Kısaca düne baktım…
Bugünlerde hepimizin bildiği
ama kısaca kıyısından konuştuğumuz konular etrafında ülkenin gündemi yeniden
düzenleniyor, modern söylem ile dizayn ediliyor...
Açılım, açılım…
Ülkemiz hiç beklenilmedik
anda açılımlar ile karşılaştı. Açılım yapanlar ilk başlarda söz ile açılım
yapıp, yapması gerekenleri yapmadı, bir beklemeye aldılar, fakat o açılımın
devamı elbette gelecekti, yıllar sonra tek başına iktidar olan Erdoğan bu
açılım fırsatını beklenmedik zamanda değerlendirdi. Tarihe ismini “Kürt sorunu
çözdü” diye yazdırması gerekenler, işi o kadar sulandırdılar ki, sonunda masayı
devirip işin içinden sıyrıldılar…
Bu günlerde erk sahibi
olanlar o dönemde yaşananları konusunda özeleştiri yapacağına ismi geçen ya da
geçmeyen bireyleri sorgulattırıyor…
Kürt açılımı bu ülkede ilk
defa Süleyman Demirel, Erdal İnönü iktidarı döneminde atıldı. Biri başbakan,
diğeri cumhurbaşkanıydı. “Devlet” açılım konusunda anlaşmış olduğu Diyarbakır’da
yapılan bir resmi açıklamayla ortaya çıkmıştı...
Taraflar belliydi ve
tarafların sosyal demokrat tarafı Kürt siyasi hareketin kurucu özelliğini
üstlerine görev alarak yasal zeminde partileşti. O günden bu güne Kürt nüfusu
içinde CHP varlık gösteremedi, çünkü Kürt seçmen tercihini yasal zeminde kendisi
temsil ettiğine inandığı ulusal kurtuluş mücadelesine destek veren partisi
tarafında yapmıştı. Sağ seçmen ise değişik arayışlara gitti, uzun bir zaman
sonra “enişte”lerinin partisinde çoğunluk olarak üç eğilim olarak birleşti,
fakat bu üç eğilimin en garip olanı milliyetçi Türk olduğunu iddia eden Kürtler...
İslamcılar ağırlıkta AKP tabanını oluşturdu... Bugün oy dağılımlara bakın
çıplak olarak geçmişteki eğilim ve tercihleri konusu önümüzde durmaktadır...
İlk açılım ve sonrası uzun
süren bir belirsizlik ve bekleme yer aldı, bu arada mecliste milletvekilleri
tutuklandı, o gün mecliste olmayanlardan kaçabilenler yurt dışında mülteci
oldu...
Kürt sorunu eskiden olduğu
gibi “güvenlik” konusu olmaya devam etti ama uzun bir sessizliği Erdoğan ani
bir karar ile değiştirdi...
Neden bu değişime gerek
duyduğunu elbette etrafımızda gelişen siyasi olaylar ve etkilerinden
bulabilirsiniz, ölen Kürtler ve ölen asker sayısı bunda etkisi olmadığını
hepimiz bugün daha iyi anlıyoruz.
Ele güne karşı yapılan ve
istekle başlanan ama kişisel hırs, kibir karışımı oluşan yeni dünya liberal düzeni
bu açılımında masasını devirdi ama geriye bugün HDP adını alan Kürt sorununda
çözüm isteyen dört siyasi eğimi de kucaklayan o günlerde oluşturulmuş olan bir
siyasi parti yerini aldı.
