Köprü altında doğan kız çocukların tarihinden…
Suat Derviş yazdığı eser sözel
tarihin yazıya dönüştürülmüş halidir. Bir zamanlar Karaköy, Tophane arasında
yaşanmış ve en alttakilerin sesi, dili oluyor…
Eserde tarihsel İstanbul’un en
yakınında yer alan ve Galata bölgesinin sahilini temsil eden bir yer
seçilmiştir. Perşembe Pazarının hemen üstünde yer alan Bankalar Caddesinden,
Tophaneye giden yolun üzerinde yaşanmışlıkların bir zaman diliminin kesitinin
alınarak, büyüteçle baktığımız alandır…
Her gün önünden, içinden geçtiğimiz
yerlerin ama gözümüze görünmeyen/ çarpmayan yaşamlar vardır. O yaşamlar en
altta, en derin yoksulluğun, en büyük acıların içinde en büyük trajedilere
rağmen gülen, eğlenen insanların yaratmış olduğu bir dünyadır. O dünyaya
dışarıdan giren pek olmaz, onlar bir yaşam çevresi yaratılmıştır, o çevre
içinde bir denge söz konusudur. O denge çok hassastır, bir dış müdahaleyle
köklü değişimlere yol açabilecektir…
Köprü altında büyüyen çocukların
hayalleri var mıdır, varsa sınırları var mıdır?
Suat Derviş gazetecidir, tarih
yazıcısı değildir ama tarihe dipnotlar bırakır. O bıraktığı dipnotlar resmi
tarihin gördüğü değildir, hatta görmezden geldiği bölümdür. Dönemin idam
iplerinin sergilendiği alan Beyazid Meydanıdır ve genelde bu meydanda adi suçlu
olarak görülenler ile siyasi olanların yan yana idam edildiği, ahalinin
idamları gördüğü, izlediği yerdir.
Beyazid Meydanına giden yollar
Galata Köprüsünden geçer, o köprünün üstünde akan bir yaşam vardır, bir de
altında… Altında olan yaşamda erkek çocuklar yakalandığında onları askeri
eğitime gönderilip, orada ölecek bir ere dönüşürler, seferlere çıkıp,
yağmalayan, öldüren bir Mehmetçik olur, fakat kız çocukları? Kız çocukları
yakalanmış olsa da onlar yakalandığı yerde serbest bırakılır, orada ölüme terk
edilir bir anlamda. Onlara ait ne yurt vardır ne de devletin ıslah (!)
programı… Kız çocukları karınlarını doyurmak için “etini” satarak ayakta
kalmaya ve de adına yaşam denen şeyin içinde nefes alıp vermeye çalışırlar…
Etini satmak, kısaca onların tek bildiği ekmek kapısıdır, ondan pazara kazanma
hedefi yoktur, amaç karın tokluğudur…
Galata Köprüsü altında başlayan bir
yaşam döngüsünün içinde dilden dile dolaşan öne çıkan güzel kızları da vardır,
cana yakındır, güzelliği ile diğerlerinden farklıdır ve daha kıvraktır… Her
çocuk eşit doğar ama eşit şartlar altında büyümez, bazılarının kaderi sanki
doğumda anasının güzelliğine bağlı olarak değişir… Güzel, cana yakın olan
Cevriye, Galata sahili boyunca “etinden faydalanan” erkek arasında üne
kavuşmuştur. Onu öne çıkaran ona karşı taleptir. Erkeklerin talebi “küçük
esnaf” içinde yer alan ve kendi vücudundan başka geliri olmayan kız çocukları
ve kadınları arasındadır… Bir de bunların dışında Zürafa Sokakta yer alan
kerhane vardır ama bunlar Kerhane dışında yer alan küçük esnaf/ girişimci
olarak kendilerini tanımlarlar.
