Sahipsiz mektuplar ölüm kokar…
İnsanlık tarihinin en acımasız, en kanlı, en vurdumduymaz
süreci hepimiz yaşadığımızı hissediyoruz… Öyle bir tarih kırılıyor ki,
sanki daha önce kırılmalardan daha farklı, daha derinden toplumları, devletleri
kucaklamış yok ediyor gibi. Kırılma öyle bir ses çıkarıyor ki, toprak yerinden
oynuyor, yer üstünde yaratılmış insanlık birikimleri tozların arasında yok
oluyor. Savaş ve barış iç içe geçmiş, nerede başladı katliam, nerede dönüştü
bir bayrama belli değil, barış diğerinin yenilgisi, ötekinin zaferidir… Ulus
devletin yaratmış olduğu tüm alışkanlıkların yok edildiği, sadece tüketim
çılgınlığı üzerine kurulu, hizmet sektörünün içinde insanları bir buğday tanesi
gibi ufaladığı zamanı yaşıyoruz.
Bu zaman diliminde mahkemeler daha fazla iş yapar oldu,
evrak birikti, biriken evrakı eritmek için avukatlar yanlarına elemanlar
aldılar. Çünkü ülkemizde en fazla vergi verenler arasında avukat var, şaşılması
gereken şey sanki olağan ve normal gibidir. Avukatlık bürosu eskiden küçük bir
odaydı, şimdi ise plaza apartmanlarda kat kat yerlerini almışlardır. Avukatlar
çok para kazanıyor derler, çok azı vergi verir, çünkü kara paranın olduğu yerde
avukatlar birilerini ve bir şeyleri aklarken kazançlarını nasıl vergi sistemine
dahil edebilirler ki, çünkü onların bir bölümü müvekkilinin hem avukatı hem de
tetikçisi olmuştur. Karşısında yer alanı yok etmek için her türlü yasal, yasa
dışı güçleri kullanarak aranan avukat olmayı seçerler…
New York şehrinde yaşayan bir avukat de yanına elemanlar
almış, evrak çoğaltmak için elemanlar yeterli gelmeyince yanına bir eleman
almak için gazeteye ilan verir ve o ilana yanıt kısa sürede gelir. Kapıda gelen
donuk bakışlı, sessiz birini işe alır ve ilk verdiği işi hatasız bir şekilde
yerine getirir, hatta hiç mola vermeden diğer çalışanlardan fazla iş çıkarır.
Fakat bu hızı birkaç gün sonra ortadan kalkar, yerini sessizlik alır, neden
böyle olduğunu sorgulayan işveren avukat konuşmaya gider ama aldığı yanıt hep
donuk, sakin, aynı ses tonunda verilen kısa yanıtla geçiştirilir…
"Yapmamayı tercih ederim." Sözü ilk duyulduğunda “sivil itaatsizlik”
olarak anlaşılmaz… Neden işi bıraktığını sorgular avukat… “neden, neden”
diye kendi kendine sorarken aslında nedenini bilmediği yanıtlara kendi hayali
işin içine karışıyor, empati kuruyor ve her empati ona acıma ile karışık bir
öfkeyi de içine karışıyordu. Gözleri mi görmüyordu, neden bir pencerenin önünde
sessizce karşı duvara bakıyordu, neden tek bir cümle dışında konuşmuyordu?
