Galata Gazete


24 Ekim 2024 Perşembe

Köprü altında doğan kız çocukların tarihinden…

Köprü altında doğan kız çocukların tarihinden…

Suat Derviş yazdığı eser sözel tarihin yazıya dönüştürülmüş halidir. Bir zamanlar Karaköy, Tophane arasında yaşanmış ve en alttakilerin sesi, dili oluyor…

Eserde tarihsel İstanbul’un en yakınında yer alan ve Galata bölgesinin sahilini temsil eden bir yer seçilmiştir. Perşembe Pazarının hemen üstünde yer alan Bankalar Caddesinden, Tophaneye giden yolun üzerinde yaşanmışlıkların bir zaman diliminin kesitinin alınarak, büyüteçle baktığımız alandır…

Her gün önünden, içinden geçtiğimiz yerlerin ama gözümüze görünmeyen/ çarpmayan yaşamlar vardır. O yaşamlar en altta, en derin yoksulluğun, en büyük acıların içinde en büyük trajedilere rağmen gülen, eğlenen insanların yaratmış olduğu bir dünyadır. O dünyaya dışarıdan giren pek olmaz, onlar bir yaşam çevresi yaratılmıştır, o çevre içinde bir denge söz konusudur. O denge çok hassastır, bir dış müdahaleyle köklü değişimlere yol açabilecektir…

Köprü altında büyüyen çocukların hayalleri var mıdır, varsa sınırları var mıdır?

Suat Derviş gazetecidir, tarih yazıcısı değildir ama tarihe dipnotlar bırakır. O bıraktığı dipnotlar resmi tarihin gördüğü değildir, hatta görmezden geldiği bölümdür. Dönemin idam iplerinin sergilendiği alan Beyazid Meydanıdır ve genelde bu meydanda adi suçlu olarak görülenler ile siyasi olanların yan yana idam edildiği, ahalinin idamları gördüğü, izlediği yerdir.

Beyazid Meydanına giden yollar Galata Köprüsünden geçer, o köprünün üstünde akan bir yaşam vardır, bir de altında… Altında olan yaşamda erkek çocuklar yakalandığında onları askeri eğitime gönderilip, orada ölecek bir ere dönüşürler, seferlere çıkıp, yağmalayan, öldüren bir Mehmetçik olur, fakat kız çocukları? Kız çocukları yakalanmış olsa da onlar yakalandığı yerde serbest bırakılır, orada ölüme terk edilir bir anlamda. Onlara ait ne yurt vardır ne de devletin ıslah (!) programı… Kız çocukları karınlarını doyurmak için “etini” satarak ayakta kalmaya ve de adına yaşam denen şeyin içinde nefes alıp vermeye çalışırlar… Etini satmak, kısaca onların tek bildiği ekmek kapısıdır, ondan pazara kazanma hedefi yoktur, amaç karın tokluğudur…

Galata Köprüsü altında başlayan bir yaşam döngüsünün içinde dilden dile dolaşan öne çıkan güzel kızları da vardır, cana yakındır, güzelliği ile diğerlerinden farklıdır ve daha kıvraktır… Her çocuk eşit doğar ama eşit şartlar altında büyümez, bazılarının kaderi sanki doğumda anasının güzelliğine bağlı olarak değişir… Güzel, cana yakın olan Cevriye, Galata sahili boyunca “etinden faydalanan” erkek arasında üne kavuşmuştur. Onu öne çıkaran ona karşı taleptir. Erkeklerin talebi “küçük esnaf” içinde yer alan ve kendi vücudundan başka geliri olmayan kız çocukları ve kadınları arasındadır… Bir de bunların dışında Zürafa Sokakta yer alan kerhane vardır ama bunlar Kerhane dışında yer alan küçük esnaf/ girişimci olarak kendilerini tanımlarlar.

Küçük esnafın içinde rekabet, kavgalar olağandır, çünkü her biri kendi karnını doyurmak ile meşguldür ve ekmeğini kazanan gidip Rum Meyhanesinde demlenir, orada günü, zamanı öldürür…

Rum Meyhaneleri hem sığınma limanı hem de evleridir.

Rum Meyhaneleri bu insanların günlük kaygıları rakı bardağının içinde sohbet konusudur ve hiç biri ülkenin gündemi ile ilgili değildir, dışarıda başka bir yaşam vardır ama o yaşamın rüzgarı o sığınılmış, korunaklı limana ulaşmaz… Ülkede açlık varmış, işgal olmuş, hükümet değişmiş, enflasyon olmuş gibi geneli ilgilendiren konular bunların yaşam alanın dışındadır.

Rum meyhanesi geçimini de bunların üzerinde yapmaktadır…

Zaman içinde Karaköy değişmiştir köprü altında doğmuş, orada büyüyen çocuklara kalmıştır… Değişim açıktır, zaman yeni bir yaşamı oluşturur, kuytuluklarda yetişir yosun yeşillik! Rum Meyhanesi yeni müşterilerine muhtaçtır, o yüzden orada yaşayan kimsesiz olanlara kapısını açmış, onlara hizmet vermektedir. Güzel kızlar, kaderini dışarıda aramak isteyenler ise bir ermeni kadına yönlendirilir. Eski bir Kantocu olan Ermeni sanatçı, kendisine verilmiş Türk isim altında tanınır...

