostüm Tasarımı Eylül Gürcan
Işık Tasarımı Özcan Çelik
Efekt Tasarımı Metin Taşkıran
Hareket Düzeni Özge Midilli
Yardımcı Yönetmen Özge Midilli
Asistan Erkan Akkoyunlu, Seda Yılmaz, Mehtap Gündoğdu
Oyuncular: Ayşe Kökçü, Çağlar Polat, Eylül Soğukçay, İbrahim Can, Mehmet Soner Dinç, Mert Aykul

19 Ocak 2019 Cumartesi

Hunililer


Hunililer

Karikatür tiyatro sahnesinde ete kemiğe ve zamana bürünüp seyircisinin karşısına çıkmış. Her oyun kendi seyircisini yaratacaktır, her karikatür kahramanı kendi okurunu yarattığı gibi…

Karikatür dergileri, sosyal medyanın vazgeçilmezi olmuş bir dönem huniler. Cem Karaca’nın “beni siz delirttiniz!” sözünün yıllar sonra belki de karikatür dergisine yansıması. Mizahın güldürme tarafını alan, inceden inceye tabular ile dalga geçen bir kahramandır. Yaratılmış ama toplum içinde karşılığı olandır. Mahallerin delilerin yerini karikatür sayfasının bir yerine sıkışmış, sonra mizah dergisinin baş kahramanı olmuş bir karakter.

Yiğit Özgür mizahi eleştirilerini Emre Özbay sahneye taşıyacak senaryoyu yazmış, Ezel Akay ise sahnede ete kemiğe bürünmesine sebep olmuş. Elbette iddialı bir yapım, okuyucusunu yaratmış bir mizahi karakterin sahneye taşınması. Elbette sahneye taşınan bir erin de iddialı olmasından kaynaklı beklentiyi en üst noktada tutan bir seyirci kitlesi.

“Ben evrim geçirdim. Sen maymun kaldın.”

Oyun başlamadan fuayede oyuncular kostümleri ve canlandırdıkları karakterlerine bürünmüş halde seyircilerin arasında dolaşmakta, isteyen ile fotoğraf çektirmekte, gerek gördükleri seyirciler üzerinden ince mizahi dokunuşlar yapmaktadır. Kostümleri Şile bezinden yapılmış kıyafet üzerine huniler şapka olmuş. Büyük ayak şeklinde ki ayakkabıları ile bir yandan bizim olan bir yakınlık sunarken, öte yandan modern tiyatronun da izlerini üzerinde taşımaktadır. Kostüm, maske, makyaj… seslerin bilerek kırılarak kesik halde çıkarılması. Ağız konuşması yerine gırtlaktan konuşarak bir anlamda ben rolümü oynuyorum demektedir.

Ve zil çalar, sahnenin kapısı açılmıştır, seyirci salona doğru sıraya girip biletini göstererek girmektedir. Önceden hazırlanmış seyirci içeriye girdiğinde sahne düzeni ve sahne içinde yatan, oturan hunileri görür… Oyunun başlamasına beş dakika vardır ve seyirci koltuklarına doğru adım atarken bazı oyuncular ile seyirciler arasında komik diyaloglar olur. Bazı seyirciler oyunculara laf atarken, bazı oyuncular da seyirci ile samimi diyalog içindedir. Salon biletli seyircisini içeri aldıktan sonra ışıklar kararmaya başlamadan bir oyuncu oyunun ilk şarkısını söylemeye başlar. Artık oyun başlamak için ilk adım atılmıştır, salon içinde oyuncular da sahneye çıktıktan sonra seyirci ile girişilen ilk diyaloglar ve seyirciyi oyunun içine davet eden diyaloglar ile kendilerini kısaca tanıtırlar… Oyunun akışının ilk işareti bu şekilde verilir. Kısa diyaloglar ve kısa oyunlar ile oyun örgüsü yani kurgusu yapılmıştır. Müzik gerek görüldüğünde oyuna nefes almak için bir ara olurken aynı şekilde içinde mizahi unsurunu da taşıyacaktır. Diyaloglar müzik içindedir, kelime oyunu içinde seyircinin gülümsemesi istenmektedir…