Sorular, sorulara gebe kalıyor ve her doğan soru başkasını doğuruyor ve o büro
içinde kaosa yol açıyordu… Günler böyle geçiyordu, iş arkadaşları da sessiz
kalan kâtip Bartleby’e karşı öfke duyarlar, onun bu durumunu algılamak yerine,
kendileri gibi çalışmasını istemektedir, çünkü onun yapmadığı her iş
kendilerine iş olarak dönmektedir… Büro içinde oluşan bir dengesizlik söz
konusudur, işten atamayan avukat bu duruma sinirleniyor ama yumuşak yüreği onu
sokağa bırakmak da istemiyor, çünkü dışarıda ne yapabilirdi? Bir gün bir çare
bulur ve taşınmak! Onu orada büroda bırakarak taşınırlar… Sorunlar bitmez,
kâtip Bartleby orada kalmıştır ama avukatın da peşini bırakmaz, o artık onun
dostu ve arkadaşı olarak algılanır ve eski ev sahibinin de tepkisini çeker, o
boş büroda yaşayan Bartleby atılış ama binada yaşamaya devam etmektedir…
Olaylar öyle bir gelişme yaşanır ki sonuçta ne olacağını
oyuna giderek öğrenebilirsiniz…
Günümüzde “sivil İtaatsizlik” olarak adlandırılan
eylemin yıkıcı sonucu ile yaşanıyordu. Kapitalist sistemin içinde biri çalışmak
istemiyordu, öylesine orada olmak ve varlığını orada devam ettirmek
istemektedir ve var olan tüm algılara karşı bir sessiz isyanın vücut bulmuş
haliydi. Aklınıza hemen Gandi ve Hindistan gelecektir, fakat olayın örgüsü
Hindistan'dan çok farklıdır, farklı bir yol izleyecektir.
Bartleby, bir reddedişin Gandi ile ortak yönü: bir
direnişin, nihayet insanın kendisi olarak kalma iradesinin oyunda ki
ölümsüz simgesidir.
Absürt bir öykünün tarihte ilk defa metne dönüşmüş halidir.
Öykü metne dönüşürken, yaşadığımız zamanın absürtlüğü de göz önüne alındığında
tiyatro sahnelerinde absürt eserlerin canlanması tesadüfi midir? Her şey saçma,
olaylar birbirinden bağımsız ama sonucu ile insan denen canlıyı etkileniyor…
Yaşadığımız zamanda her gün saçma sapan bir olayın yaratmış olduğu gündem ile
savruluyoruz, sonra o olay henüz çözülmeden başka saçma sapan bir gündem içinde
buluyoruz, ne sonlanıyor ne de devam ediyor. O artık unutulmaya bırakılmış ama
içinde devam eden bir süreçtir.
Yusuf Kısa anlatıcı ve avukat rolünü öyle bir canlandırıyor
ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz, çünkü öykü avukatın anlatımı
üzerine kuruludur ve onun gözünden olayla bakıyoruz ve bu saçma sapan durumun
geçmişini bilmeden ama sonucunu göreceğimiz öyküye hayat ve yön vermektedir.
Oyun süresi boyunca sahneden hiç ayrılmadan, oyunu yönlendirmiş, diğer
oyuncuların ona yapmış olduğu pozitif katkıyı kucaklayıp seyirciye aktarmıştır…
Seyirciyi de kendi kurduğu kurgunun içine davet etmektedir. Nedenini
bilmediğimiz olay hakkında hayal kurmamızı ve kurduğumuz hayale uygun akıl
yürütmesine istemsiz bir şekilde katıldık. Yeri geldi güldük, yeri geldi bu
saçmalığın acaba günümüzde iş adamları nasıl davranırdı, çünkü bugün öyle neden
sonuç araştırması yapmak yerine çıkara göre tavırlar ve tepkiler verilmektedir…
Can Seçki, Dorukhan Kenger, Osman Onur Can ise avukat
bürosunda sürekli çalışan, geçmişten gelen bir samimiyet söz konusudur ve aynı
zamanda avukatı patronları olarak değil, onunla birlikte büroyu yaşatmaya
çalışan emekçilerdir. Her üçü de birbirinden farklı karaktere sahiptir ama
ortak üretimin birbirinin açığını kapatan bir bütündür. Bir denge vardır ve o
denge sanki sonsuza kadar devam edecek gibidir… Bartleby gelene kadar var olan
denge devam eder, hatalarından çıktığında da devam edecektir.