Ermeni ve Rum kültürünün oluşturmuş olduğu renkli, çok dilli, çok kültürlü dengede bozulmuştur, onların kültürünün yerine yeni bir “underground” bir kültür oluşmuştur… Alt kültürün renkliliği, çeşitliliği şivelere vurur ama aslında bozulmuş olanın yerini çarpık bir ilişki oluşumuna sebep olmuştur… Orada ne tam Rum, ne de Ermeni kültürü vardır, koşulların oluşturmuş olduğu zorunlu ilişki…

Günlerden bir gün Fosforlu Cevriye hastaneye yatmak zorunda kalır ve tedavi için bulunduğu hastaneden tedavi yapılmadan hastaneden atılır, çünkü o kimliği olan bir “normal” vatandaş değildir. En alttakilere görülen tavır açıktır, insan gibi davranılmaz. Sokak hayvanları ile onların arasında ne fark vardır?

İyileşmek için sığınacağı bir yer arar, Tophane’de balıkçılık yapan birinin yanına gider ama o kaçmıştır. Kayığına girip orada dinlenmeye çalışırken, birden hiç tanımadığı, üstü başı düzgün bir adam gelir… Elinde paket vardır, o paketi orada bırakacaktır, fakat “güvenli” değildir. Orada bir kadın yatmaktadır. Gizem onları yeni hayata doğru yol almasına sebep olur…

“Siz” ifadesi çok önemlidir, çünkü ilk defa “siz” kelimesi ile insan yerine konur…

Bir kelime onun hayatını değiştirecektir…

Var olan dengede değişecektir, çünkü Cevriye o güne yaşamadığı duyguları yaşayacağı yeni bir ortama girecektir…

Kayıktan eve doğru giden ve kaçak kalınan bir odalı evde değişim büyüktür. O güne kadar tanıdığı erkeklerden farklıdır. Siz diye hitap etmekte, mesafesini korumakta ve bu zor durumdan faydalanmamaktadır...

Ölüm nefesini hissettirmiştir

Gizemli bir yaşamı vardır, eve girişleri ve çıkışları gizlemlidir…  

“Siyasi” bir suçlu ile tanışmıştır. Kaçaktır, hakkında idam verilmiştir… Yakalansa Beyazıt Meydanında asılacaktır… …

Siyasi ile tanışmışlık onu içinde bulunduğu çevre içinde hiç beklenmeyen kopuşları ve var olan dengenin çatlamasını ortaya çıkarır. Çok hassas olan zemin en ufak bir etki ile yok olacaktır…

Oyun müzikaldir. Her sahne, her bölüm çok iyi düşünülmüş sözler ile o sözleri kucaklayıp büyüten bir müzik vardır. Sözler ve müzik elbette yeterli değildir, hareketlerde… Koreografi öyle doğal halinde sunulur ki, sanki onların hareketleri sıradan, hesaplanmamış ve sanki olması gerektiği gibi algılanmasını doğurur ama koreografinin başarısını ise dekor yaratır. Merdivenler, köprüler, üst kattaki daire, Kamondo Merdivenleri, Galata Köprüsü, Tophane Limanı bir dair içinde bir birine bağlantılıdır. Barış Dinçel’in yaratmış olduğu tasarım bu müzikalin kalbidir, onun üzerine yükselir müzik, sözler, dans... Elbette bütün bunları bir bütün olarak oluşturan Yelda Baskın ve ona geçmişten büyük destek veren Gülriz Sururi katkısı ile oluşmuştur…

Canlı müzik sahneye yön verirken, zaman zaman sahnede orkestrayı yönlendirir, çünkü sahnede yaşanan küçük aksilikler, orkestranın büyük başarısı ile yok edilir… Sahne ve orkestra arasında karşılıklı iletişim çok etkileyiciydi…

Oyuncuların her biri birbirinden başarılı olmasına rağmen, öne çıkan oyuncuların olması tesadüfi değildir, Yağmur Damcıoğlu Namak rahatlığı ve rolünden almış olduğu keyfi seyirciye aktarmaktadır.

Irmak Örnek hayat verdiği Cevriye rolü ile sahnede bana göre devleşmiştir, çok iyi bir seçim olduğunu seyrederken fark ediliyor, onu büyüten aslında diğer rollerin başarısıdır. Her bir oyuncu diğerini beslemekte, sahnede oluşmuş olan o denge seyirciye doğru bir şekilde yansımaktadır…

Nur Saçbüker Otan mimikleri ile farklı bir çizgiyi ortaya koyar, her bir rol, her oyuncu içinde sanki biçilmiş kaftan gibidir,  her oyuncu sahnede kendilerine verilen rolü, almış oldukları dans, hareket derslerini içselleştirdiklerini gösteriyor, bunu da Zeynep Ceren Gedikali iyi eğitmen olduğunu oyuncular hareketleri ile söylüyorlar…

