“Çoğunluğun hiçbir zaman haklı tarafı olmaz.”
Doktor eğitimini yaptıktan sonra kendi memleketinden uzakta
yaşamış olan ve idealist olan Dr. Tomas Stockmann, yıllar sonra doğduğu ve
büyüdüğü memleketine dönmüştür. Orada yaşanmışlıklarından elde ettikleri
tecrübelerini kendi hemşerilerine aktarmak istemiştir. Geri kalmış ilçelerini
açılacak olan kaplıcaların şehir yaşamını değiştireceğini, turistlerin geleceği
ve şehri dönüştürme fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir kısa zamanda yankı
bulacak ve kentin idaresinde ağabeyi ve de aynı zamanda Belediye Başkanı olan
Peter'dir. Ağabeyisinin siyasi desteği ile kısa zamanda kaplıcalar için alt
yapı oluşturulmuş ve hayata geçirilmiştir. Kaplıcalar zaman içinde duyulmuş ve
beklenildiği gibi turistler şehre gelmeye başlamışlardır… şehrin makul tarihi
değişmiştir, gözden uzak olan bir yer artık görünür olmuş, ismi duyulmaya
başlamıştır.
Bu arada Dr. Tomas Stockmann kaplıca projesi oluştuktan
sonra şehre bağlı olarak kurulan kaplıcaların sağlık işlerine bakan bölümde
doktor olarak çalışmaya başlanmıştır…
Günlerden bir gün kaplıcalardan yaralanan misafirlerde
görülen cilt hastalıkları dikkatini çekmiş ve bu hastalıkların kaynağının
kaplıca suyu olabileceği şüphesi içine düşmüştür, almış olduğu numuneleri bu
konuda uzman olan birime göndermiştir… Gelecek rapor onun bu konuda
duruşunu belirleyecektir, çünkü doktor öncelikle halkına ve hastalarına
sorumludur, işletme ve şehir bu oluşacak aksiliği gidermek ile sorumlu olduğu
fikrini taşımaktadır. Doktorlar eğitimlerinden kaynaklı yalan söyleyemezler ve
etik kurallarına bağımlı insanlardır. Siyasiler gibi ne düşünebilir ne de tavır
alabilir. Sorun varsa onun hasıraltı etmek yerine kamuoyuna duyurup, o sorunun
giderilmesi için bir halk sağlığı uzmanı gibi uğraşır…
Gelen rapor beklediği gibidir, analiz sonucuna göre şehrin
pis suyunu kapılıca suyuna karıştığını tespit edilmiştir. Sorunun çözümü
bellidir ve acilen bu konu gündeme alınmak zorundadır. Kaynağından gelirken
oluşan bu kanalizasyon ve su borularının ayrıştırılması ve yeniden düzenlemesi
kaçınılmazdır, önce insan sağlığı doktor için önceliklidir, fakat şehir idaresi
için bu öncelikli olacak mı?
“Hem evde hem de okulda o kadar çok yalan var ki. Evde
konuşmamalıyız, okulda ise ayakta durup çocuklara yalan söylemek zorundayız.”
Petra
İşin bir de siyasi boyutu vardır, her ne kadar etik işin
hemen düzeltilmesini emretmesine rağmen siyasi tarafı çıkarları bu işin öyle
basit bir şey olmadığı gerçeğini ortaya çıkaracaktır…
Siyaset ile bilim insanın bir olguya bakışı çatışmayı ortaya
çıkaracaktır…
Henüz yeni para kazanmaya başlayanların çıkarı, kaplıcadan
sağlık için faydalanan insanların sağlığından daha önemlidir, çünkü istenilen
değişim, düzenleme iki yıl gibi bir zaman alacak ve kentte yaşayanların
bütçesinden harcama yapılacaktır. İki yıl turistlerin kaçması anlamına gelir,
daha da fena olarak gözüken küçük esnafın gelirinin azalması ve vergilerinin bu
iş için harcanmasıdır, büyük sermaye oluşan bu durumda ödemeye razı değildir.