Sahne düzeni oyun akışı için hareketli planlanmıştır, dönen ve hareket halinde küçük platformlar maske içinde her karakter canlandırılırken, bölümler arası geçiş dönen duvar içindedir. Zaman kum saati ile ölçülmez ama zaman dönen dolabın ritmi içindedir…

Maskeler Commedia Dellarte’den alınmış gibidir, iyi ki de alınmış. Karikatürün insan yüzüne uydurulması. Muhteşem başarılı buldum. Her karakter maske içinde tam bir karikatür çizgi haline dönüşürken vücudu insandır. Sesler maskeler altında kırılmış ses yerine doğal ses tercih edilmiş… Bana göre iyi ki de öyle yapılmış… Ama müzik girince işin içine konuşma müzik altında ezilmekte ve seyirciye diyalog anlaşılır şekilde ulaşmasını engellemektedir. O engellenen diyaloğu anlamak için kendimi açıkça zorladım, acaba burada ne anlatılıyor ve kaçırdığım bir kelime oyunu var mı?

İlk bölümde konuşma metinlerini kaçırdığım çok oldu, skeçler ve küçük diyaloglar oyunun genel akışını seyirciye iletirken geçişlerde kullanılan müziğin yüksekliği beni oyunun içine dahil olmamı ve oradan kendimce çıkaracağım sonuçlardan uzak tuttu. Kelime oyunu çizgi karakterin genel yapısı içinde vardır ama oyun içinde bu karakterin tipik özelliğini yüksek ses içinde duymakta zorlandım, elbette bunda oyunun henüz sahneye ısınmadığı ve sahnenin de sıcaklığının tam kontrollü bir şekilde seyirciye ulaşmadığı gerçeğidir diye içimden geçirdim, çünkü izlediğim oyun henüz üçüncü kere sahneleniyormuş… İlerde dediğim aksilikler ortadan kalkacak ve kendi seyircisini yakalayan bir oyun olacaktır diye düşünüyorum…

Sahne düzeni, ışık başarılı buldum. Özgün müzikleri gerçekten başarılı bulmama rağmen geçişlerde sesin yüksek olması yüzünden diyaloglardan uzak kaldım… kostüm ve maskeler oyunun ruhunu yakaladığını düşünüyorum. Her bir oyuncu kendilerine verilen rolü içselleştirmişler ama abartı boyutunda ki ses değiştirmeleri zaman zaman anlaşılır olmaktan çıkmış…

Karikatür ete kemiğe bürünmüş, mizahın gülmece boyutunu öne çıkarmış şekildedir. İnce eleştiriler günlük hayata yönelik olmaktan daha çok genel eleştireler ve gülmece dozu daha yüksek tutulmuş… beklentiyi yüksek kılan günlük olaylara yönelik ince göndermeler ama genelde otosansürün içinde kalmış gibi geldi bana… Onu da doğal görüyorum, çünkü ticari bir olayın parayı verene karşı sorumluluğu diyelim ve öylesine inceden geçelim. Mizah tanımı gereği eleştiridir ama eleştirinin nereye doğru yapılacağını sanatçı ve sahneye koyanların tercihidir. Politik mizah yerini yıllar öncesinden dergi kapakları dışında iç sayfalarda balon ve sadece güldürme hedefli olanlara bırakmıştır… Ona rağmen davalar açılmıştır mizahçılara… Cem Yılmaz tercihli mizahın başka boyutu ile ama özgün içeriği ile Yiğit Özgür çalışması Ezel Akay tercihi ile sahnede hayat bulmuş… Beklentilerinizi biraz düşürerek salona girip izlerseniz mutlaka eğleneceğiniz bir oyun olduğunu göreceksiniz…