HDP, sol bir parti değildir,
kuruluş ideali ve ideolojik duruşu ile geçmiş Kürt siyasi partilerinden
farklıdır, her ne kadar geçmiş Kürt siyasi partilerinin seçmeni ana gövdeyi ve
temeli oluşturmuş olsa da farklılığı vardır... HDP, sosyalist kelimesinin
telaffuz edilmediği ama içinde sosyalist ismini taşıyan partilerinde olduğu bir
ittifak partisidir... (Bir başka açıdan evet – hayır referandumunda dolayı ya
da direk evet diyen (boykot da dahi) kesimlerin bir çatı altında toplandığı
şemsiye partisi gibi bir izlenim veriyor.) Bundan dolayı ittifak arayışı içinde
olamaz... Fakat tarihin cilvesi ki egemen basın ya da yandaş ve candaş medya HDP
hep ittifak arayışında gösterme telaşı vardır, sanki açıkta kalan sol unsurları
ve sistem ile entegre olmamış İslami kesim ile ittifak yapacakmış gibi bir
ortam yaratmaya özen gösteriyorlar... İktidar ve muhalefetin etkin medyası bu
konuda söz birliği etmiş gibidir, düzen dışı kalanların, bir çatı altında
birleştirip, ötekileştirip, ihtiyaç dışına düşmüş siyasi partinin etkinliğini
azaltmak ve onu hedef tahtasına oturtmak, çünkü HDP kuruluş aşamasında ve
gelişen olaylarda beklenene net yanıt vermemiş, hatta aksi bir tutum
takınmıştır. “Seni başkan yaptırmayacağız!” başlığı ile girilen seçimde masanın
diğer tarafı kazanmış ve hırs ve kibir ile ötekileştirilmiştir...
Devlet Kürt açımlı yapmış
ama bir türlü sona gidecek yolu açamamıştır… Devlet, muhatabın elini
zayıflatıp, gerek gördüğü zaman masaya çağırarak masadan en fazla kazançlı
çıkma yolunu aramaktadır.
Seçimden seçime…
Kürtler yeni seçim
sisteminde kritik konuma gelmiş olması “Kürt sorunu” açılımı için fırsattır, o
fırsat o güne kadar biçimlenmiş kafaların yeniden biçimlenmesi ile mümkündür ve
o biçimlenme her seçim döneminde Kürtlere verilecek haklar ile yeni yolların açılması
için fırsatlar sunacaktır.
Yeni seçim sürecine girdik,
her seçim döneminde olduğu gibi Kürt seçmen en kritik konumda bulunmaktadır,
iktidarı ve muhalefetin meclis içinde sandalye sayısını belirleyecek konuma
olduğu içinde tartışmaların tam ortasında yer almaktadır… Bu seçim yeni
sistemin ilk imtihanı olma özelliğini de taşıyor; ya bu otokrasiyi yaratan bir
anlamda padişah’tan daha fazla yetkisi olan bir cumhurbaşkanlığı rejimi ile
devam etmek, (Kürt sorunu ve başka sorunların çözümü bir dudak arasına
sıkıştırmak) ya da kontrolü mümkün olabilecek olan bir meclis aritmetiği içinde
oluşacak yeni sistem ve tablo... Çoğunluk iktidarı kurulmak isteniyorsa eğer,
Kürtler kucaklamak ve onların sorunlarına çareler bulunması gereklidir, taviz
vermeyi düşünmeyenler bile matematik kuralları içinde istemeye istemeye
tavizler vermek zorunda kalacaklardır, bu tavizi de seçmenine açıklamadan
zamanla alıştıracaklar…
Kürt tarafın bu sistemde
iktidara gelmesi ve iktidardan yararlanılması toplum içinde değişimin önünde en
büyük engel olarak görülmektedir. Çünkü Kürtler iktidarda olduğunda ister
istemez toplum içinde var olan cepheleşmenin derinleşmesi ve oluşmuş olan
kuralı olmayan karşılıklı özverili durum ve koşulun ortadan kalması anlamına
gelir. Kayyumlar karşısında Kürt seçmeni temsil eden vekillerin mecliste sessiz
kalması ya da ses çıkarıyor gibi yapıp yapılan hukuksuzluk karşısında direnç
göstermemeleri bu kuralı olmayan bir sözleşmenin ifade bulmuş halidir.