Başta Dr. Stockmann yanında yer aldığını söyleyen yerel
basın ve küçük esnaf temsilcisi siyasi baskı sonucunda ve kaybedecekleri
gelirler göz önüne alındığında, gerçek sorunun hasıraltı edilmesi, var olan
sorunun zaman içinde çözülmesi konusunda şehir idaresi ile bir uzlaşmaya
varmıştır. Başlangıçta büyük sermayeye ve şehir idaresini sıkıştırma
stratejileri kısa sürede çöpe gitmiştir. Çıkarlar ideal olanı ortadan kaldırır
ve siyasi “esneklik” esen rüzgara göre eğilmeyi ortaya çıkarır.
“Çoğunluğun hiçbir zaman haklı tarafı olmaz. Asla,
diyorum! Bu, bağımsız, akıllı bir adamın savaş vermesi gereken sosyal
yalanlardan biridir. Bir ülkede nüfusun çoğunluğunu kim oluşturur?
Zeki insanlar mı, yoksa aptallar mı? Şu anda aptal insanların tüm dünyada ezici
bir çoğunlukta olduğu gerçeğine itiraz edeceğinizi sanmıyorum… Gerçeğin
tekelinin çoğunluğun elinde olduğu yalanına karşı bir devrim yapmayı
öneriyorum. ” Dr. Stockmann
Dr. Stockmann, önerisi boşa düşmüştür, toplum içinde bir
dalgaya neden olmuş ama kısa zamanda çıkarlar o oluşan dalgayı ortadan kaldırmıştır,
devrim çağrısı artık arkasız ve temelinden yoksundur.
Küçük burjuvazi çıkarı omurgasını ve duruşunu değiştirmesi
şaşırtıcı değildir ama Dr. Stockmann bu ikiyüzlülük karşısında yalnız ve
çaresiz kalmıştır, hatta toplanan halk meclisinde onu “halk düşmanı” ilan
edilip taşlanmasına, çocuklarının okuldan atılıp, kendisini destekleyen
arkadaşının işsiz kalmasına varan olaylar zincirini tetikler. Bu arada
kaplıcayı işleten şirketlerin borsada değeri düşer, elinde tahvilleri olanlar
elinden çıkarır ama bu çıkarılan hisseleri Dr. Stockmann’ın kayınbabası toplar…
Kayınbaba elindeki hisseleri Dr. Stockmann eşinin ve çocuğu için ayrılmış olan
miras parası ile yapmıştır. Kısaca bu iki derede bir arada bırakılan Dr.
Stockmann yeni bir karar vermek zorundadır. O, gönüllü gitmeyi düşündüğü
sürgüne artık gidemeyecektir, çünkü eşinin ve çocuğunun geleceği vereceği karar
bağlıdır…
Oyunun kısaca özeti yukarıda ki gibidir, elbette bu uzun
oyunda birçok konu ele alınmakta ve radikal bir şekilde toplum, toplumsal
düşüncenin oluşumu ve linçe kadar gider tepkiler ortaya konmaktadır. Bütün
bunlara karşı bilim insanın duruşu ve gelen baskılar, ki baskı aile içinde ki
çıkarlara kadar inecektir ve her ne kadar ailesi yanında olmuş olsa da
kayınbabasının çok ucuza elde ettiği tahviller ile onu çıkmaz bir sokakta tek
başına kalmasına sebep olur… Bilim insanı eğitimden almış olduğu etik ile
gerçekler arasında yüz yüze kalacaktır, vicdanı ve mesleğinden gelen duruşu
sorgulanacaktır.
Yaşadığımız zamanda, geçmişte yaşanan olaydan pek farkı yok
gibidir, bilim insanlarının duyarlılığı içinde - hala gerekleri - konuşmaya
çalışan insanlar vardır ve genelde onlar toplum içinde “halk düşmanı” ilan
edilmiştir. İlan edilen halk düşmanları zaman geçince birer kahraman gibi
anılmakta ve o düşman ilan eden toplum onları “onurumuz” diye sahip çıkarak bir
anlamda tarih ile yüzleşmenin üstünü örtmektedir.
Suç birkaç kişinin çıkarıdır, toplumun değil!
Sonuç olarak “insanlar doğru yaşamak istemiyorlar. Sadece
hayatta kalma derdindeler.” Küçük çıkarları anlık ne gerektiriyorsa onlar için
gerçek o’dur ve o yaratılan gerçekliğin savunucusu olurlar. Bugün de o günlerde
olduğu gibi ahlaksızlık hüküm sürüyor, siyasi irade yer alanlar hala yalan
söylemeye, çıkarlar ile onların gerçeği algılamaları değil, önemli olan var
olan siyasi iradenin devamını sağlamaktır.
