Uzlaşma
İki insan bir arada yaşamaya karar verir ve evlenir. Artık
onlar eştir. Eşlerin en önemli dönemeci çocuk konusudur. Çocuk dünyaya
geldikten sonra artık ebeveyn olarak anılacaklardır. Ebeveynler her ne kadar
ortak karar verdik deseler de hayata gelen onların canı ister istemez bazı
sorunları su yüzüne çıkmasına sebep olur ya da var olan sorunların
bastırılmasına neden olabilir. Çocuklu yaşamın başlangıcı çoğu çiftler için
henüz bir birini özümsediği bir süreç değildir. Özümseme ya da uyum zaman
isteyen bir süreçtir ve çocuk bu sürecin bir yerinde hayatlarına katılır. Aşk
öyle garip bir şeydir ki, kimse hiçbir şeyi önceden hesaplayamaz, bir an
sevgili olanlar bir an sonra düşman olabiliyor, onları birbirine bağlayan varsa
ortak çocuklarıdır.
Boşanmaya doğru giden adım içinde en çok duyulan söz
“özgürlük”tür. “Kendi özgürlüğümü kazanabilmek için seni özgür bıraktım! Kısaca
senden ayrıldım!”, üstelik herhangi bir neden öne sürmeden. Çocuk olacağını
haber aldıklarında sevinçlerini yaşamaya henüz fırsat bulmadan iş dünyasının ve
projelerin arasında yok olan Pierre (Gökçer Genç) boşanma için fırsat
kollamıştır. Çocuğun bakımından kendisine dahi zaman ayıramayan Anna (Zeliha
Bahar Çebi)kararını vermiştir. Ayrılık. Bu kararının sonucunu
evliliklerinin bir buçuk sene geçtikten sonra mahkemeden almıştır.
Boşanmışlardır. Onlar artık eş değildir. Ebeveyn! Anna eşinin ilgisizliğinden
dolayı hayal kırıklığı yanında öfke doludur. Mahkemeden boşanma kararı almış
olmalarına rağmen, çocukları için ortak bir karar alamamışlardır, çünkü babanın
çocuğu görme hakkı vardır ama Anna için bu görme hakkının zamanı problem
yaratmaktadır. Anna ebeveyn olarak eski eşi ve kendisini yüzüstü
bırakan kocası ile sorunlarını çözememiştir. Mahkeme bunun üzerine ülkemizde de
uygulanan arabuluculuk sistemi içinde iki uzmandan yardım almaları
konusunda tavsiyede bulunmuştur. Elbette burada zorlayıcılık yoktur, arabulucu olanlar
işi olur tarafını ortaya koymak ile yükümlü, taraflar arasında diyalog
başlamasına aracı olmak ile sorumludurlar. Sorunun çözüm yeri uzlaşama masası
değildir, nihai kararı mahkemede hakim verecektir ama buradan alınacak her
hangi bir tavsiye kararı hakim üzerinde etkili olacaktır.
Uzun bir giriş cümlesi kurdum, çünkü olayın anlaşılması için
önemlidir. Şehir içinde yaşayan modern yaşamın en küçük birimi olan ailenin de
parçalanmış halini ve çocukları üzerinden sorunlarına yaklaşımını anlatan bir
oyun izleme şansını yakaladım. Toplumun en küçük bölümünü temsil eden ailenin
boşanmış fertlerinin ebeveyn rolleri oturmuş trajik komik bana göre ise kara
mizah unsurlarının bol bol serpiştirildiği Anna ve Pierre’in uzlaşama
arayışlarına şehir tiyatroları sahnesinde izledim.
