Gülümsüyorum kavgamın içinden…
Hayata kibir, hırs, nefret ile bakmak…
Hayata kızgın bakanların yaratmış olduğu atmosferde kavga,
yarış, kazanma hırsı vardır… O hayat içinde bir tek insan yoktur, hayat kokan,
geleceğe umut ile bakan, gülümsemenin değerini bilen, sanatın kendisini
geliştirmek için bir araç olduğunun farkında olan... Kısaca üreten, üretken ve
de birikimlerini başkaları ile paylaştığı için mutlu olan…
Mutlu olmak; hayatın bize sunduğu doğal bir içgüdüdür.
Mutlu olmak için öğrenilmez, doğuştan gelir.
İlk çığlık su dünyasından karaya atılan mutluluk
haykırışıdır ve o çığlık kısa sürede gülümsemeye döner, çünkü o yaymış olduğu
koku, enerji mutluluk iksirdir ve onu gören, yanında olan bu iksirden nasibine
düşeni alır.
Gülmek hayattır.
Hayatın kendisi gülmek ve mutlu olmak üzerine oturmasına
rağmen, son yüz yıllık gelişmeler ve bize dayatılan kapitalist/ emperyalist eğitim,
kişiliğimizi, ruh halimizi bozmaktadır.
Bu sistemde verilen eğitim; bizi hırslı, yarış atına
dönüştürürken bir Pavlov’un köpekleri konumuna getirdi…
Hepimiz eğitilmiş köpeğiz ama bunun farkında değiliz.
Eğitilme ve eğitmek aptallaştırma stratejisidir ve en önemli
silahtır.
O sistemden geçen her birey mutsuzdur…
Gülümseyen, neşe saçanlar ise sistemin yaratmış olduğu
girdabı ve halkayı kıranlardır…
Gülmek devrimci bir eylemdir...
Devrimci olmanın birinci koşulu var olan sistemin tüm
çarklarına uyumsuz olmak ve onu çalışamaz hale getirmek için bireysel çabadır.
Tutuklanan her devrimci acı duymasına rağmen, işkence
tezgahına, eğitim cenderesine giderken dahi güler, çünkü o bir kere o sistemin
çarkını kırmıştır ve o çark onda düzen tutturmayacaktır…
Sistem bu konuda tecrübelidir, devrimci olanlara son otuz
yılda ‘proje’ adı altında fazla emek sarf etmeden para kazanama yolunu
göstermiştir. (liberalizmin dünya hamiyetini ilan ettiği zamandan bugüne) Onu para ile ajanlaştırır, çünkü proje parayı
verenin amacına yönelik belirli süre çalışmaktan başka şey değildir.
Parayı veren memnun kaldığı süre içinde iş verdiğinin projesini
uzatır.
Proje yapanların gerçek anlamda emekliliğe yönelik düzenli,
sistemli bir ödemesi olmaz, proje olduğu sürece ödeme yapılır, proje bittiğinde
işsizdir, uzatılmaz… Proje yapanlara bir bakın onlar arkadaşlarının üzerinden
para kazanmaya çalışan asalaklardır ama kimse onlara asalak gözü ile bakmaz,
çünkü zaman içinde eğitildik/kanıksadık. Projede olanlar çalışandır, proje
yapanlardır…
Gönüllük bazında eylem yapanlara bile bugün aktivist der
olduk, aktivist kelimesi ise ‘para karşılığında belli amaç yönünde’ eylem yapan
profesyonellerdir. O eylemciler kendi konu dışında yaşanan tüm toplumsal
olaylara karşı duyarsızdırlar…
Devrimci geçmişi olanlar proje ile mutsuzlaştırıldılar.
