Galata Gazete


17 Ekim 2024 Perşembe

Godot geldi, gerçek tüm çıplaklığı ile ortada duruyordu.

Godot geldi, gerçek tüm çıplaklığı ile ortada duruyordu.

Ülkemizde birçok yetenekli, işini iyi bilen yönetmen vardır, onların yönettiği oyunlar sahnelerde yer almaya devam ediyor, etmeleri ülkemiz insanı ve tiyatro severleri için büyük bir şanstır. Onlardan biridir Ragıp Yavuz.

Ragıp Yavuz, günümüzde gündeme/ana dokunan, siyasi eleştiriyi dolaylı ya da direkt olarak yapan ve bunu estetik kuralları içinde en güzel başaranlardan biridir… Ne zaman afişlerde, duyurularda Ragıp Yavuz ismini okusam onun yönettiği oyunu izlemek için sabırsızlanırım, izleyemediklerim için üzülürüm. Sadece yönetmen mi, elbette değil, örneğin dekor tasarımı konusunda Barış Dinçel ismini gördüğümde, onun düzenlemesini görmek için bile oyuna gidip bakıyorum. Birbirinden başarılı oyuncular, yönetmenler, tiyatronun her bir alanı için işinde uzmanlaşmış insanları gördükçe çok mutlu oluyorum, çünkü onların sayesinde ortak üretim olan tiyatrodan birçok şey öğreniyorum, çünkü geleceğimiz de bana göre tiyatro gibi olacaktır, komünal, düşünüp, komün yaşayacağız. Bireyselleştiren kapitalizmin alternatifidir komuna düşünmek ve yaşamak. Ve bana göre gerçek mutluluk oradadır…

Geçmişte yaşanmış olan insanlığı ileriye taşımayı hedef koyan tüm denemelerin eleştirisi kurulacak yeni yaşamdır. Yüzleşme ancak ve ancak sanat ile olacaktır, yarının yüzleşmesi, geçmişin başarısızlıklarının eleştirisi ile olacaktır.

Samuel Beckett’in yazdığı Godot Beklerken oyununda yarattığı karakter ve ortaya çıkardığı beklentiye sonsuzdur, sonuçta hareket etmek isteyene karşı “bekle” denmektedir. Beklenti sonsuzdur, çünkü bir gün gelecek ve yaşadıkları tüm olumsuzluktan kurtulacaklardır. Peki, bu beklentiyi sona erdirecek Godot gelirse?

Beklentiyi ortadan kaldırıp beklenene somut bir karakter çizilmiş olursa nasıl bir yüzleşme ile karışılacaktık, çünkü soyut olan somuta dönüştüğünde kafada oluşturulan ile gerçeklik arasında bir hesaplaşma ortaya çıkacaktı. Felsefi olarak kafa yorulan sorular, somut olarak tarihsel yüzleşme demektir…

Miodrag Bulatović bu yüzleşmeyi sahneye taşımıştır. Beklenti, kurtarıcıdır ama kurtarıcı nasıl biri olacaktır, nasıl görünecektir? İnsanı duyguları ve tepkileri nasıl olmalıdır? İdeal olan ile somut olan arasında uçurum nasıl olacaktır? Bir de beklenti içinde olanlar genelde çaresiz, zayıf insanlar arasında gerçektir, zaten güçlü olanın beklentisi olmaz, olsa olsa kasasını daha fazla doldurmak, daha fazla yağma yapacağı kanuni düzenlemedir. Kapitalist düzende acımasız bir yağma vardır, onun ortaya çıkardığı örgütsüz toplumların, bireylerin çaresizliği. Çaresiz olanlar feodal dönemlerden almış olduğu bir halk kahramanıdır. Bir kahraman gelecek ve kurtaracak ve o devletin babası olacaktır, aynı zamanda devletin babası çaresiz, fakir, mazlumlarında babasıdır!

Miodrag Bulatović “Kimin geldiği hiçbir zaman tam olarak bilinmez, ancak gidenin kim olduğu kesinlikle bellidir.” diye belirtmektedir oyunda. Godot geldi ve giderken arkasında ne bırakacaktı? Oyunun sonunda sahneyi terk ederken Godot, seyircinin kafasında nasıl bir iz bırakıp gitti?

Sahne, postane yakınında, demiryolu kenarında bir bataklık olarak tasarlanmış. Sahnenin her iki tarafından verilen dumanlar ile bir anlamda bir bataklık havası verilmiş, aynı zamanda gelen ve giden buharlı treni de somutlaştırmaktadır…

Çaresiz, üstü perişan iki insan idam ipi asılı olan bir ağacın altında, içlerini boşaltırken aynı zamanda yiyeceklerini oluşturuyordu. Çaresiz ama beklenti içinde iki insan ortalıkta dolaşan bir söz duymuşlardı, “Godot geliyordu”. Beklenen sonunda geliyordu: nasıl birini, nasıl görünüyordu?