Toplum bugün siyasi iradenin her türlü yalanını, çürümenin
boyutunu biliyor, farkına varıyor ama kimse kalkıp bunu açıkça ifade edemiyor,
çünkü korkuyor. Korku, cesareti ortadan kaldırıyor. Bir bilim insanın cesareti
de bir noktaya kadardır, çünkü delirmek ile yaşama devam etmek arasında bir
tercih yapacaktır…
Oyunun sahnelenmesine gelirsek eğer Orhan Alkaya oyunu epik
tiyatronun tüm öğelerini kullanarak ele almış, seyirciyi oyunun içine ikinci
bölümde dahil etmeye çalışmıştır. Çalışmıştır demekteyim, çünkü banttan verilen
sesler ile salon bir anlamda Dr. Stockmann’ın sorgulandığı bölümdür. Bir
anlamda toplum ile idealist bir doktorun sorunlar üzerinden topluma yön veren
siyasi iradenin toplumu manipüle etmesi sahnesidir. Liberal düşüncenin özgürlük
kavramının altının ne kadar boş olduğu gerçeğini vurgular, fakat sahne
düzenlemesi ve ışık sahneyi seyirciye yakınlaştırmış olmasına rağmen seyirci
hiperaktif olarak oyuna dahil olamamaktadır, oyuncular sahneye seyircilerin
arasından çıkmış olmasına rağmen seyirci hep pasif konumdadır, sahneden
seyirciye doğru yöneltilen sorulara tepkisizdir…
Banttan gelen sesler, gürültüler seyircilerin önüne görünmez
bir duvar örmektedir.
Duvar örmek yerine sahne düzenlemesinde yer alan, sahne
arkasında bulunan tiyatro çalışanları oyuna seyirci koltuğundan katılıp, o
gürültüleri canlı çıkarabilir, bir anlamda seyirciyi oyuna dahil etmek için
ortam yaratabilirdi… Oyuncuların seyircinin arasından gelmiş olmasına rağmen oyunun
içine seyirciyi dahil edilmemiş durumda…
İzlediğim oyunun dekorundan başlamak istiyorum, çünkü oyun o
dekor üzerinden seyirciye ulaşmaktadır. Sahne boş değildir ve o boş olmayan
alanda yerleştirilen her aletin, nesnenin bir anlamı ve oyuncunun hareket alanını
genişletmesi olarak kullanılır… İKEA mağazalarının kullandığı İskandinav
anlayışına uygun olarak koltuk ve kitaplıkların seçilmesi bana göre çok doğru
karar verilmiş bir anlayış olarak önüme çıkıyor, hareketli ve bölümler arası
geçişte sahnede olan hep sahnede kalarak farklı çağrışımlar ve oyunun nerede
geçtiği hakkında fikir vermesi açısından başarılıdır. Fakat gazete yönetimin
olduğu bölümde sahne bir köşeye sıkışmakta, piyanonun olduğu alana kadar
boş duruma getirilmiştir. Sahne çok dar alanda, seyirciyi o alana doğru
yönlendirmiştir. Sahne bir bütündür ve oyun sahnenin her alanı daha verimli
kullanılabilirdi diye içimden geçirdim. Onun dışında dekor tasarımını çok
başarılı buldum, özellikle seyirci ile buluşulan ve tüm salonun ışık içinde
kaldığı anda sahne öne doğru iteklenmiştir. Işık denilince ben oyunu Üsküdar
Şehir Tiyatroları salonunda izledim. Oyunun akışına uygun bir tasarım olmuş,
başarılı. Çeviren (Dilek Başak Carelius) ve Dramaturg (Sinem Özlek) ortak
çalışması diyeceğim bir başarı gördüm, oyun geçişlerinde gerek normal akışta
oyuncuları zorlamayan, oyunun güncele doğru göndermeleri ince ince oyunun içine
işlenmiş ve oyuncularda ellerine verilen tekste ses, hareket katarak büyük bir
başarı göstermişler. Müzik ve dans konusuna gelince hepsi oyunun ruhuna uygun
şekilde seçilmiş ve hatta verilmiş olduğunu gördüm. Turgay Erdener, Burçak
Çöllü, Derya Yıldırım, Orhan Alkaya ve canlı piyano çalarak Burçak Çöllü oyuna
ayrı bir katkı sunuyorlar. Her biri birbirini destekleyerek oyunun ruhunu seyirciye
ulaştırıyorlar. Müzik, dans, vücut dili, anlatılan hikayenin müzik eşliğinde
seyirciye sunulması ve oyunu dinamik tutması açısından her birinin emeğini
buradan da alkışlamak istedim.
