Yiğıkili Zülküf
Her insanın bir hikayesi vardır, her yazarında yazmak istediği bir romanı. Aziz Aydın Doğan yıllardır içinde biriktirdiği ve bir gün mutlaka yazmam gerekir dediği bir romanı sonunda yazmış. Memlekeri Yiğıkili’de adı destanlaşan, uğruna türküler yakınan, şiirler yazılan bir yiğit hakkında. O yiğidin adı Zülküf. Zülküf Erzurum göçmeni bir Çerkez. Boyu boyunca, bir tokadı ile insanın ayaklarını yerden kesen, güçlü, kuvvetli ve soylu bir yiğittir.
Yazar, geçmişine ve kendisine ve yaşadığı yerin tarihine bakmak adına memleketine gider, kentinin insanlarının karakterini anlamak adınadır. O kent ki, yerleşimi milattan öncelere dayanır, çok dilli, çok kültürlü, her rengin kendisine yer bulduğu bir diyardır. Yoktur böyle bir memleket başka yerde. Şimdilerde betonlar arasında sıkışmış, yeni şehrin genişlemesi içinde kaybolmuş gibidir, ama dilden dile ulaşan söylenceleri de vardır. İşte bunlardan biri olan Yiğıkili Zülküf’ün hikayesinin peşine gider ve onu daha yakından tanımak için yaşadığı yerlerde kahvelere gider, mezarını ziyaret eder.
Harput ne acılar görmüştür, ne sevinçler. O acılardan sevinçlerin kısa tarihi bilgisi ile başlar roman. Dersim isyanı, bir babanın oğlunun asıldığı görmesi, acılardan acının en büyüğü. Kurulan karakollar, çatışmalar, mavzerler, yüreğin isyanı. Bağımsızlığına düşkün insanların sürgünü, şehirlerin varoşlarında yaşamaya zorlanmaları. Varoşlarda yaşamın zorluğu, bir ekmek uğruna gün boyu çalışmak, ucuz işçiliğin, ucuz ve en altta yaşamın olduğu yerlerde bir yiğit çıkar ve kapının önüne, ihtiyacı olanın ihtiyacı kadar bir çuval içinde erzak bırakır. Şeyh Bedreddin düsturudur, yarın yanağından gayrı, her yerde hep birlikte ama bu iyiliği yapan görünmez göze, çalmaz kapıyı ama bilirler ki, o’dur yapan!
Yiğıkili Zülküf, çocukluk günlerinden başlar emir almadan yaşamaya, sanki onun genlerinde vardır, soyludur. Özgürlüğüne düşkün olduğu kadar vicdanın sesine de düşkündür ve o vicdan sesi ile dünyaya bakar. Kırmaz, kızmaz fakire fukaraya, onun kızgınlığı, öfkesi bu halkı fakir yaşama zorlayan aç gözlülere karşıdır. O yaşayan bir Bedreddin’dir.
Okulu çift dikiş gider, akranlarına göre iridir, sözü dinlenir, dinletir. Güçlüdür. O bölgenin değimi ile biraz “kırıktır” ama öyle sonradan göre değildir, soyludur. Soylu olduğunu davranışlarına yansıtır. Çok sevilir, sevildiği kadar da düşmanı vardır. Garibanın dostu olmak kolay değildir, devletin hışmını üzerine alırsın, mahpus damları evin olur.
Roman, tarihi bilgilerin alınmasından sonra Yiğıkili Zülküf’in hikayesine çocukluğundan başlar. Erişkinliğe doğru gidişi ve askerlik. Askerlik çok önemlidir, çünkü emir altına giremeyen birinin emir altına girmesi. Eskilerin en çok anı biriktirdiği yerdir askerlik. İstanbul’dan başlayan, Isparta, Ankara sürgün günleri ve Ankara’da tanıştığı kişiler ile artık gelecek de atacağı adımı somutlaştırır. O artık eli iş tutması gereklidir, Elazığ’a yapılacak barajın şehri büyüteceğini görürler ve o İhtiyaca göre bir iş yeri açımı vardır. Açar da, açmasına açar da o açılan mekan kendi ölümünü hazırlar. Şehre sonradan gelenler artık oluşan zenginlikten pay almak isterler. Fakire giden yardımın sonlanmasını isterler. Mazlumun daha mazlum olmasını, eğlence mekanlarında satılan et olmasını isterler. Onların isteminin tersi duruşundadır Yiğıkili Zülküf. O artık bir hedeftir ve bir gece yarısı kurşunların hedefi olur.
Kanı toprak ile buluşur, ağıtlar yakılır, o artık bir destan kahramanıdır. Dilden dile geçer ve okuduğum kitap olarak karşıma çıkar.
Aziz Aydın Doğan, son romanı ile bir üzerine görev edindiği işi başarır. Roman olur ve kendi yayınevi olan Yaba yayınlarından çıkarır. Gözlerinde bir ışıltı vardır, çünkü o başarmıştır, üzerine görev edindiği bir yiğidi sözden çıkarıp yazıya büründürmüştür. Adnan Yücel’in uğruna şiir yazdığı Yiğıkili Zülküf işte kelimeler arasında yaşıyor.
İnsan gözü gibi baktığı, büyüttüğü bir şeyi sunarken aynı şekilde karşısındakine sunamıyor. Yayıncı olan Doğan, kendi kitabına o kadar özen göstermemiş gibidir, çünkü harfler onun yazdığı satırlar, kendi gözünde hep doğru dizilmiştir, o harfi okumaz, resme bakar gibi bakar satılara ve bir anlamda gözü kör olur. İşte insan kendi yazdığı yazının hatasını göremez ya, Doğan’da aynı şekilde göremez. Basar kitabı ama kelimeler yana yana boşluk bırakamadan çıkmıştır. Okuyan zorlanmaz, anlar ne demek istediğini ama yayıncılık için pek hoş durum değildir. O heyecan yapar, kimin yapmıyor ki?
Elazığ kültürünü merak eden, Harput gerçeği ile kısa da olsa tanışmak isteyen, Dersim isyanın Harput sınırlarına yansımasını öğrenmek isteyenler romanın keyfi içinde bu tarihin süzgecine Aziz Aydın Doğan gözü ve birikimi ile de şahitlik edebilirler.
Yaşadığımız yere bakarsak, orada yaşananları, destanları geleceğe aktarırsak, yok olmakta olan kültürün o güzelliğini de geleceğe taşımış oluruz ve deriz ki, biz bu dünyaya boşuna gelmedik. Yaşadığımız yerden, kültürden, konuştuğumuz dilden o kadar gurur duyarız. Bugünlerde moda olmuş, Amerika’da ki ne yerse buradaki de onu yiyor, tüketiyor. Biz tüketirken kendi kültürümüzün o lezzetlerini de yok sayıyoruz. Yiğıkili Zülküf bizin diyarın bize özgü kişiliğidir, rengidir. Onu tanımadan Harput anlaşılmaz! Harput bir sürgünlerin geldiği diyar değil, aynı zamanda sürgün gelenlerin oraya uyum sağlayıp yaşamı renklendirdiği yerdir. Çerkezlerin sürgünü, diyar diyar gezmeleri ve gezdikleri yerlerde duruşları ile destanlar oluşturmaları onların ne kadar soylu olduklarını gösterir. Boşuna değildir, ağıtlar, şiirler, romanlar…
Bu roman boşuna yazılmamıştır, bir dert var ki ileriye taşınmalıdır…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.