Oyunu izlerken oyunun akışı ve konuyu işleyişi açısından
beni rahatsız eden her hangi bir şey hissetmedim, çünkü oyunun konusu, işleyişi
ve akıcı hale getiren sorun içinde sorun ve sorunların çözüm yollarının bir
yerde kesişmesi. Sosyal hizmet uzmanı İsabelle (Işıl Zeynep) ve stajı
yeni bitirmiş ve işin henüz ilk deneyimini yaşamakta olan kızı Jeanne (Yeliz Şatıroğlu)
arasında ki sorunun gün yüzüne çıkması ve birbiri ile yüzleşmesine de şahitlik
etmekteyiz. Görüşme sırasında oluşan duygusal yakınlaşmalar ve yanlış kurulan
empatilerin yanlış anlaşılması da oyunun komik ama aynı zamanda trajik yönünü
vurgulamaktadır. Kuşaklar arasında bakış açısı, aile olarak kabul edilen
ilişkilerin çözümlemesini de hissetmekteyiz.
Yaşadığımız çağ yalnız bireylerin geçmiş ile olan
yüzleşmemesinin yaratmış olduğu sorun yumağı içinde boğuşması gibidir. Sorunlar
baştan öngörülmemiştir ama öngörülmeyen yaşamın sorunları içinde çatışma
halinde hesaplaşılmamış bir geçmiş bir gün zorunlu karşılaşmaları da ortaya
çıkarmaktadır. Ebeveynlerde çocuk ve onun ile ilgilenme süresi olarak karşımıza
çıkmaktadır, nafaka gibi maddi sorunlardan daha önemli olan duygusal boyutudur.
Çocuk babasız ve ama annesinin aşırı ilgisi altında kişilik mücadelesi
yapmaktadır.
İsabelle ve Jeanne arasında ki diyalogda ise
babasız büyüyen bir genç kızın geçmişi ile annesi ile profesyonel ilişki
dışında karşılaşmasıdır. İlk defa babasının fotoğrafını görecektir, aslında
yakışıklı olmayan ama gülmeyi ve yaşamı seven bir babanın varlığı ile
karşılaşır. Aralarında ki çatışmada babasız büyümenin sonucunda
oluşmuş olan bir tepkisel davranışlarını açıklar. Anna ve Pierre arasında ki
gel-gitler ve uzlaşma adına atılan üçüncü buluşmada ki kırılmanın modern
yaşam ve ailenin de sorgulamasını görebiliriz. Birbirine güvenmeyen ama
kaybedeceğini hissettiğinde elinde tutma hesabı adına atılan düşünülmeden
atılan adımlar ve sözler yeni hayal kırıklıklarının ve parçalanmış ailenin
varlık sebebi de gözler önüne serilmektedir.
Oyuncular açısından oyunu değerlendirmek gerekirse, her biri
kendisine verilmiş rolü içselleştirmişler ve duygusal geçişleri ve tepkileri
hem vücut dili ile hem de mimikleri ile yerinde, abartmadan oyunun içinde
seyirciyi kucaklamaktadır… Arka fonda kullanılan ses kirliliği şehir yaşamın
homurdanması olarak algıladım ve duygu yoğunluğuna uygun olarak ses yükselmekte
ve inmektedir. Oyuncuların vurgusuna pozitif katkısı göz ardı edilemez. Işık
genel de orta masayı aydınlatırken bazı anlarda oyuncuların üzerine daha da
yoğunlaşırken salonu karartmaktadır, bu ışık süzmesi elbette oyunun amacına
uygun ve anlatılmak istenenin seyirciye ulaştıran uyarıcı olarak
kullanılmaktadır, ben başarılı buldum… Sahne düzenlemesi de çok başarılı, üç
tahtanın arkasında oyuncuların kulisidir. Orada dinlenmekte ve orada üstlerini
değiştirmekteler. Kırımızı ışık ile aydınlatılması bir anlamda burası sahne
değil, burası kulis ama sahnede olan bir kulistir demekte. Oyuncuların orada
dinlenmesi ve rolün gereği sahneye çıkacağı anı beklemesi seyirciye arkadan
fısıldamaktadır. Çok iyi düşünülmüş olduğunu düşündüm. Üç tahta üç ayrı bölüm,
üç hesaplaşma...
Seyirci için düşünülmüş her anın hesaplandığı ve nerede
sesin yukarıya çıktığı, nerede duygusal bakışın hakim olacağı ve de nerede
aklın hakimiyetini ve aklın mantık diziminin sorgulanması iyi hesaplanmış bir
oyun olarak gördüm.