Mert Tanık oyunu öyle bir nefes oluyor ki, öfkesi, heyecanı,
bilim insanın duyarlılığı ve hayal kırıklığı seyirciye ulaşırken, onun yanında
onu yönlendiren, biçimlendiren, patronu aynı zamanda abisi rolü ile Cem Baza
oyunun en görünen iki ismi gibi gözükmesine rağmen, oyunda aslında öne çıkan ve
çok rahat davranışları ile Tankut Yıldız olmaktadır. Halkın Sesi Gazetesi yazı
İşleri Müdürü aynı zamanda gizli aşık rolü, diğer yandan tetikçi / kışkırtıcı
konumu ile değişen anları gerek vücut dili, gerek sesi ile sahneyi doldurmakta…
Elbette oyun bir bütündür, oyunculardan biri dahi oyuna vermesi gereken
katkıyı, yönetmenin vermiş olduğu görevi yarım dahi yaparsa oyun çöker, bundan
dolayı bu oyun bu kadar uzun olmasına rağmen seyirci hiçbir şekilde dikkatini
dağıtmadan sahneye odaklanmış ise eğer, o oyunda emeği geçenlerin hepsinin
ortak başarısı var demektir… Bundan dolayı, sözü fazla uzatmadan her birinin
emeği karşısında oyun sonunda olduğu gibi ayağa kalkıp alkışlıyorum…
Zamanımıza uygun, zamanın sorunlarına dikkat çeken bir oyunu
bu zaman diliminde sahnede görmekten büyük mutluluk duydum. Zaman değişmiş,
ülkeler farklı olsa da ne yazık ki çıkarlar toplumu ve o toplumun seçmiş olduğu
liderler hala kimin halk düşmanı, kimin sermaye dostu olduğuna karar vermeye
devam ediyor…
İsmail Cem Özkan
Bir Halk Düşmanı
Yazan: Henrik Ibsen
Çeviren: Dilek Başak Carelius
Yöneten: Orhan Alkaya
Dramaturg: Sinem Özlek
Müzik: Turgay Erdener
Dekor Tasarımı: Tomris Kuzu
Kostüm Tasarımı: Duygu Can
Koreograf: Özge Midilli
Işık Tasarımı: Murat İşçi
Efekt Tasarımı: Ersin Aşar
Lirik: Orhan Alkaya
Korrepetitör: Burçak Çöllü
Yönetmen Yardımcıları: Yağmur Ulusoy Göktürk, Ertan Kılıç,
Elif Verit
Suflör: Zeynep Köylü
Oyuncular:
Doktor Stockmann: Mert Tanık
Katrin Stockmann: Müge Akyamaç
Petra Stockmann: Hazal Uprak
Peter Stockmann: Cem Baza
Morten Kiil: Gökhan Mete
Hovstad: Tankut Yıldız
Billing: Barış Çağatay Çakıroğlu
Kaptan Horster: Rahmi Elhan
Aslaksen: Hakan Arlı
Şan: Derya Yıldırım
Piyano: Burçak Çöllü
Seslendirenler: Orhan Alkaya, Ahmet Saraçoğlu, Ertan Kılıç,
Yağmur Ulusoy Göktürk, Elif Verit, Fatma İnan, Ada Alize Ertem, Ceren
Hacımuratoğlu, Canan Kübra Birinci, Tevfik Şahin, Emre Yılmaz, Cihat Faruk
Sevindik, Alp Tuğhan Taş, Osman Kaba, Asrın Gurur Kuyucak, İrem Erkaya
Dublaj Yönetmeni: Zeynep Ceren Gedikali
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.