Küçük esnafın içinde rekabet,
kavgalar olağandır, çünkü her biri kendi karnını doyurmak ile meşguldür ve
ekmeğini kazanan gidip Rum Meyhanesinde demlenir, orada günü, zamanı öldürür…
Rum Meyhaneleri hem sığınma limanı
hem de evleridir.
Rum Meyhaneleri bu insanların günlük
kaygıları rakı bardağının içinde sohbet konusudur ve hiç biri ülkenin gündemi
ile ilgili değildir, dışarıda başka bir yaşam vardır ama o yaşamın rüzgarı o
sığınılmış, korunaklı limana ulaşmaz… Ülkede açlık varmış, işgal olmuş, hükümet
değişmiş, enflasyon olmuş gibi geneli ilgilendiren konular bunların yaşam
alanın dışındadır.
Rum meyhanesi geçimini de bunların
üzerinde yapmaktadır…
Zaman içinde Karaköy değişmiştir
köprü altında doğmuş, orada büyüyen çocuklara kalmıştır… Değişim açıktır, zaman
yeni bir yaşamı oluşturur, kuytuluklarda yetişir yosun yeşillik! Rum Meyhanesi
yeni müşterilerine muhtaçtır, o yüzden orada yaşayan kimsesiz olanlara kapısını
açmış, onlara hizmet vermektedir. Güzel kızlar, kaderini dışarıda aramak
isteyenler ise bir ermeni kadına yönlendirilir. Eski bir Kantocu olan Ermeni
sanatçı, kendisine verilmiş Türk isim altında tanınır...
Ermeni ve Rum kültürünün oluşturmuş
olduğu renkli, çok dilli, çok kültürlü dengede bozulmuştur, onların kültürünün
yerine yeni bir “underground” bir kültür oluşmuştur… Alt kültürün renkliliği,
çeşitliliği şivelere vurur ama aslında bozulmuş olanın yerini çarpık bir ilişki
oluşumuna sebep olmuştur… Orada ne tam Rum, ne de Ermeni kültürü vardır,
koşulların oluşturmuş olduğu zorunlu ilişki…
Günlerden bir gün Fosforlu Cevriye
hastaneye yatmak zorunda kalır ve tedavi için bulunduğu hastaneden tedavi
yapılmadan hastaneden atılır, çünkü o kimliği olan bir “normal” vatandaş
değildir. En alttakilere görülen tavır açıktır, insan gibi davranılmaz. Sokak
hayvanları ile onların arasında ne fark vardır?
İyileşmek için sığınacağı bir yer
arar, Tophane’de balıkçılık yapan birinin yanına gider ama o kaçmıştır.
Kayığına girip orada dinlenmeye çalışırken, birden hiç tanımadığı, üstü başı
düzgün bir adam gelir… Elinde paket vardır, o paketi orada bırakacaktır, fakat
“güvenli” değildir. Orada bir kadın yatmaktadır. Gizem onları yeni hayata doğru
yol almasına sebep olur…
“Siz” ifadesi çok önemlidir, çünkü
ilk defa “siz” kelimesi ile insan yerine konur…
Bir kelime onun hayatını
değiştirecektir…
Var olan dengede değişecektir, çünkü
Cevriye o güne yaşamadığı duyguları yaşayacağı yeni bir ortama girecektir…
Kayıktan eve doğru giden ve kaçak
kalınan bir odalı evde değişim büyüktür. O güne kadar tanıdığı erkeklerden
farklıdır. Siz diye hitap etmekte, mesafesini korumakta ve bu zor durumdan
faydalanmamaktadır...
Ölüm nefesini hissettirmiştir
Gizemli bir yaşamı vardır, eve
girişleri ve çıkışları gizlemlidir…
“Siyasi” bir suçlu ile tanışmıştır.