Sürgüne giden her insan, sevdiklerini kendinden ayıran trenlerden nefret eder, çünkü trenler ikinci dünya savaşında Yahudileri ölüm kamplarına götürmüştür. Vladimir ve Estragon, trenin her geçişinde ürkerler. Trenlerin birinci sınıf kompartımanında giden bütün yolcuları domuzlardır. (Hayvanlar Çiftliğine bir göndermedir) Onlardan korkmaktadır, her geçişte onlara gözükmemek için saklanırlar, korku ile birbirine sarılır.

Oyunun her anı imgeler ile işlenmiştir, imgeler çoğu zaman sözün yerini alır, sizi görünene değil, anlatılmak istenene davet eder. Yüzleşme bir sahnede gerçekleşmektedir, çünkü beklenen somut olarak gelecektir…

Godot, yenik ve güçsüzlerin uydurmasıdır.

Soyut, belirsiz bir kurtarıcı gelecektir ve onları bu durumdan kurtaracaktır!

Mizah burada kararmış şekilde işin içine girer.

Godot gelmeden önce sefalet, geldikten sonrada sefalet aynı şekilde kalacaktır.

Godot beklenenleri karşılayamacaktır, zaten öyle bir misyonu da yoktur, ona öyle bir anlam yüklenmiştir. Bir bardak suda fırtına çıkacak ve dinecektir, başlangıçta olanlar bittiğinde beklentileri ve hayalleri bitmiş olarak oradan ayrılacaktır.  Hayatlarında değişim, beklentinin sona ermesidir sefalet varlığını benzer bir şekilde devam edecektir.

Ve beklenen Godot gelir.

Bir fırıncıdır. Ekmek ve özgürlüktür sloganı.

Vladimir ve Estragon’un büyük umutla bekledikleri Godot’ya karşı tepkileri de çok farklılaşıyor. Kurtarıcı, kendi hayatlarını ortadan kaldıracak bir uyarıcıdır ve onlar kendi hayatlarına karışılmasından memnun değildirler. Beyaz un onların her şeyini değiştirecektir ve beyaza karşı direnişe geçerler, Godot’a saldırmaya, onu dışlamaya başlarlar.

Godot ise gelmeden önce postanede çalışan kadınla birlikte olmuştur, bir anlamda ataerkil toplumun bir bireyidir…

Oyuna Pozzo, Lucky adlı iki karakter girer. Pozzo elinde tuttuğu iple, Lucky’i hayvanlaştırmıştır/köleleştirmiştir.

Pozzo “Oysa ben köleliğe özel ilgi duyan bir hümanistim.”

İp kimin elindeyse kapitalist düzende efendi odur. O kişi hayatta kalabilmek, varlığını sürdürebilmek için artık zorba olmak zorundadır. İpin ucuna kim bağlıysa köle de odur. Kölenin varlığı bir hayvandan farksız olarak ipi elinde tutan sahibinin varlığına bağlıdır. Bu düzen sürdükçe, sadece ipi elinde tutan mutlu olacak, diğerleri ezilmeye devam edecektir.

Godot’ya göre var olmak, özgür olabilmektir.

Godot, Lucky’i özgürleştirir ilk bölümde, fakat ikinci bölümde roller değişecektir. Eski düzen özneler değişmiş olsa da devam edecektir.

Oyun yakın tarih ile ilgisi çok, çünkü 2. Dünya savaşı sonrası oluşan atmosferin sahneye imgeler ile aktarılmasını görüyoruz. Bir yandan beklenilen gerçekleşmiş ama kitlelerin hayal kırıklığı ortadadır. Bugünden o günlere bakınca eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu, geçmişin tortularından ve alışkanlıklarından kurtulmadan yeni bir yaşam oluşmuyor. Kısaca oyun tarihe felsefi boyutuyla imgeler ile bakmaktadır.

Oyunun yazım tekniği de bilgi gerektiriyor, çünkü tekniğin getirmiş olduğu çerçeve içindedir. Absürt tiyatro olaylar arasında bir tarih ve konu dizimi yoktur, tesadüfi gibi gelen arka arkaya işleyen öyküler arasında alışılmış bağlantılar seyirciye bir hap gibi sunulmaz… Sonuçta mesaj seyirciye direkt sunulmaz, seyirci masajı kendisine göre alacaktır. Her kişi hayatı nasıl algılıyorsa, oyunun metnini de kendisine göre biçimlendirecek ve sorgulanacaktır. Bir anlamda sizi beklenmeyen anda tarih ile yüzleşmeye, sizin geçmişe dair bakışınızı kara mizahın dili ile sizin yüzünüze çarpması söz konusudur.

