Galata Gazete


26 Ekim 2024 Cumartesi

Sahipsiz mektuplar ölüm kokar…

Sahipsiz mektuplar ölüm kokar…

İnsanlık tarihinin en acımasız, en kanlı, en vurdumduymaz süreci hepimiz yaşadığımızı hissediyoruz…  Öyle bir tarih kırılıyor ki, sanki daha önce kırılmalardan daha farklı, daha derinden toplumları, devletleri kucaklamış yok ediyor gibi. Kırılma öyle bir ses çıkarıyor ki, toprak yerinden oynuyor, yer üstünde yaratılmış insanlık birikimleri tozların arasında yok oluyor. Savaş ve barış iç içe geçmiş, nerede başladı katliam, nerede dönüştü bir bayrama belli değil, barış diğerinin yenilgisi, ötekinin zaferidir… Ulus devletin yaratmış olduğu tüm alışkanlıkların yok edildiği, sadece tüketim çılgınlığı üzerine kurulu, hizmet sektörünün içinde insanları bir buğday tanesi gibi ufaladığı zamanı yaşıyoruz.

Bu zaman diliminde mahkemeler daha fazla iş yapar oldu, evrak birikti, biriken evrakı eritmek için avukatlar yanlarına elemanlar aldılar. Çünkü ülkemizde en fazla vergi verenler arasında avukat var, şaşılması gereken şey sanki olağan ve normal gibidir. Avukatlık bürosu eskiden küçük bir odaydı, şimdi ise plaza apartmanlarda kat kat yerlerini almışlardır. Avukatlar çok para kazanıyor derler, çok azı vergi verir, çünkü kara paranın olduğu yerde avukatlar birilerini ve bir şeyleri aklarken kazançlarını nasıl vergi sistemine dahil edebilirler ki, çünkü onların bir bölümü müvekkilinin hem avukatı hem de tetikçisi olmuştur. Karşısında yer alanı yok etmek için her türlü yasal, yasa dışı güçleri kullanarak aranan avukat olmayı seçerler…

New York şehrinde yaşayan bir avukat de yanına elemanlar almış, evrak çoğaltmak için elemanlar yeterli gelmeyince yanına bir eleman almak için gazeteye ilan verir ve o ilana yanıt kısa sürede gelir. Kapıda gelen donuk bakışlı, sessiz birini işe alır ve ilk verdiği işi hatasız bir şekilde yerine getirir, hatta hiç mola vermeden diğer çalışanlardan fazla iş çıkarır. Fakat bu hızı birkaç gün sonra ortadan kalkar, yerini sessizlik alır, neden böyle olduğunu sorgulayan işveren avukat konuşmaya gider ama aldığı yanıt hep donuk, sakin, aynı ses tonunda verilen kısa yanıtla geçiştirilir… "Yapmamayı tercih ederim." Sözü ilk duyulduğunda “sivil itaatsizlik” olarak anlaşılmaz…  Neden işi bıraktığını sorgular avukat… “neden, neden” diye kendi kendine sorarken aslında nedenini bilmediği yanıtlara kendi hayali işin içine karışıyor, empati kuruyor ve her empati ona acıma ile karışık bir öfkeyi de içine karışıyordu. Gözleri mi görmüyordu, neden bir pencerenin önünde sessizce karşı duvara bakıyordu, neden tek bir cümle dışında konuşmuyordu? Sorular, sorulara gebe kalıyor ve her doğan soru başkasını doğuruyor ve o büro içinde kaosa yol açıyordu… Günler böyle geçiyordu, iş arkadaşları da sessiz kalan kâtip Bartleby’e karşı öfke duyarlar, onun bu durumunu algılamak yerine, kendileri gibi çalışmasını istemektedir, çünkü onun yapmadığı her iş kendilerine iş olarak dönmektedir… Büro içinde oluşan bir dengesizlik söz konusudur, işten atamayan avukat bu duruma sinirleniyor ama yumuşak yüreği onu sokağa bırakmak da istemiyor, çünkü dışarıda ne yapabilirdi? Bir gün bir çare bulur ve taşınmak! Onu orada büroda bırakarak taşınırlar… Sorunlar bitmez, kâtip Bartleby orada kalmıştır ama avukatın da peşini bırakmaz, o artık onun dostu ve arkadaşı olarak algılanır ve eski ev sahibinin de tepkisini çeker, o boş büroda yaşayan Bartleby atılış ama binada yaşamaya devam etmektedir…