Onlar artık yeni proje almak için çareler düşünen, para verenin istediği
yönünde, biçimde yazı yazan, hesap yapan konuma geldiler. O kadar ileri
gittiler ki, proje almaya alışmış, nasıl proje alacağını bilen, kime nasıl
başvuracağını bilenler yanlarında eleman çalıştırmaya, hatta proje işi için
dernek kurup şube açan, küresel boylamda iş yapan konuma bile geldiler…
Sistem, tutuklandığında dahi gülebilen insanları içine alarak
öyle bir şekilde eritiliyor ki, hem onurunu, hem idealini elinden alıyor ama bu
durumdan girdaba girenler rahatsız olmuyorlar, kısa sürede kanıksıyorlar. Bu girdaba düşen bundan haberi olsa dahi artık
liberal bakış açısına uygun olarak zengin olup çocuğuna iyi bir gelecek
sağlamak ya da kız/erkek arkadaşı ile dünya nimetlerinden yararlanmak ve
turizmin para yiyen tarafı olmak için çaba sarf eder konuma gelmektedir. Proje
içinde çalışan solcu geçmişi olanların geneli, hem geçmişlerini savunur gibi
gözüküp hem de devrimci geçmişe yeni hikayeler katarak kendisince yeni geçmiş yaratırlar,
kısa süreli geçmişinde anlatılacak öykü sınırı bellidir ama uzatmak da
gereklidir. Genelde solcu geçmişi olan proje yapanlar para kazanırken, parası
olmayana gel bak sana bir proje yazalım faydalan derken kendi düştükleri duruma
diğerini de ekmeye çalışırlar… Kafese girmiş keklik, özgür olarak doğada olan
kekliğe hazırlanmış tuzağa çekmek için çağrı yapması gibidir…
Sistem, sinsice ve akıllıca bir yöntem ile çarkı kıranları
sistem ile kavga etmeyecekleri konumda tutmak için geliştirdiği yöntemler ile
potansiyel muhalefeti yok etmek ya da zayıflatmayı bilmiştir, büyük oranda da
başarmıştır…
Ailemiz içinde mutlu olmak çok önemlidir. Aile içine
insanlar koşarak gelir çocukluk saflığı anıları içinde, çünkü çocukluk demek
hep mutlu anıların saklandığı alanlardır. Elbette aile içinde cinsel saldırı
yaşamışlar için başka bir süreçten bahsedebiliriz, ömür boyu üzerinden
atamadığı bir kanayan yara, iyileşmesi içinde çaba sarf edilmeyen,
yüzleşilmeyen genelde bir durumdur, çünkü bize yüzleşilme ve geçmişi ile
hesaplaşma öğretilememiştir…
Kabul et ve değiştirmeden devam et!
Aileler mutlu olmak için toplumum kaosundan, hırçınlığından
kaçılan bir limandır.
O liman da toplum gibi varlık sebebini mutsuzluk üzerine
oturtmuşsa... Hiçbir şeyden mutlu olmayan, sürekli tüketen, sürekli geçmişte
yaşanmışlıklara saplantı halinde bir adım ileri atmayan çözümsüzlükler
içindeyse… Kısaca girmiş olduğu girdaba uyum sağlamış ve o girdabın hayatın
kendi gerçekliği olarak gören bireylerden oluşuyorsa… Tıpkı proje yapan birinin
diğer proje yapmaya aday devrimcileri çağırması gibi… Mutsuzluğun içine diğer
bireyleri de çeker…
Hırs, kibir, güvensiz, kuşkulu birey aile yaşantısı için
kötü girdap yaratandır, o girdap salgın hastalık gibi bireyden bireye geçer…
toplum profilimiz ve aldığımız kültür ne yazık ki, (aile içinde bireyler mutlu
olmak için çaba sarf etmiş olsalar da) birey zaman içinde o girdabın içine
çekilir, yaratılan mutsuz atmosferin içinde incir çekirdeğini doldurmayan
sorunlar ile uğraşır… Ne yazık ki bugünlerde toplum değerleriz de tıpkı ailede
olduğu gibi, hırs, kibir, kuşu, güvensizlik üzerine kurulmuştur…
Hayat bize sunulmuş bir armağandır.