Oyun hakkında bu kadar laf etmişken bir de oyuna hayat veren oyunculara bir bakalım! Oyun içinde en çok ilgimi çeken oyuncu olarak Ali Mert Yavuzcan öne çıktı, ilk bölümde köle, çaresiz sadık hayvanı vücut dili ile çok iyi anlatıyor. Pozzo rolü ile Murat Coşkuner Lucky dans ederken, hareketsiz değil, onun hareketini durduğu noktadan beslemektedir, eğer sabit kalıp izlemiş olsa Pozzo sanki ortadan kalkacaktır. Bir efendi, uşağına verdiği rolü izlerken, onu eğitmiş olduğunu da hissettirmektedir.

Vladimir ve Estragon rollerine hayat veren Meriç Benlioğlu ve Can Ertuğrul beklentiyi, beklentinin boşa düşüşü ve hayal kırıklığını hem mimikleri ile hem de vücut dili anlatırken, ses tonlarının iniş çıkışları ile seyirciyi o anın içine çekmektedir. Olay sahnede gerçekleşirken, tarihin yükünü taşımış kuşakların torunları ve onların çocukları seyirci koltuğundadır. Bugün yaşadığımız baskı ve zulüm altında nefes alamayan, gelecek hedefleri ellerinden alınmışların çaresizliği ve beklenen kurtarıcının beklendiği gibi gelmeyeceği, kurtarıcının ancak beklentiden kopup harekete geçmek gerektiğini mizahın vermiş olduğu dil ile seyirciye ulaşmaktadır.

Derya Çetiner ise hareketi, heyecanı, Godot’un cinsel arzusu ve gerçekleştirmesine şahitliğini o kadar doğalmış gibi anlatır ki, seyirci Godot sahneye gelmeden bir insan geldiğini anlarız. Benim gözümden başarılı oyunculardan biri olarak alkışı hak ettiğini düşünüyorum.

Gelelim gelen Godot’a! Godot’a hayat veren Can Başak, o ağırbaşlılığı, aynı zamanda bilgeliği alçak gönüllü olarak sunmakta. Godot bir emekçi, cebinde taşıdığı un ile emeğini bir silaha dönüştürecek kadar gücü olduğunu abartmadan ama doğalmış gibi verirken, yüz ifadesi, kendisine gelen saldırıları soğukkanlı bir şekilde geçiştirmesi çok başarılıdır.

Kostüm elbette mekana uygundur, ezilmiş insanları, medeniyetten uzak yaşamanın getirmiş olduğu kıtlık, aynı zamanda savaştan kaçıp, sığınmış insanları anlatmaktadır. Dekoru telgraf direklerini beğendiğim kadar zemini nedense beğenemedim, çünkü o girinti ve çıkıntılar olmadan da bataklık ışık oyunları ile verilebilinirdi. Sahnedeki zemin oyuncular genelde tek sıra çizgi boyunca oynamasına sebep oluyor izlenimini verdi bana. Ne arka tarafa gidebiliyorlar ne de sahnenin önüne… Sahnede biraz da sanki bataklığın bitkileri de olsaydı, çünkü sonuçta kurak yer değildir bataklıklar… Direklerin konumu, karga, idam ipi, tellerin kargaşasını çok sevdim… Işık konusuna gelince dekordan kaynaklanan bir hareket alanı içinde ancak bu kadar ışık yapılabilirdi duygusu verdi bana… Sonuçta tiyatro tüm parçaların bir bütündür, yönetmen olarak Ragıp Yavuz elindekileri en iyi şekilde sahneye taşımasıdır.

Ben geç kalmış olsam da bu oyunu izlediğim için şanslıyım, sahneye taşıyanlar, sahnede emek verenler, sahnenin görünmeyen yerinden müzik, ses, ışık kumandasında çalışan her emeği geçene çok teşekkür ederim…

İsmail Cem Özkan

 

Godot Geldi

Yazan: Miodrag Bulatović,

Çeviren: Sevgi Soysal

Yönetmen: Ragıp Yavuz

Dekor- Kostüm Tasarımı: Eylül Gürcan

Hareket Düzeni: Yasemin Gezgin Yavuzcan

Işık Tasarımı: Murat Özdemir

Efekt Tasarımı: Erhan Aşar

Yönetmen Yardımcısı: Mana Alkoy

Reji Asistanları: Şenay Bağ, Ada Alize Ertem

Oyuncular: Ali̇ Mert Yavuzcan, Can Başak, Can Ertuğrul, Derya Çeti̇nel, Meri̇ç Benli̇oğlu, Murat Coşkuner

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.