Olaylar öyle bir gelişme yaşanır ki sonuçta ne olacağını oyuna giderek öğrenebilirsiniz…

Günümüzde  “sivil İtaatsizlik” olarak adlandırılan eylemin yıkıcı sonucu ile yaşanıyordu. Kapitalist sistemin içinde biri çalışmak istemiyordu, öylesine orada olmak ve varlığını orada devam ettirmek istemektedir ve var olan tüm algılara karşı bir sessiz isyanın vücut bulmuş haliydi. Aklınıza hemen Gandi ve Hindistan gelecektir, fakat olayın örgüsü Hindistan'dan çok farklıdır, farklı bir yol izleyecektir.

Bartleby, bir reddedişin Gandi ile ortak yönü: bir direnişin, nihayet insanın kendisi olarak kalma iradesinin oyunda ki ölümsüz simgesidir.

Absürt bir öykünün tarihte ilk defa metne dönüşmüş halidir. Öykü metne dönüşürken, yaşadığımız zamanın absürtlüğü de göz önüne alındığında tiyatro sahnelerinde absürt eserlerin canlanması tesadüfi midir? Her şey saçma, olaylar birbirinden bağımsız ama sonucu ile insan denen canlıyı etkileniyor… Yaşadığımız zamanda her gün saçma sapan bir olayın yaratmış olduğu gündem ile savruluyoruz, sonra o olay henüz çözülmeden başka saçma sapan bir gündem içinde buluyoruz, ne sonlanıyor ne de devam ediyor. O artık unutulmaya bırakılmış ama içinde devam eden bir süreçtir.

Yusuf Kısa anlatıcı ve avukat rolünü öyle bir canlandırıyor ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz, çünkü öykü avukatın anlatımı üzerine kuruludur ve onun gözünden olayla bakıyoruz ve bu saçma sapan durumun geçmişini bilmeden ama sonucunu göreceğimiz öyküye hayat ve yön vermektedir. Oyun süresi boyunca sahneden hiç ayrılmadan, oyunu yönlendirmiş, diğer oyuncuların ona yapmış olduğu pozitif katkıyı kucaklayıp seyirciye aktarmıştır… Seyirciyi de kendi kurduğu kurgunun içine davet etmektedir. Nedenini bilmediğimiz olay hakkında hayal kurmamızı ve kurduğumuz hayale uygun akıl yürütmesine istemsiz bir şekilde katıldık. Yeri geldi güldük, yeri geldi bu saçmalığın acaba günümüzde iş adamları nasıl davranırdı, çünkü bugün öyle neden sonuç araştırması yapmak yerine çıkara göre tavırlar ve tepkiler verilmektedir…

Can Seçki, Dorukhan Kenger, Osman Onur Can ise avukat bürosunda sürekli çalışan, geçmişten gelen bir samimiyet söz konusudur ve aynı zamanda avukatı patronları olarak değil, onunla birlikte büroyu yaşatmaya çalışan emekçilerdir. Her üçü de birbirinden farklı karaktere sahiptir ama ortak üretimin birbirinin açığını kapatan bir bütündür. Bir denge vardır ve o denge sanki sonsuza kadar devam edecek gibidir… Bartleby gelene kadar var olan denge devam eder, hatalarından çıktığında da devam edecektir.

