Galata Gazete


20 Şubat 2016 Cumartesi

Kendi önceliğimiz!

Kendi önceliğimiz!

Ülkemizde her toplumsal kesim kendi önceliğine göre bir şeyleri protesto etmekte, protesto etmesi gerekenlerin bir bölümü de seslerini kısarak, inandıkları iktidar zarar görmesin diye görmezden gelmeye devam etmektedir. Protesto demokrasinin en olmazsa olmazlarındandır. Kişiler, gruplar ve toplumsal kesimler kendi doğrularını seslendirme hakkına sahiptir. Eğer bu hak ortadan kaldırılırsa artık o ülkede demokrasiden bahsetme gibi bir şey akla bile gelmez. Demokrasinin olmazsa olmazı olarak görülen protesto etme hakkı zor ile bastırılıp, sadece devlet erkini elinde bulunduranların görüşlerinin sergilendiği bir gösteriye dönüşürse, orada da demokrasi sadece ezme ve baskı yapma özgürlüğü olarak ortada durur ama demokrasinin gereği olan azınlık hakları ve azınlıkların söz söyleme hakkı ortadan kalkar ki, o kalktığı an demokrasi rafa kaldırılmış kağıt zerinde bir leke olarak ortada durur.

Bugün yaşadığımız dönem kağıt üzerinde ki bu lekenin olduğu dönemdir, çünkü izin verilen gösterilerin bile polis ve güvenlik güçleri tacizi ile söz söylemeye, her sözün hakaret olarak kabul edilip mahkeme salonlarına taşındığını görmekteyiz.

Bu ülkede barış istemek en riskli iş oldu...

Barış diyenin üstüne kurşun, bomba ve canlı bomba yağıyor... Barış için yapılan tüm protestolar yaşadığımız dönem için birer vatan hainliği olarak devlet erki tarafından, devleti kontrol eden partinin ve onun medyası tarafından algı operasyonları yapılmakta ve genel olarak barış isteyen, eli ile zafer işareti yapan terörist, anarşist olarak adlandırılmakta ve linç kültürün saldırısına tabi olabilmektedir. Farklı bir ses, farklı bir etkinlik saldırıya açık olabilmektedir. Bunun en açık örneğini Trabzon ve Rize’de yaşadık.

Demokrasi kağıt üzerinde bir leke olduğunda elbette erk sahibi demokrasiden mağdur olduğunu ilan edecektir, çünkü yapılan işlere birileri ‘olmaz, yapılmaz’ deme lüksü (erke göre) olursa işler rayında gitmez, aksamaların tek nedeni demokraside aranır. Çünkü protesto etme ve farklı düşünenlerin sesinin çıkması planlanan ve istedikleri sonuca giden yolda duvar işlevini görür. Tek düşüncenin, tek doğrunun hakim olduğu yerde hoş görü olmaz, hoş görünün yerini baskı ve zulüm alır, ki devlet erki sahibi olanlar devletin güvenlik güçleri ile bunu saklamadan açıkça ortaya koyarlar. En sıradan bir protestoyu bile TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) destekli polis gücü ile bastırmaya ve gök kubbeyi gaz ile doldururlar.

Devlet erkini kullananlar mağdur olarak kendisini gösterebilmek için kendisine yönelik provokasyon eylemleri desteklemekte ve onlar için ortam hazırlamaktan da geri durmaz. Devlet parası ile istediği insanı kendisine hizmet etmek için satın alabilmekte ya da taşeron olarak kiralayabilmektedir. Devlet kendisini haklı göstermek için başka ülkenin toprağından kendisine top atışı yapacak kadar gözü karadır, yeter ki amaca hizmet etsin, amaca hizmet eden her yol mubahtır anlayışına sahiptir. Aynı şekilde toplumsal dinamikler içinde kendisine yandaş ama algı ile ortada gözükmeyen taraftar da elde eder. Bazıları gönüllüdür, bazıları ise profesyoneldir. Yani devletten ve yan kuruluşlarından aldıkları para karşılığında bildiklerinin inandıklarını değil parayı verenin amacına göre kalemini ve beynini kullanırlar. Sinsidir, aramızdadırlar.

İstanbul’da belediye otobüslerine atılan molotof kokteyl ile birçok canımız hayatını kaybetmiş ya da yaralanmıştır. Yıllar sonra bu eylemi yapanları devletin istihbarat elemanı olduğunu dönemin içişleri bakanı açıkladı. Demek ki yakılan mum bir süre sonra dibini de aydınlatıyor, karanlıkta yapılanı ortaya seriyor. Elbette bu kadar kaba ama karanlık eylemin dışında daha sinsi ve inceden inceye beynimize işleyen araçlarda kullanılmıştır ki, bugün itibarı ile hala “yetmez ama evet” yönteminin sonucunda kandırıldık diyerek günah çıkarılanların olduğu süreci yaşıyoruz. Günah çıkarmayıp da hala mağdur edebiyatı yapanların. Her şeyi popüler hale getirip piyasa için, bir şeyleri satmak için geçmişin tüm değerlerini kullananlar… Hatta bir çoğunu “onurumuz” diyerek de selamlıyoruz!

Bugün ki duruşuma göre, her mağdur olan insan ‘onurum’ olamaz, lütfen birini onurumuz diyorsak onun geçmişine bir bakın ve hangi olayda nerede durduğuna bakın derim… Cezaevleri mağdurluk yaratır ama her cezaevine girmiş diye birine onurumuz deme lüksüm yok… Sadece mağdur olmuştur ve cezaevinde diye ona yüklenmem, aynı koşullar içinde olduğumuzda ise duruşuna göre tavrımı ortaya koyarım... O yüzden birine onur payesi takmak kolay ama o kişi onurunu koruyabilecek mi? Senin yüzünü de kızartabilir, geçmişine bakarak o kızarma olayını tahmin edebilirsiniz. Sermaye yanında saf tutmuş birinin hiç bir şekilde onurunuz yapmayın, çünkü sizi para karşılığında satma potansiyeli yüksektir... Çünkü profesyonel düşünüp profesyonel davranma alışkanlığı vardır... Ama onurum diye tanımlamadan dayanışma içinde olabilirim... Dayanışma ile onur meselesini karıştırmamak gereklidir…

Günlerden bir gün herkes kendi önceliğine göre bir şeyleri protesto etti... Ortak bir payda vardı, taraflardan biri devletti ve devletin kolluk güçleri protestoları izlediler ve amirlerine rapor verdiler. Bazı kolluk kuvvetleri gaz attı halkın üzerine, bazıları kurşun... Bazıları da top atmış... Sonuçta protesto eden, edilen meydandaydı... Dışarıdan bakınca sanki ülke güllük gülistanlık, gösteri hakkı varmış gibi sunuluyor, öte yandan bodrumlardan yakılmış insanlar çıkmaya devam ediyor, hala kimlikleri belirlenemedi...

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.