Nerede, hangi kültürde doğacağımız bize sunulmadı, seçme
hakkımız olmadan dünyaya geldik. Bazıları siyah, bazıları beyaz, sarı... Ten, göz,
cilt rengi bizim seçimimiz değildir, anne babalarımızın ve onların
geçmişlerinden aldıkları tercihsiz bir aktarmadır.
Bizi belirleyen coğrafya ve içinde bulunduğumuz toplum.
Küreselleşme de coğrafya faktörü önemli olmaktan çıkıyor,
çünkü göçmen ya da mülteci bir ailenin çocuğu olduğumuz an, bizi bekleyen
iteklenme, dışlanma, alaya alınma, eğitimde sosyal ve edebiyat alanında
yeteneksiz, matematikte dahi gibi hissedeceğimiz bir duygu selidir… Annemizin,
babamızın dili ve içinde bulunduğumuz toplumun dili... Çok dilli ama bir yanı
eksik bireyler olacağız, belki şansımız olurda bir artı gibi gözükenler
gerçekten pozitif yönümüz olur. Göçmen çocuklar için çok ince bir çizgidir,
ileri ya da geriye doğru gideceğimiz an… Başka bir ülkede doğan yabancıların sorunu
büyüktür ama asimile edilen ve yok sayılan melezlerin yaşam tercihleri
çoğunlukta kendi ellerinde değildir… Bir uyuşturucu etkisi ile sokak çöplüğünde
yaşamak ile o çöplüğe burun kıvırıp, “orada yaşayanları yok etmek gerek” diye
düşünen da olabiliriz…
Sonuç, her iki koşulda da bize sunulan ve çocukluğumuzda
yaşadığımız mutlu anlar eğitimden geçtikten sonra mutsuzluk bizim kaderimiz veya
alın yazımız gibi sunulur.
Bize sürekli gerilimli bir şekilde yaşa, hastalıktan
hastalığa koş, beslenme programlarını izle ve oradan elde edeceğin şeyler
şirketlerin çıkarına uygun bilgilerdir ve bize bazı şirketlerin hazır ‘müşterisi
ol’ diye fısıldanır… Bizlere demekteler ki, “size tercih hakkı tanıyoruz,
kazandığı para kadar harcayacak değişik markalarda ürünleri al ve mutlu
oluyormuş gibi yaşa”…
“Harca ve doyuma ulaş…”
“Gecelik ilişki yaşa ve o gecelik ilişkinden doyuma ulaş…”
“Kariyer basamaklarını mücadele ederek atla ve doyuma ulaş...”
Mutlu olmayı doyuma ulaşmak arasında gösteren bir ‘cinsiyetçi
bakış’ açısı oturtuyorlar kafamıza, çünkü sınıfsal bakış sizi devrimci yapar,
sistemi yıkabilecek potansiyel yapar…
Toplumun en küçük yapısı çekirdek ailedir, çekirdek çıtlatır
gibi aileyi parçalıyor var olan sistem.
Mutsuz aileler yaratıyorlar…
Babalar ve anneler çocukları için her şeyi yaparken, anne ve
babaları için fazla bir şey yapmazlar, çünkü onlarda anne ve babalarından onu
görmüştür…
Atalarından kalan mirası paylaşmak adına kardeşler bir biri
ile görüşmez, miras kavgasına tutuşurken, baştan bu yana yazdığım (hırs, kibir,
güvensiz, kuşkulu birey) girdabın içinde bir birine fırsatları olsa kurşun
sıkacaklardır. Günümüzde ki mahkemelerin gündeminde genelde aile içi miras
kavgasının sonuçlarından oluşan davalar vardır. Devlet aile içi kavgada aracı konumuna
getirtilmiştir.
