Seçim
mi, referandum mu?
Ülkemiz
yakın tarihi içinde kırılma noktası olan 12 Eylül’den bu yana onun yaratmış
olduğu bir çok kırılma yaşadık ama hiç biri sistemin ve rejimin yönünü
değiştirmeye yetmediği gibi, darbe sonrası planlanan yolda daha istikrarlı bir
şekilde yol almaya devam ediyoruz.
12 Eylül
rotasını Ortadoğu bataklığına ve dinlerin çatışma noktası olacağı BOP (Büyük
Ortadoğu Projesi) içinde yer alacak şekilde evirildik. Bu evirilmemizde iç
dinamiklerden daha çok dış dinamiklerin istemleri ve yönlendirmesi etkili
olmuştur. Dış dinamikler ülkenin yeniden düzenlenme süreci zamana yayarak ve
sinsice var olan rejimin tabanını boşaltı, obruk tabanı gibi 12 Eylül
karanlığına bizi bırakıverdiler.
Ülke
delikten aşağıya bırakılırken, yerini ikame edecek olan yeni bir devlet
yaratılma süreci yaşadık. Bu sürecin içinde devletin koruma mekanizmalarının
tek tek zayıflatılması ve yerine yenilerinin ikame edilmesi sürecini olayları
izlerken farkına bile varmadık. Susurluk geçmiş ile hesaplaşma olarak önümüze konulurken,
aslında gelmekte olan için açılan bir yol olmuştur. Bugün kazaların artık
içeriğine değil, kaç kişinin rakamsal olarak bilgisine sahibiz! Kazaları kimler
yapar sorgulamak yerine, kader çizgimizin falına bakar gibiyiz! Ülke olarak ve
geleneğimizde yer alan birikimlerimiz bizlere kazalardan ders almamayı
öğretmiştir. Bir birine benzer kazalarda binlerce insanımızı kaybederiz ama
önlemi dışarıda her hangi bir ülkede alınmasını ve bize dayatılmasını bekleriz.
İç
dinamiklerimizin tarih çizgisi içinde verilmiş rolleri iyi bir şekilde oynayan
oyunculardan oluşmaktadır. Her ne kadar ellerinde senaryo bölüm bölüm verilmiş
olmasına rağmen, bazı oyuncular yetenekleri ölçüsünde doğaçlama girişimlerde
bulunmaya kalktıklarında kulağının çekilmesi gerekmektedir. Dış dinamikler
kendi senaryolarına göre rolleri bitenlerini delikten aşağıya bırakıp, tarih
çöplüğünde kaderi ile bir de emekli maaşları ile baş başa bırakır. Delikten
aşağıya bırakılanların tarih içinde yeniden sahneye çıkması bizim gibi dış
dinamikleri ile yönünü bulanlar için zordur!
Yıllardan
beri bizlerde oynanan oyunun ve figürlerin değişimini anlatan şey seçimlerdir.
12 Eylül gününden bu güne kadar seçimler referandum özelliği göstermiş, sürekli
bir şeylerin yapılmamasını veya yapılmasını onaylayan biçimde olmuştur. 12
Eylül sonrası ilk seçim boğaz köprüsünü satılıp satılmaması üzerine olması
tesadüfi değildir. Liberal ekonomi doğal olarak liberal siyaseti yaratacaktı ve
liberal siyaset ise karma devlet sisteminde üretilen devlet için tüm artı değerler
veya rant alanı olacak alanların özelleştirilmesi adına birilerine peşkeş
çekilip yeni sermaye birikimini ve grubunu yaratacaktı. Yarattı da!
Onu
izleyen her seçim de (konular değişmiş olsa da) referandum özelliği gösterdi. Faşist
rejim altında öyle olması da doğaldı.
Referandum
şeklinde yapılan en son seçim de başkanlık üzerine olmuş ve bu ülkede başkanlık
sistemi görünen zaman dilimi içinde rafa kaldırılmıştır. İlk defa rejimin
sahibi gözükenler açıkça yenilgi ile karşılaşmıştır. Bu yenilgi başka bir
konuyu referandum sürecinin başlamasına sebep oldu. Savaş!
Önümüzde
seçim sonunda geldi, dayandı; iki şeyi seçmemizi istiyorlar savaş – barış!
Seçmen
bu sefer iki şıktan birini seçmeye zorlanacak ve kazanan ona göre siyasi
rotasını belirleyecektir.
Geçmişte
bir başbakan adayı kanlı mı kansız mı olacak bilemem ama biz geleceğiz demişti!
Seçim
ile tarihte ilk defa bir savaş rejimi kurulmuş olmayacak, daha öncesi Almanya
örneği hala belleklerde canlı olarak durmasını sağlayan filmler gün be gün
ekranlara getirilmeye devam ediliyor.
Savaş
kabinesi olan ülkeler rejimlerini savaş ile devam ettiriyor, başka ülkelerde iç
savaşlara da müdahil oluyorlar.
Faşizm
kan ile beslenir ve savaş onlar için krizden kurtulma ve iktidarını daha uzun
süre homojen şekilde yönetme olanağı verir.
Savaş
koşulunda kimse ekonomiyi, ölen çocuklarını, yapılan soykırımları, savaş
suçlarını filan düşünmez.
Ölmek
ile yaşamak arasında bırakılan insan vahşileşir ya mülteci olur, ya da nefer...
Önümüzde
ki seçim savaş isteyenler ile barış isteyenler arasında olacak.
Savaş
isteyenlerin hedefi belli, kime karşı nasıl savaşılacağını zaten yıllardır
yapılan yönetmeler ortada. Ders alınmamış kan gölünü kan denizine döndürmek
üzerinedir.
Barış
isteyenler savaş isteyenlere göre işleri daha zordur, çünkü barış kelimesinden
her siyasi oluşlum durduğu konuma göre anlamlandırmakta ve ona göre strateji
izleyecektir. Bu da barış isteyen bloğun elini zayıflatacak ve savaş isteyenler
karşısında daha güçsüz görülmesine sebep olacaktır. Çünkü ülkemizde adı
konulmamış bir etnik temelli iç savaş koşulu varlığını korumakta ve her gün
ülkenin değişik coğrafyalarına bayrak sarılı genç insanların bedeni
gitmektedir. Acı düştüğü yerde karşı gücünü yaratmakta ve intikam duygularını
alevlendirmektedir. İntikam duygusu mantıklı düşünmeyi ortadan kaldırır ve
duygusal tepkiler de toplumun dağılmasını ve bölünmesini hızlandırır…
Sonuçta
eğer savaş bloğu kazanırsa ne yazık ki ülkemizin üzerine çöreklenmiş karabulut
artık gücünü fırtına olarak göstermesi, kan ile toprağı sulamasını yaşayarak
göreceğiz. Barış isteyen bizleri ise ne yazık ki fırtınanın yaratmış olduğu
girdap içinde savrulmamızı ve o güce karşı olmayan silahlı gücümüz ile barış
için savaşmak düşer...
İsmail
Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.