Kaçaktır, hakkında idam verilmiştir… Yakalansa Beyazıt Meydanında asılacaktır… …
Siyasi ile tanışmışlık onu içinde
bulunduğu çevre içinde hiç beklenmeyen kopuşları ve var olan dengenin
çatlamasını ortaya çıkarır. Çok hassas olan zemin en ufak bir etki ile yok
olacaktır…
Oyun müzikaldir. Her sahne, her
bölüm çok iyi düşünülmüş sözler ile o sözleri kucaklayıp büyüten bir müzik
vardır. Sözler ve müzik elbette yeterli değildir, hareketlerde… Koreografi öyle
doğal halinde sunulur ki, sanki onların hareketleri sıradan, hesaplanmamış ve
sanki olması gerektiği gibi algılanmasını doğurur ama koreografinin başarısını
ise dekor yaratır. Merdivenler, köprüler, üst kattaki daire, Kamondo Merdivenleri,
Galata Köprüsü, Tophane Limanı bir dair içinde bir birine bağlantılıdır. Barış
Dinçel’in yaratmış olduğu tasarım bu müzikalin kalbidir, onun üzerine yükselir
müzik, sözler, dans... Elbette bütün bunları bir bütün olarak oluşturan Yelda
Baskın ve ona geçmişten büyük destek veren Gülriz Sururi katkısı ile
oluşmuştur…
Canlı müzik sahneye yön verirken,
zaman zaman sahnede orkestrayı yönlendirir, çünkü sahnede yaşanan küçük
aksilikler, orkestranın büyük başarısı ile yok edilir… Sahne ve orkestra
arasında karşılıklı iletişim çok etkileyiciydi…
Oyuncuların her biri birbirinden
başarılı olmasına rağmen, öne çıkan oyuncuların olması tesadüfi değildir,
Yağmur Damcıoğlu Namak rahatlığı ve rolünden almış olduğu keyfi seyirciye
aktarmaktadır.
Irmak Örnek hayat verdiği Cevriye
rolü ile sahnede bana göre devleşmiştir, çok iyi bir seçim olduğunu seyrederken
fark ediliyor, onu büyüten aslında diğer rollerin başarısıdır. Her bir oyuncu
diğerini beslemekte, sahnede oluşmuş olan o denge seyirciye doğru bir şekilde
yansımaktadır…
Nur Saçbüker Otan mimikleri ile
farklı bir çizgiyi ortaya koyar, her bir rol, her oyuncu içinde sanki biçilmiş
kaftan gibidir, her oyuncu sahnede kendilerine verilen rolü, almış
oldukları dans, hareket derslerini içselleştirdiklerini gösteriyor, bunu da Zeynep
Ceren Gedikali iyi eğitmen olduğunu oyuncular hareketleri ile söylüyorlar…
Seyirciyi oyunun içine alan ışık
efekti bana göre muhteşemdi. Gece yıldızı hepimizin üzerine düşmüş, o handaki
odanın içine taşımaktadır… Kemal Yiğitcan ışık tasarımını çok başarılı buldum…
Kostümleri yaratan Tomris Kuzu bölümler arasında değişen kıyafetleri her
oyuncuya öyle bir giydirmiştir ki, oyuncu sahne arkasında zorlanmadan en kısa
zamanda sahneye çıkacak şekildedir. Işık kıyafetlerin üzerine vurdukça bizi
köprü altına, Rum meyhanesine taşımaktadır…
Bir bütün olarak baktığımızda
seyrettiğim müzikal bizi tarihi gezintiye götürürken, tarihin görmediğini
gösteren, onların üzerine büyüteç tutmaktadır. Siyasi bir kaçağın, bir kelime
ile oluşmuş olan bir köprü altında oluşmuş dengeleri saracak kadar “kelebek
etkisi” yaptığını görmekteyiz.
Bizim hayatlarımız trajedi içinde
dramdır, her trajedinin sonu ne yazık ki mutlu sonla bitmiyor, keşke bitmiş
olsaydı ülkemiz bu kadar kötü bir tarihi kırılma sürecinde zayıf olmazdı…
Her kırılma bizi dolaylı ya da
direkt olarak etkilemektedir.