İsmail Cem Özkan

Yiğit Özgür’ün Hunililier
Yönetmen: Ezel Akay
Yazan: Emre Özbay
Sahne/Kostüm Tasarım: Naz Erayda
Müzik: Serdar Ateşer
Işık Tasarım: Cem Yılmazer
Oyuncular: Bahar Kaplan, Bertan Dirikolu, Emre Kıvılcım, Güliz Gündüz, Hakan Eke, Hasan Eflatun Akay, Kerime Obenik, Merve Polat, Reşit Berker Enhoş ve Tufan Afşar



13 Ocak 2019 Pazar

Kimliksiz muhalefet!


Kimliksiz muhalefet!

12 Eylül geliş süreci ve amacı çok net olarak çizilmiş bir projeydi. O proje başarılı bir şekilde seçilmiş figüranlar ile hayata geçirildi ve başarıldı.

12 Eylül başta siyasi kimliği yok etti, küresel politika olarak karşımıza çıkan “sınıfları ortadan kaldırma” adına uygulanan liberal ekonomiden çok beslendi. Onun doğal sonucu olarak “dört eğilimi bir parti bayrağı altında buluşturan” iktidarlar dönemi başladı. 24 Ocak kararları alarak ülkemizin kırıma noktasında önemli bir emeği olan Turgut Özal, geçmiş ile tüm bağın koparıp, sermayenin ilk gömlek değiştiren siyasetçisi unvanını alacaktı. Sivilleri temsil ediyordu ama askeri rejimin de gelme gerekçesi olacaktı. O muhafazakar kesimin politikası gibi sunulan ama liberal politikayı hayta geçiren bir siyasetçi olarak 12 Eylül rejimin kendisine açtığı kapılardan rahatlıkla geçecek ve ilk siyasi diyalog ya da kimliksiz muhalefetin de yaratıcı olacaktır. İlk büyük başarısı siyasetçilerin katıldığı tartışma programında köprülerin satılması konusunda muhalefet lideri “solcu” Halkçı Parti başkanı Calp ile girdiği inatlaşma. Aslında orada yapılan iş gelecek yıllarda politikacıların genel bir duruşu ve şablonu olacaktı. İlk algoritmalar amatörlük ve mizahı içinde taşıyacak şekilde yerleşti ve başarı kazanınca yöntem diğer politikacılar da karşısında kimliksizleştirilmiş muhalefete karşı uygulayacaktı. Her şeyi bile “muhalefet”in olduğu yerde algoritma sırasına bakarak istediğin sonuca ulaşabiliyorsunuz!

12 Eylül sonrası muhalefetin elinden kimliği alındı, işçi sınıfının örgütlü bir yapısı kitlesel boyuta ulaşmayacak şekilde ilişkiler parçalanmış, “kendisini kurtarma” telaşı içinde olan geçmişin liderleri önce kendileri ve yakınları için projeler üretirken sınıf artık yeni küresel dünya düzeni içinde kimliğini kaybetmiş gibi bir izlenim oluşmasına katkı sundular. Sınıfsız toplumda düşman ortadan kalktığında liberalizm sorunsuz bir şekilde ulus devlet ile mücadelesine girişebilirdi ve girişti de. Ulus devletin kazanımlarını tek tek elinden alırken, var olan tüm sosyal haklarda ortadan kalktı ya da altı boşaltıldı. Devlet küçülürken küçülen devlet olduğunu kabul ettik ama küçülen bizim kazanımlarımızdı aslında. Küçülen ilişkilerimizdi. Küçülen örgütlü muhalefetti.