Eski sistem artık devrilmiş
ve tarihteki yerini almıştır, tıpkı ulus devletinin yıkılması gibi, ama tarih
bize göstermiştir ki ulus devleti ortadan kalktı ama yerine bir küresel
ekonomiye uygun yeni bir devlet oluşamamıştır, sorunları vardır ve hukuksuzluk/
kuralsızlık içinde serbest piyasa koşulları dedikleri ama tröstleşmenin
yaşandığı korkunç bir süreç yaşamaktayız. Küreselleşmek adına her türlü küresel
oyun oynanırken, ulus devletin yıkıntıları üzerine oturan devletlerin elinden
yetkileri almak için yapılan her türlü “hibrit” savaş, küresel biyolojik savaş
deneyimleri hala ulus devletten kalan anlayışı ve düşünce biçimini ortadan
kaldıramamıştır…
Bugün var olan devletler
ulus devleti ile yüzleşememiş, hesaplaşamamıştır…
Küreselleşme lafı herkesi kucakladığı
günlerde, liberallerin hesaplayamadıkları yüzleşme lafının arkasında; “tarih
ile hesaplaşma”, “tarihimiz ile barışmak için yüzleşme” adını verdikleri
geçmişin karanlıkta kalan, ulus devleti tarihinde öğretilen “yalanlar ile
yüzleşip yeni tarih yazalım” söylemleri yıkılan ulus devleti kırpıntıları
arsında nefes alamamış, sanal olarak oluşturulan güçleri kısa sürede sönmüştür.
Ulus devleti yıkıntıları arasında otokrasi eğilimi liderlerin oluşturduğu
siyasi yapılanmalar bu yeni dünya düzeninden kendi çıkarlarına uygun
yararlanmışlar, etraflarında oluşturdukları sabun köpüğü çember içinde kendi
düzenlerini ve hedeflerini gerçekleştirmişlerdir…
Liberallerin kısa süre
içinde “aldatıldık, aldandık” söylemleri saman alevi gibi oluşmuş ortamın
külleri etrafında uçuştu… Fakat yeni oluşan devlet aygıtı içinde partileşen,
lidere bağlı devlet yapısı ve organizasyonu, var olan tüm birikimleri ters düz
yaparken, çıkara ve kısa vadeli çıkarlara göre belirlenen kurallar sürekli
değişirken, elbette tarih önünde ne yüzleşme gerçekleşecekti ne de açılım...
Kriz; krizi besleyerek, yeni
krizler için ortam hazırladı.
Ülkemiz yeni bir seçim
sürecine girdi. İktidar erki, ekonomiye çeki düzen vereyim derken, krizi başka
bir kriz ile yönetmeye kalkınca kriz daha da derinleşmiş ve başka krizlerin de
doğmasına sebep olmuştur…
Küreselleşeme için ulus
devletlere çeki düzen vermeye çalışan şirketler pandemi koşulları içinde daha
fazla sermeye birikimi yapmış, ulus devletlerinde oluşan küreselleşme karşıtı
bir çok unsuru törpüleme ve yasal düzenleme yaptırarak kendileri için daha
serbest hareket alanları yaratmıştır, fakat hala küreselleşmenin küresel hukuk
alt yapısı ortada yoktur, bir çok kurum olmasına rağmen (örneğin dünya ticaret
örgütü gibi) tüm devletleri kucaklayan bir hukuk alt yapısı yoktur, kontrol
dışı hareket eden sermaye, kendi kontrolleri dışında hareket etmeye çalışan
sermayeyi kontrol altına alacak bir düzenleme henüz söz konusu değildir… Kara
para kontrol dışı gibi gösterilen otokrat liderlerin gizli hesaplarında
varlığını korumakta ve yaşanan hibrit savaşlarda bu birikmiş kara paranın
kullanımı söz konusudur…
Yaşadığımız zaman diliminde
yalanlar hayaller üzerine kuruludur ve halka bu yalanlar gerçek gibi sunulur.
Siyasi çıkarlar ancak bazı
toplum içinde lider olarak görülen cemaat ya da siyasi parti liderlerini seçim
zamanı öne çıkarır, seçim bitince ve amacına ulaşılınca o vaatler bir bir
unutulur, çünkü siyaset yapmak yalan ve vaatler üzerine kurulmuştur.
İktidar, iktidar koltuğunu
korumak adına her şeyi mubah gördüğü bir süreç içindeyiz. Ekonomik krizi başka
krizler ile üstünü örtmeye çalışması, başka krizlerinde kapısını
aralamaktadır...
Ezilen ancak ezildiğini
gördüğü ve hissettiği an ezilenler ile birlikte hareket ediyor, devlet aklı ve
birikimi ezdiğini ezildiğini hissetmeyecek yöntemler bulmuş, kendisi açıktan
ezmek yerine hep ezilenlerden oluşturduğu bir sopa kullanmıştır. Ortadan sopa
kalkarsa, o zaman ülkemizde değişim kaçınılmaz olur.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.