Çölden gelir hava…
Dedelerinin savaş kahramanı
olduğu için onur duyanların torunları madalya sahiplerinin birer can
aldıklarını hiç düşündüler mi? Her dönemin katili ve kahramanı olur; fakat kahramanlar
başka coğrafyalarda katil olarak da anlatılır... Ölen de öldürende bugünden o
güne baktıklarına ellerinde hiçbir şeyin kalmadığını görürler, sadece kan ve
utançtan başka… Bizler utancı ile yüzleşmeyen ama sürekli ağzımızdan eksik
etmediğimiz hesaplaşmadan başka sözümüz kaldı mı? Elbette değişimi kendi
içinde/ toplumunda gerçekleştirenler için vardır ama gelenekselleştirilmiş
söylemleri hala geçerli sayanlar için yoktur.
Tabularımız bizim
şablonlarımızdır.
Berlin'de bir caddenin orta
yeri diyeceğim bir noktasında, bir el uzanır ve omzuna dokunur... Bir eli
omzunda hisseden döner, merak içinde, bilemezdi onun son nefesi olacağını...
Vuran da vurulan da son bir kere nefesini tutmuştur... o an sanki nefesler
karışmasın istenmiş gibidir...
Bir ses, bir acı, bir
duraksama…
Yıllardır hesaplanan,
düşünülen andır, o anı bekleyendir vurulan ve vuran için... Beklediği an
gelmiştir, yüzleşmiştir geçmiş ile bir kurşun sesiyle...
Ses, son ve başlangıçtır.
Berlin'de biri kaldırımına düşerken,
diğeri kaçmaktadır... Silah yere düşerken, bıraktığı son sestir belki o ana
ait...
Dere yatakları kemikleri
saklar...
Katliamın olduğu tüm
derelerde saklı bir tarih yatar, kimsenin yüzleşemediği, konuşmaktan korktuğu
tarih...
Acaba katil babaların
torunları dedelerinin cinayetlerinden haberi var mı?
Olmasın diye “tarih” diye
verilen eğitim dersleri ile beyinler biçimlendirilir. Kapalı toplumlarda
beyinler daha rahat biçimlendirilir, “vatan, millet, vatan…” , “Sakarya’da
başlamıştır kurtuluşumuz” denilerek “Vatan, Millet, Sakarya” söylemi dile
yapışıp kalmıştır. Torunlar sadece kahramanlık hikayelerini bilir,
zayıflıklarını, yenilgileri, katliamları, katledildiklerini, göçleri,
tehcirleri bilmez, sadece ara sıra bir dizide kulağa çarpan kelimeler olur.
Eğitim sadece okulda değildir, hayatın her alanında eğitilir toplumda yer alan
bireyler… Tüketime alıştırılan beyinler için kalıcı bilgi olmaz, para
getiriyorsa o bilginin bir değeri vardır, yoksa boşuna beyinde bilgiler yer kaplar,
unutmak ve unutturmaktır çağımızın geçerli tercihi…
Saklananlar çıkar bir gün
ortaya…
Gerçek isimlerimizin üzerini
örttük, sakladık kimliklerimizi, uydurduk kendimize yeni bir hayat, her şeyi
yeni baştan oluşturduk ama gerçek bir yerde saklı duruyor, yok olmuyor, örtü
kalkacak bir gün ve gerçek kimliklerimiz ortaya serilecek...
Çölden geldi bir kum
taneciği…
Binlerce kilometre ötede bir
çölde havalanan bir kum taneciği geldi gözüme girdi. Çölde yaşanmış acıların,
sürgünlerin, çocuk çığlıklarını duydum. Bir deve haykırıyor, etrafında yaşanan
acıya bakarak, birazdan aç olanlar onu da kesecekler, çölde daha uzun bir yol
var; deve mi, açlık mı? Açlık ağır basacak, devenin kanı sulayacak çöl
kumunu... Tepeler var önümüzde, tepeler, çöl tepeleri dediğiniz kum yığını, bir
rüzgarda dağılır yok olur diyorsunuz, aksine daha da büyüyor çölde tepeler...
Çölde oluşan bir fırtınadan koptu da geldi, binlerce kilometre ötede bulunan
benim gözüme. Acıdan başka bir şey getirmedi bir kum taneciği...
Acı bazen başka
şekillerde gelir bulur bizleri…
İstanbul'da bir caddenin
orta yeri diyeceğim bir noktasında... Bir el uzanır ve omzuna dokunur... Bir
eli omzunda hisseden döner, merak içinde, bilemezdi onun son nefesi olacağını..
Vuran da vurulan da son bir kere nefesini tutmuştur... Sanki nefesler
karışmasın istenmiş gibidir... Bir ses, bir acı, bir duraksama...
Birileri için yıllardır
hesaplanan, düşünülen andır. o anı bekleyendir vurulan ve vuran için...
Beklediği an gelmiştir, bireyler olarak belki de yüzleşmiştir geçmişin karanlık
yüzü ile...
İstanbul'da bir caddenin
ortasında yer alan kaldırımına düşerken, diğeri ara sokaklara doğru
kaçmaktadır, kendisini izleyen ağabeylerinin gözleri önünde oldu her şey...
Cinayet işlenmişti, o artık birileri için kahramandı, bayrak önünde çekilmesi
gerekliydi fotoğrafları. Ne suçlu gibi gözükecekti ne de katil… o cinayetin
senaryosunu yazanlar yüz yıl önce Berlin’de işlenen cinayetin bire bir
kopyasını hazırlamışlardı, bu sefer tetiği çeken ile kaldırıma düşenin
kimlikleri ve temsil ettikleri haklar değişmişti.
Katil ve tetiği çektirenler
bir mesaj vermektedir...
Yüz yıl önce yaşanmışlığın
bir kopyasıdır bugünlerde yaşanmış olan... Tarih sanki tekerrür ediyor gibi ama
sanki roller değişmiş gibi bir his oluşturmayı istiyorlar gibi… Güçlü olan hep
güçlü ama ezilen hep ezildiği halde onu güçlü gösterme çalışmaları var, algılar
ile oynuyorlardı, nasıl olsa kimse tarihi ve gerçeği bilmiyordu.
Hrant düştüğü gün, içimdeki
acı benim de bir Ermeni olduğum gerçeğini ortaya çıkardı... Çöllerden gelen bir
kum taneciği saplandı o gün göz pınarıma, gözyaşı yerine kum döktüm! Acım
sessizdi, ne unuturum ne de affedeceğim o acıyı yaşatanları... Kişisel duygular
tarihin akışı içinde hiçbir önemi yoktu oysa…
Yem yiyen güvercinler taksim
meydanında... Bir çocuk kollarını açıp onlara doğru koşuyor, sanki kaçan
güvercinleri yakalayacakmış gibi... Güvercinler insan yüzüne çarpacak gibi
kanatlanıyor, hepsi kanatlanıp hava ile buluşuyor...
Bugünlerde kanatlanmış
dostlarımızı düşündüm, hepsinde kanat vardı, hepsi maviliklerin içinde
kayboluyordu...
Devrimci yol mücadelesinde
göğe karışmış devrimciler geldi aklıma... Hepsi bizim yaralı güvercinimizdi...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.