Korku geleceği teslim aldı.
Korku, geçmişte yaşanmış bir travmanın ileriye taşınmasıdır.
Geçmişte yaşanmış ya da anlatılmış korku dolu öykülerin kişi üzerine bıraktığı
etkinin toplumsal boyuta sıçramış halini yaşamaktayız. Bizim mirasımızdır
korku. O kadar içselleştirmişsiz ki, neden korktuğumuzu bile bilmeden korkuyu
tetikleyen her türlü uyarıcıya karşı bilinç dışı tepki vermekteyiz. Korkumuzu
tetikleyen her olay bizim zayıf karnımızdır, çünkü ulus devleti adına verilen
eğitim ile hepimizin en küçük hücremize işlenmiştir.
Eğitim, sistem adına insanın biçimlendirilmesidir. Ulus
devleti ile ortaya çıkmıştır, homojen toplum yaratmak adına bireyleri sistemin
istemlerine uygun standartlaştırılması işidir. Eğitim, bir anlamda copsuz güvenlik
gücüdür.
Eğitim ile bizim içinde yaşadığımız ülkenin bir beka sorunu
var olduğunu ve bu beka sorunun da temelini jeopolitik/ stratejik konumu özelliğinden
kaynaklandığını vurgularlar… Kısaca korkun derler. Korku eğitimin temelidir.
Korkumuz yüzünden bizim ülkenin insanı başka dil öğrenirken var olanı
kaybedeceği korkusu yüzünden başka dili zor öğrenir. Korku o kadar
içselleştirilmiştir ki, açık olarak konuşmaya gerek bile yoktur, çünkü hepimiz
hissetmekteyiz. Korku ile yüzleşmediğimiz içinde zaten hiç birimiz neden korktuğumuzu
dahi bilmeden içgüdü ile yani duygularımız ile tepki veririz. Eğitim bize
duygusal olmayı içselleştirdi, aklı tatile çıkardı. Akıl yani mantık bizim
çocukluğumuzda bir matematik sayısı gibi öğretildi, sonra hepten vazgeçtiler. Çünkü
ulus devleti yıkılması için var olanın bozulması ve çökertilmesi gerekliydi.
Ulus devlet ulus için üretici olmayı teşvik ederken, küreselleşme yani liberal
ekonomi ve siyaset ise tüketici olmayı ve daha ucuza satın alınabileceği
bilinçaltına işledi… Tüketicinin mantığa ve ulus devlet içgüdüsüne ihtiyacı
yoktu, küresel markaların tüketilmesi ve küresel firmaların ülkemizde şube
açması daha öncelikliydi.
Öncelikler her zaman sistemin omurgasını ve duruşunu
belirler…
Ulus devleti yıktık demek ile geçmişin tüm bilinci ve eğitimin
getirmiş olduğu güdüleme hemen ortadan kalkmıyor, onun izleri birkaç kuşak o
coğrafyada yaşayan insanların üzerinde devam edecektir. ulus devleti
küreselleşeme karşısında bir kağıttan kaplan gibi savruldu ve yıkıldı, yerini
küreselleşme bir sistem oturtamadı. Sanki sistem varmış gibi devam eden işleyiş
var ama hukuki temeli eksik. Hukuk olmayan yerde ise her türlü savrulma ve
otoriteye yani gücü olan istediğini yapma hakkına sahip olduğunu hissediyor. Bu
durumda popülist politikanın küresel olarak hakimiyetini ortaya çıkardı.
Popülizm faşizmin biçim değiştirerek yeniden güçlenmesi anlamına gelmektedir…
Popülizm ulus devletten aldığı korkuyu biçim değiştirmiş de
olsa kullanır, çünkü elinde kazır bir silah vardır. ‘Verimlilik’ ilkesi zaten liberal ekonomisinin ana damarı
değil miydi? Ulus devletinden işine geldiğini alan, işine geldiği ile güya
yüzleşmiş gibi yok sayan ya da mahkum eden bir duruş göstererek, o güne kadar
ulus devleti altında ezilmişleri de çevresine toplayarak yeni bir beka sorunu yaratır.
Popülist politika omurgası olmayan, paradigması ne ise ona göre davranandır.