Yeni bir ülke yaratılıyordu, liberalizm geçmiş ile yüzleşme adı altında o güne kadar hasır altı edilmiş sorunlara dokunulacağı, karşılaştırmalı tarih ile geçmişin yeninden yorumlanacağı konusunda iyimser bir hava yaratıldı. Askeri vesayetten kurtulma adı altına o güne kadar gelen sözde de olsa göreceli olan kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılıyordu. Elbette bunu iktidar tek başına yapamayacaktı, yapmadı da kendi muhalefetini yaratarak muhalefetin söylemleri iktidarın daha fazla propaganda yapmasına ihtiyaç olmadan en verimli şekilde sonlandırılmıştır. Muhalefet sağı yok etmek için sağ adayları ve sağ liderleri seçmenin önüne getirerek solun hiçbir zaman iktidar aday olmayacağını kabul etmiştir… Muhalefet hadım edilmiş konumdadır, iktidarın eline ve sözüne bakarak muhalefet yapmayı seçmiş ve ona göre söylem geliştirmektedir. Turgut Özal ile Necdet Calp’in “sattırırım” “sattırmam” diyalogları özneler ve içerikler değişmiş olsa da devam etmektedir ve iktidar her seferinde karlı çıkmaktadır… İktidarın sürekli kazandığı bir diyalog gölge oyunu Karagöz ve Hacivat diyalogları ile paralellik göstermektedir.

Uzun yıllardır aynı algoritmalar ile aynı sonuç elde eden iktidar yeni seçim yarışına yine bildik söylemler ve toplumun içinde yeni cepheler oluşmasına olanak sunan hareketler ile girmektedir. Bir eli ile barış güvercini bir kesime ulaştırırken, diğer ile yeni operasyonlara göz kırmaktadır. Diğer yandan muhalefetin vereceği tepki önceden belli olan bazı duyarlı alanlara sert söylemler yaparak, muhalefeti ve gündemi değiştirerek sanki ülkede çok şey oluyormuş ya da olmuyormuş gibi hava yaratarak gerçekte olmakta olanın üzerini başarılı bir şekilde örtmektedir. Bilgi eksikliği içinde olan muhalefetin ise elinde olmayan bilgiler ile sanki varmış gibi kabul ederek çıkardığı sonuçlar elbette yanlış sonuçlara götürecektir ve kaçınılmaz olan da sürekli yaşanmaktadır.

Peki, var olan bu oyun bozulamaz mı? Elbette bozulur, çünkü iktidarın oyunu bozmak istiyorsanız onun yarattığı muhalefeti ortadan kaldırmak ile mümkündür. Çünkü iktidarı güçlü tutan muhalefettin iktidarın istediklerin sürekli yapıyor olmasındadır…

Muhalefetin eleştirisiz durumu ve sürekli sağ adaylar ile seçmenin karşısına çıkan ana muhalefet partisi, toplumu bir arada tutuma yerine kendisine verilen küçük alanlarda sorunsuz ve kendi iktidarı içinde yaşamaktadır. Kendi iktidarı içinde tıpkı iktidar partisi gibi hareket etmekte ve içinde gelişme olasılığı olan muhalefetin yaşam alanı bile sunmaktadır… İktidarın ve muhalefetin elinde tuttuğu belediyelerde ki ortak özellikler o kadar fazla ki, farklı olanları saymak daha kolaydır, aralarında ki tek fark başkanlarının farklı olmasıdır, onun dışında bir birinin aynısı gibidir. Her ikisi de işçi sınıfının örgütlü günce karşı duyarlıdır ve gerek duyduklarında haklarını arayan işçinin üzerine biber gazı, istediklerinde kapı önüne koyarak açlık ile terbiye etmek istemeleridir.

Algoritma içeriği, sırası değiştirilecek bir yeni muhalefet partisine ihtiyaç vardır, aksi halde her seçim ve referandum döneminde aynı sonuçları alacağımız Hacivat Karagöz diyalogları ile oyalanmaya devam etmeye devam edeceğiz. Kimliksizleştirilmiş muhalefet yerine kimliği olan, duruşunu ve ilkesini ortaya koyan bir kitlesel muhalefet hareket gelişirse iktidar ve onun lideri bu kadar rahat gündem değiştiremeyecektir…

İsmail Cem Özkan