Bartleby rolü ile Kerem Aktı öne çıkmaktadır. Sahin, hiç
değişmeyen yüz ifadesi, sakin, durağan hali ile bir eylemcidir ama eylemini
öyle bir şekilde yapmaktadır ki, oyun boyunca duruşunuz bozmaz... Kerem Aktı
Bartleby rolünü öyle içselleştirmiştir ki, o kenarda, duvara bakan biri olarak
yerini zamandan bağımsız olarak bozmaz… O zamanı ortadan kaldırmış, sonsuzluk
içinde yaşayan mekandan bağımsız bir soyut insana dönüştürmüştür...
Yusuf Eradam çevirisi Oya Yağcı dramaturji ile Muhammet
Uzuner’in eline muhteşem bir tekst vermişler. O ise var olan öyküyü sahneye
uyarlamış, bir anlamda absürt bir tiyatroya dönüştürmüştür. Yaşadığımız anın
röntgenini “sivil itaatsizlik” çerçevesinden yeniden yaratmıştır. Saçma sapan
görünen bir olayın öyküsü olabilir mi, olur, hatta tiyatrosu bile olur…
Muhammet Uzuner’in yönetiminde, her oyuncuya verdiği rollerin karşılığını oyun
sonunda aldığı alkışlar ile kanıtlamıştır.
Oyunu sıkıcı olmaktan çıkaran ses, ışık ve dekordur. Bu alt
yapı olmadan oyuncuları performansı ne görünür olurdu, ne de oyunun ruhu
sahnede canlanabilirdi. Oyunda en büyük işlevi ışıkta görürken, aslında ışığın
hareket ettiği yerlerdeki nesnelerin duruşu. Dekor olarak sahnede çok fazla bir
şey yoktur, eksik bir şey de yoktur. Kısaca oyunu en az eşya ile en verimli
haline getiren dekordur. Çalışma masasının hareketli olması oyunculara büyük
bir avantaj sağlamıştır. Seçilen kıyafetler ile oyunun içine seyirciyi davet
edilirken, Nihan Şen’in yeteneği ile oyuna kıyafet giydirmiştir. Üstelik oyunda
rol alanların ve öykünün üstüne tam tamına oturmuştur. .
Oyunu monolog olarak çıkaran ise diyaloglardan daha öne
çıkan ses efekti ve müziktir. Müzik ve oyunun akışında kullanılan efektler
oyunda vurgulanması gerekenler öne çıkarılarak seyirciye doğrudan ulaşmasına
yol açmıştır. Gözümüzü kapatıp bir an müziksiz oyunu dinlemeye çalışın, oyunun
monoloğu sizi oyundan uzaklaştırabilir, karanlığı yaran ışığın altında oluşan
ses dalgası bizi oyunun absürt halini doğallaştırmakta ve sanki absürt bir
durum değil de doğal bir masal kahramanının mağdur olana karşı bizi empati
yapmak için yol açmaktadır…
Sonuç olarak oyunda kapıda bilet kesenden, konukları karşılayanlar,
oyunu sahneyi taşıyandan, oyunun öyküsünü bunu sahneleyelim diyen ekibin ortak
bir emeğin üründür ve burada emeği geçenlere çok teşekkür ediyorum.
“Bu geçtiğimiz ve içinde bulunduğumuz zamanı en iyi absürt
bir oyun anlatırdı, absürt zamanların absürt oyunu olur…” diye belirtti ayak
üstü sohbetimizde oyunun yönetmeni Muhammet Uzuner. Katılmamak mümkün mü?
İsmail Cem Özkan
Kâtip Bartleby
"Yapmamayı Tercih Ederim"
Yazan: Herman Melvılle
Çeviren: Yusuf Eradam
Sahneye Uyarlayan ve Yöneten: Muhammet Uzuner
Dekor Tasarımı: Veli Kahraman
Kostüm Tasarımı: Nihan Şen
Dramaturg: Oya Yağcı
Müzik: Berkay Özideş
Işık Tasarımı: Muhammet Uzuner
Afiş Tasarımı: Veli Kahraman
Oynayanlar: Can Seçki, Dorukhan Kenger, Kerem Aktı, Osman
Onur Can, Yusuf Kısa
Işık Kumanda: Ekin Bora Boran
Efekt Kumanda: Harun Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.