Elbette ülkemiz sorunların hakim olduğu bir süreçten
geçiyor, bu oyun sahnenin dolması için sahneye taşımış olarak düşünebilirsiniz,
çünkü yaşananlara dokunmayan ve içinde bulunduğumuz sorundan çıkıp başka
bireysel sorunların içinde kaybolacağımız bir oyun. Bir an içinde yaşadığımız
coğrafyadan çıkıp Fransız sorunlu modern aile yaşamına bakmaktayız. Her
toplumsal olayın bir sonucu vardır, tiyatrolarda ülkede ki baskı oranına göre
toplumsal olaylara özgürce dil uzatabildiği gibi, baskın artması ile daha
sanatsal ve daha dolaylı söylemleri seçerek yine topluma ve seyircisine belirli
mesajları fısıldar. Özgürlük ile orantılıdır sahnede sesin tonu ve seçilen
kelimeler. Yönetmenlerin, oyuncuların daha özgür olduğu ve korkmadan her
cümleyi kurabilecekleri özgür sahnelerin özlemini duymaktayım… Ödenekli
tiyatroların, parasını devletin kültür bakanlığından alanların elbette parayı
verenin arzularına göre cümlelerini kısaltmakta ya da yuvarlama hakları vardır,
çünkü tiyatro öyle bir şeydir ki, seyircisini bulamadığın an yapılmış tüm
yatırımların zarar hanesine yazılmasıdır, oyuncunun aç kalması ya da emeklilik
hakkının olmamasıdır… Oyuncu sonuçta işini para için yapmaktadır, yönetmenlerde
oyuncuların beklentisine karşılık verecek oyunlar bulmak ile yükümlüdür,
parasını alamayan idealist oyunculuk yoktur. Günümüzde tüm oyuncular
profesyonellerdir ve onlardan bekleneni vermek ile yükümlüdürler… tiyatrolar
kafalarda oluşturulan algılar ile örtüşmeyebilir, çünkü liberal ekonominin
hakim olduğu düzlemde her tiyatro kendisini popüler söylem ve oyuncular ile
ayakta tutma telaşı içindedir. Özel tiyatrolar seyircisini kendisi
belirlemektedir ama ödenekli ve devlet tiyatrolarında seyirciyi belirleyen
siyasi erktir ve onların öncelikleri sahnelerden hangi cümlelerin ve hangi
oyunların konulacağını belirler…
Toplumsal mesaj yerini bireye seslenen mesajların aldığı
oyunların bu dönemde sahnede olması tesadüfi değildir. Her geçiş sürecinin
kendisine özgü dili vardır, bu dönemde kullanılan dil izlediğimiz oyunda ki
dildir, özgürce bireysel çatışmaların birey boyutunda derinlemesine işlenen
kara mizah, dram, komedi, trajedi boyutu ile bir çok oyunu bulacağız. Yabancı
yazarlardan tercüme dilmiş oyunları genelde daha başarılı buluyorum, çünkü
yazarı bizi düşünmeden kendi toplumu için yazmıştır ve bizi yönetenleri
rahatsız edecek her hangi bir cümle içinde barındırmaz… Barındırırsa da zaten
bize değil, yazıldığı ülkeyi iğneliyordur…
İsmail Cem Özkan
Uzlaşma
Yazan: Chloe Lambert
Çeviren: Zeynep Su Kasapoğlu
Yöneten: Aslı İçözü
Dramaturg: Arzu Işıtman
Sahne-Kostüm Tasarımı: Zuhal Soy
Işık Tasarımı: Mahmut Özdemir
Müzik-Ses Tasarımı: Ilgın İçözü
Oyuncular: Gökçer Genç, Işıl Zeynep, Yeliz Şatıroğlu, Z.
Bahar Çebi
Yönetmen Yardımcıları: Tarık Köksal, Ercan Demirhan Ceysu Aygen,
Derya Yıldırım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.