Beyazid Meydanında kurulan idam
sehpalar uzun bir süre daha işlevini gösterdi…
Ölüm bir kayıkta ya da idam
sehpasını bizleri yakaladı ve tarih yazıcılar için sadece bu ölümler defter
kaydına giren isim olmaktan başka anlamı olmadı…
Fosforlu Cevriye bir anlamda dolaylı
olarak Suat Derviş’in yaşamıdır… O zorlu sürecin müzikal olarak hayatımıza
yeniden girmiş olması tiyatro severler için büyük şanstır, oyunu bir
sessizlerin sesi, yazılmamış olan tarihin yazımı olarak okuyabilir ve
izleyebilirsiniz…
Oyunda beni en çok rahatsız eden
mikrofon olmuştur. Bundan önce izlediğim Ağrı dağı efsanesi adlı oyunda da aynı
sorunu yaşadım, konuşanı izleyemedim. Kim konuşuyor, ses hangi oyuncudan
geliyor diye sahnede gözüm ile sesin sahibini aradım, çünkü hoparlörden gelen
tek ses sahneden sesi, oyuncudan koparmaktadır…
Sesin sahibini ararken sahneye
yabancılaştığımı, oyunun dışında bir büyük ekranda olana bakar gibi bir duygu
oluşturdu. Buna benzer oyunlarda müzik dışında diyaloglarda mikrofon olmasaydı
diye içimden geçirdim…
İsmail Cem Özkan
Fosforlu Cevriye
Yazan: Suat Derviş
Uyarlayan: Gülriz Sururi
Yöneten: Yelda Baskın
Müzik-Besteci: Oğuzhan Balcı
Dramaturg: Gökhan Aktemur
Dekor Tasarımı: Barış Dinçel
Kostüm Tasarımı: Tomris Kuzu
Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan
Koreografi: Maral Ceranoğlu
Efekt Tasarımı: Yunus Nalcı
Ses Tasarımı: Gökhan Suna
Şarkı Sözleri: Gülriz Sururi, Yelda
Baskın
Yardımcı Yönetmenler: Ceren
Hacımuratoğlu, Gözde İpek Köse
Korrepetitör: Zeynep Ceren Gedikali
Reji Asistanları: Aybar Taştekin,
Cafer Alpsolay, Buğra Can Ildırışık
Oyuncular: Ayşe Günyüz Demirci,
Besim Demirkıran, Binnur Şerbetçioğlu, Çağatay Palabıyık, Direnç Dedeoğlu, Elif
Verit, Emre Yılmaz, Esra Ede, Hakan Örge, Irmak Örnek, Nur Saçbüker Otan, Samet
Silme, Tuğrul Arsever, Yağmur Damcıoğlu Namak, Yunus Erman Çağlar, Zeynep Ceren
Gedikali
Orkestra:
Korrepetitör: Sinan Arslan
1. Keman: Doğa Gençalioğlu, Eylem
Arıca Başak İşguzar, Aida Pulake Altınbüken, Yağmur Pelin Turanlı,
2. Keman: Ayla Özkan, Doğu Kaptaner,
Derya Yağcılar,
Viola: Gizem Anafarta, Seval Doğa
Gürcan,
Viyolonsel: Orcan Koç, Şemsa İdil
Ural,
Piyano: Sinan Arslan,
Kontrbas: Barış Çelik, Utku Akıncı
Flüt: Gülce İnceler,
Klarnet: İnci Gonca Beker,
Obua: Buğra Özgün,
Korno: Nisan Atmaca, Yağmur Sena
Güner,
Fagot: İdil Bilbay,
Trompet: Orçun Tekelioğlu, Mertcan
Oktav
Bas Trombon: Fuat Can Başkır,
Kanun: Kayhan Erdem, Kahraman Şirin,
Klasik Kemençe: Dilara Özbideciler,
Timpani: Evrim Murat Karagöz,
Perküsyon: Murat Güreç, Furkan
Yargıcı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.