Dün dündür ve bugün ki işine geldiğini yapandır…
Bugün ülkemizde sürekli çatışma ve cepheleşme üzerine
politika uygulanıyor, tıpkı diğer popülist iktidarların yaptığı gibi.
Karşılarında gerçek anlamda bir güç görmeyenler, cepheleşme yolu ile ülke
sınırları içinde yapay cepheler oluşturmakta ve kendi iktidarını daha uzun süre
devam ettirmek için elinde ki tüm olanakları kullanıyor. Fakat küreselleşmenin
yani tüketici toplumun gölgesi gün geçtikçe büyümekte ve tüketim toplumu ister
istemez sistemin kendisinden kaynaklı krizler içinde oluşan girdaplar ile
boğulmaktadır. Cepheleşme bir anlamda yaşanan krizin görünen bir tarafıdır ve
güçlü gözükmek için bir yöntemdir. İktidar arkasında yıkılan devletin güçlü
tarafını göstermektedir, aynı zamanda kendi çevresinden beslenen bir toplumun
sivil gücünden faydalanmaktadır. O kemikleşmiş çevre ile muhalefeti istediği
gibi biçimlendirirken olası muhalefet hareketlerini de denetim altına tutmaya
çalışmaktadır…
Her seçim dönemi, bir beka sorundur, çünkü beka korku
demektir.
Korkuyu yaymak mı istiyorsunuz, beka sorunu var deyin
yeterli, her korkan mesajı alır...
Beka sorunu, ülkemiz öznelinde Sevr anlaşması ile yüreklere
korku olarak işlenmiştir. Sevr yenilmiş devletin yok olması anlamına
gelmektedir. Ulus devlet olmak isteyen bir milletin bir daha başını
kaldırmaması ama en önemlisi de yakın zamanda işlenmiş bir kitlesel katliamının
da hesabının sorulması ve elinde tuttuğu topraklarının kayıbı anlamına
gelmektedir… Balkanları yakın zamanda kaybetmiştir, Avrupa ile artık bir nehir
sınır olmuştur, doğu sorunu ‘Tehcir’ ile güya çözülmüş gibidir ama kazandığı
zaferinin keyfini süremeden kaybetmesi anlamına gelmektedir. Bu yaratılmış
büyük bir travmadır. Kaybetme korkusu ve güvendiği halklar tarafından
arkasından hançerlenme yani ‘güvensizlik’. Dram trajediye dönmüştür, zafer
yenilgidir ve yenilginin en olduğunu öğrenmişlerdir. Öğrenilmiş bir korku ulus
devleti içinde beslenecektir, çünkü o ‘Tehcir’i yaratanlar ulus devletin
temelini oluşturmuş, her birinin cenazesi ülkemize devlet töreni ile gelmiş ve
devlet töreni ile kabristana konmuştur. Yani yeni ulus devlet, imparatorluktan
aldığı mirası sorgulamadan olduğu gibi kabul etmiş ve savunmaya geçmiştir.
Devleti bu korku üzerine kurmuştur.
Ulus devletin refleksi bellidir. İşgal edilen savaş ganimeti
toprakların kayıbı demektir beka sorunu. Beka demek ganimet topraklara ve
şehirlere yerleşenlerin kalbinde daha anlamlıdır...
Bir gün gelirde ölülerin akrabaları toprakları almak
isterse, ölümlerin hesabını sorarsa? Bu korku öyle bir korku ki, millet
kavramını oluşturacak boyutta olan bir korku.
Korkuyu duyanın etnik kimliği artık önemli değildir,
korkanlar her şeye rağmen, her türlü ayrıştırıcı özelliğe rağmen yan yana iç
içe dururlar, ya bir gün gelirler ve hesap sorarlarsa, hesap sormaları önemli
değil de ellerinde ki toprak ve servet giderse?
Korku aslında gelecek korkusudur, geçmişten kalan mirasın
geleceğe taşınmasıdır beka sorunu...
Cepheleştirmek istediniz mi ülke içinde insanınızı beka
deyin yeterlidir, çünkü ülkenin çoğunluğunun bir ‘beka’ sorunu vardır.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.