Bartleby rolü ile Kerem Aktı öne çıkmaktadır. Sahin, hiç değişmeyen yüz ifadesi, sakin, durağan hali ile bir eylemcidir ama eylemini öyle bir şekilde yapmaktadır ki, oyun boyunca duruşunuz bozmaz... Kerem Aktı Bartleby rolünü öyle içselleştirmiştir ki, o kenarda, duvara bakan biri olarak yerini zamandan bağımsız olarak bozmaz… O zamanı ortadan kaldırmış, sonsuzluk içinde yaşayan mekandan bağımsız bir soyut insana dönüştürmüştür...

Yusuf Eradam çevirisi Oya Yağcı dramaturji ile Muhammet Uzuner’in eline muhteşem bir tekst vermişler. O ise var olan öyküyü sahneye uyarlamış, bir anlamda absürt bir tiyatroya dönüştürmüştür. Yaşadığımız anın röntgenini “sivil itaatsizlik” çerçevesinden yeniden yaratmıştır. Saçma sapan görünen bir olayın öyküsü olabilir mi, olur, hatta tiyatrosu bile olur… Muhammet Uzuner’in yönetiminde, her oyuncuya verdiği rollerin karşılığını oyun sonunda aldığı alkışlar ile kanıtlamıştır.

Oyunu sıkıcı olmaktan çıkaran ses, ışık ve dekordur. Bu alt yapı olmadan oyuncuları performansı ne görünür olurdu, ne de oyunun ruhu sahnede canlanabilirdi. Oyunda en büyük işlevi ışıkta görürken, aslında ışığın hareket ettiği yerlerdeki nesnelerin duruşu. Dekor olarak sahnede çok fazla bir şey yoktur, eksik bir şey de yoktur. Kısaca oyunu en az eşya ile en verimli haline getiren dekordur. Çalışma masasının hareketli olması oyunculara büyük bir avantaj sağlamıştır. Seçilen kıyafetler ile oyunun içine seyirciyi davet edilirken, Nihan Şen’in yeteneği ile oyuna kıyafet giydirmiştir. Üstelik oyunda rol alanların ve öykünün üstüne tam tamına oturmuştur. .

Oyunu monolog olarak çıkaran ise diyaloglardan daha öne çıkan ses efekti ve müziktir. Müzik ve oyunun akışında kullanılan efektler oyunda vurgulanması gerekenler öne çıkarılarak seyirciye doğrudan ulaşmasına yol açmıştır. Gözümüzü kapatıp bir an müziksiz oyunu dinlemeye çalışın, oyunun monoloğu sizi oyundan uzaklaştırabilir, karanlığı yaran ışığın altında oluşan ses dalgası bizi oyunun absürt halini doğallaştırmakta ve sanki absürt bir durum değil de doğal bir masal kahramanının mağdur olana karşı bizi empati yapmak için yol açmaktadır…

Sonuç olarak oyunda kapıda bilet kesenden, konukları karşılayanlar, oyunu sahneyi taşıyandan, oyunun öyküsünü bunu sahneleyelim diyen ekibin ortak bir emeğin üründür ve burada emeği geçenlere çok teşekkür ediyorum.

“Bu geçtiğimiz ve içinde bulunduğumuz zamanı en iyi absürt bir oyun anlatırdı, absürt zamanların absürt oyunu olur…” diye belirtti ayak üstü sohbetimizde oyunun yönetmeni Muhammet Uzuner. Katılmamak mümkün mü?

 

İsmail Cem Özkan

 

Kâtip Bartleby

"Yapmamayı Tercih Ederim"

Yazan: Herman Melvılle

Çeviren: Yusuf Eradam

Sahneye Uyarlayan ve Yöneten: Muhammet Uzuner

Dekor Tasarımı: Veli Kahraman

Kostüm Tasarımı: Nihan Şen

Dramaturg: Oya Yağcı

Müzik: Berkay Özideş

Işık Tasarımı: Muhammet Uzuner

Afiş Tasarımı: Veli Kahraman

Oynayanlar: Can Seçki, Dorukhan Kenger, Kerem Aktı, Osman Onur Can, Yusuf Kısa

Işık Kumanda: Ekin Bora Boran

Efekt Kumanda: Harun Özkan

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.