Mutsuz ailelerin bireyleri gülümseyemez, gülemedikleri
içinde yüz hatları daha keskindir. Gözlerinde oluşacak her gülümseme
belirtisini zayıflık olarak görür. Kardeşler bir biri ile daha iyi anlaşması
gerekirken bir birine küs, neden küs olduklarını çoktan unutmuş kendi
çocuklarının geleceği ve onlar için her şeyi yaparken bulurlar… Çocuklarının
hayatlarını yok ettiklerini ve fazla korumacı olan ailelerin çocuklarının
hepsinin başarısız, bağımlı ve mutsuz çocuk yetiştiklerinin farkında bile
değiller.
Gülmek için ellerimizde o kadar çok fırsat var ki, bu
fırsatları yok ederken -hayatımızı cehenneme çevirirken- hayatın başı ve sonu
olan bir zaman çizelgesi olduğu gerçeğini gözden kaçırıyoruz.
Birey kendine karşı iyimserdir, kötü şeylerin başına
geleceğini düşünmez ama hep başımıza gelir o kötü şeyler…
Mutlu olmak için çekirdek kabuğunun içine giriyorum, ailenin
özü olan tohum ile yüzleşiyorum, eğer orada oluşmuş bir girdap varsa kaçmak
için fırsatımı kolluyorum, çünkü mutlu olmak, en zor koşullarda dahi mutluluk
için çekirdek kabuğunu doldurmayacak nedenler bulup neşemi koruyabiliyorum… Tersi
ise kötümserliktir ve kötümserlik kişiyi karanlık içinden çıkılmaz hale
getirirken kişiyi de savunmasız yapar. İyimserlik değildir yaptığım, Polyanna
ya da başka masal kahramanı olmayı hiç düşünmedim, çünkü bu yaşam içinde “mutlu
olmak için neden arayan” çok neden bulur.
Kapitalist sistem mutluk görüntülerini ancak pazarlama
alanında kullanır. Mutlu insanlar, mutlu aileler, doğa ile barışık, çevre dostu
olarak sunulan her şey tüketim içindir. Tüketim kimseye mutluluk vermez, bir
salatalığın tarlada oluşumunu izlemek, açan çiçeğinin fotoğrafını çekmek,
çizmek bile hayatın bize sunduğu mutluluk anıdır. Çünkü anlamak, anlarken
anlamlar yüklemek ve yüklenen anlamlardan mutluluk öyküleri, masalları üretmek
bile bizi bu sistemin dışına iter…
Bizim başımızdan iyi şeylerde geçer, kötü şeylerde...
Bizler geçmişimizden ders alıp, geleceğe mutlu bir yarın
kurma kavgasındayız…
Devrimcilik, yarının mutlu toplumunu yaratma kavgasıdır.
Var olan tüketim çılgınlığına, doğa yağmasına, nefret
söylemlerin yok edilmesi için verilen kavgadır. Yaşamı savunur ve yaşamı
yüceltir. Kim ki ölümü yüceltip, kahramanlık hikayelerini sürekli gündeme
taşıyorsa bilin ki, o da geçmişini tüketmekte ve mutsuzluk tohumların başka
biçimini serpiyordur…
Aileme bakıyorum, geniş ve çekirdek olana. Hep mutlu olan
öykülerimin kafamda canlı kalmasını arzuluyorum. Kardeşin kardeşe, kuzenin
kuzene, yeğenlerin yeğenlere dost, sevgi ile yaklaştığı, çıkarların bireysel
olanı değil de toplumsal olanı, dayanışmanın dayatma olamadığı, karşılıklı
olanın geliştirici olduğunu bilen bir geniş aile. Geniş aile içinde sağcıda
olacak, dinci de ama devrimci olanın en akla yatkın olduğunu yaşam deneyimleri
ve pratiği ile çevresinde gösteren bir aile…
Devrimci olanı savunuyorum; gülümsüyorum tüm dostlarıma,
yoldaşlarıma…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.