Seyirciyi oyunun içine alan ışık efekti bana göre muhteşemdi. Gece yıldızı hepimizin üzerine düşmüş, o handaki odanın içine taşımaktadır… Kemal Yiğitcan ışık tasarımını çok başarılı buldum… Kostümleri yaratan Tomris Kuzu bölümler arasında değişen kıyafetleri her oyuncuya öyle bir giydirmiştir ki, oyuncu sahne arkasında zorlanmadan en kısa zamanda sahneye çıkacak şekildedir. Işık kıyafetlerin üzerine vurdukça bizi köprü altına, Rum meyhanesine taşımaktadır…

Bir bütün olarak baktığımızda seyrettiğim müzikal bizi tarihi gezintiye götürürken, tarihin görmediğini gösteren, onların üzerine büyüteç tutmaktadır. Siyasi bir kaçağın, bir kelime ile oluşmuş olan bir köprü altında oluşmuş dengeleri saracak kadar “kelebek etkisi” yaptığını görmekteyiz.

Bizim hayatlarımız trajedi içinde dramdır, her trajedinin sonu ne yazık ki mutlu sonla bitmiyor, keşke bitmiş olsaydı ülkemiz bu kadar kötü bir tarihi kırılma sürecinde zayıf olmazdı…

Her kırılma bizi dolaylı ya da direkt olarak etkilemektedir.

Beyazid Meydanında kurulan idam sehpalar uzun bir süre daha işlevini gösterdi…

Ölüm bir kayıkta ya da idam sehpasını bizleri yakaladı ve tarih yazıcılar için sadece bu ölümler defter kaydına giren isim olmaktan başka anlamı olmadı…

Fosforlu Cevriye bir anlamda dolaylı olarak Suat Derviş’in yaşamıdır… O zorlu sürecin müzikal olarak hayatımıza yeniden girmiş olması tiyatro severler için büyük şanstır, oyunu bir sessizlerin sesi, yazılmamış olan tarihin yazımı olarak okuyabilir ve izleyebilirsiniz…

Oyunda beni en çok rahatsız eden mikrofon olmuştur. Bundan önce izlediğim Ağrı dağı efsanesi adlı oyunda da aynı sorunu yaşadım, konuşanı izleyemedim. Kim konuşuyor, ses hangi oyuncudan geliyor diye sahnede gözüm ile sesin sahibini aradım, çünkü hoparlörden gelen tek ses sahneden sesi, oyuncudan koparmaktadır…

Sesin sahibini ararken sahneye yabancılaştığımı, oyunun dışında bir büyük ekranda olana bakar gibi bir duygu oluşturdu. Buna benzer oyunlarda müzik dışında diyaloglarda mikrofon olmasaydı diye içimden geçirdim…

İsmail Cem Özkan

 

Fosforlu Cevriye

Yazan: Suat Derviş

Uyarlayan: Gülriz Sururi

Yöneten: Yelda Baskın

Müzik-Besteci: Oğuzhan Balcı

Dramaturg: Gökhan Aktemur

Dekor Tasarımı: Barış Dinçel

Kostüm Tasarımı: Tomris Kuzu

Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan

Koreografi: Maral Ceranoğlu

Efekt Tasarımı: Yunus Nalcı

Ses Tasarımı: Gökhan Suna

Şarkı Sözleri: Gülriz Sururi, Yelda Baskın

Yardımcı Yönetmenler: Ceren Hacımuratoğlu, Gözde İpek Köse

Korrepetitör: Zeynep Ceren Gedikali

Reji Asistanları: Aybar Taştekin, Cafer Alpsolay, Buğra Can Ildırışık

Oyuncular: Ayşe Günyüz Demirci, Besim Demirkıran, Binnur Şerbetçioğlu, Çağatay Palabıyık, Direnç Dedeoğlu, Elif Verit, Emre Yılmaz, Esra Ede, Hakan Örge, Irmak Örnek, Nur Saçbüker Otan, Samet Silme, Tuğrul Arsever, Yağmur Damcıoğlu Namak, Yunus Erman Çağlar, Zeynep Ceren Gedikali

Orkestra:

Korrepetitör: Sinan Arslan

1. Keman: Doğa Gençalioğlu, Eylem Arıca Başak İşguzar, Aida Pulake Altınbüken, Yağmur Pelin Turanlı,

2. Keman: Ayla Özkan, Doğu Kaptaner, Derya Yağcılar,

Viola: Gizem Anafarta, Seval Doğa Gürcan,

Viyolonsel: Orcan Koç, Şemsa İdil Ural,

Piyano: Sinan Arslan,

Kontrbas: Barış Çelik, Utku Akıncı

Flüt: Gülce İnceler,

Klarnet: İnci Gonca Beker,

Obua: Buğra Özgün,

Korno: Nisan Atmaca, Yağmur Sena Güner,

Fagot: İdil Bilbay,

Trompet: Orçun Tekelioğlu, Mertcan Oktav

Bas Trombon: Fuat Can Başkır,

Kanun: Kayhan Erdem, Kahraman Şirin,

Klasik Kemençe: Dilara Özbideciler,

Timpani: Evrim Murat Karagöz,

Perküsyon: Murat Güreç, Furkan Yargıcı

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.