Kendi önceliğimiz!
Ülkemizde her toplumsal kesim kendi önceliğine göre bir
şeyleri protesto etmekte, protesto etmesi gerekenlerin bir bölümü de seslerini
kısarak, inandıkları iktidar zarar görmesin diye görmezden gelmeye devam
etmektedir. Protesto demokrasinin en olmazsa olmazlarındandır. Kişiler, gruplar
ve toplumsal kesimler kendi doğrularını seslendirme hakkına sahiptir. Eğer bu
hak ortadan kaldırılırsa artık o ülkede demokrasiden bahsetme gibi bir şey akla
bile gelmez. Demokrasinin olmazsa olmazı olarak görülen protesto etme hakkı zor
ile bastırılıp, sadece devlet erkini elinde bulunduranların görüşlerinin
sergilendiği bir gösteriye dönüşürse, orada da demokrasi sadece ezme ve baskı
yapma özgürlüğü olarak ortada durur ama demokrasinin gereği olan azınlık
hakları ve azınlıkların söz söyleme hakkı ortadan kalkar ki, o kalktığı an
demokrasi rafa kaldırılmış kağıt zerinde bir leke olarak ortada durur.
Bugün yaşadığımız dönem kağıt üzerinde ki bu lekenin olduğu
dönemdir, çünkü izin verilen gösterilerin bile polis ve güvenlik güçleri tacizi
ile söz söylemeye, her sözün hakaret olarak kabul edilip mahkeme salonlarına
taşındığını görmekteyiz.
Bu ülkede barış istemek en riskli iş oldu...
Barış diyenin üstüne kurşun, bomba ve canlı bomba yağıyor...
Barış için yapılan tüm protestolar yaşadığımız dönem için birer vatan hainliği
olarak devlet erki tarafından, devleti kontrol eden partinin ve onun medyası
tarafından algı operasyonları yapılmakta ve genel olarak barış isteyen, eli ile
zafer işareti yapan terörist, anarşist olarak adlandırılmakta ve linç kültürün
saldırısına tabi olabilmektedir. Farklı bir ses, farklı bir etkinlik saldırıya
açık olabilmektedir. Bunun en açık örneğini Trabzon ve Rize’de yaşadık.
Demokrasi kağıt üzerinde bir leke olduğunda elbette erk
sahibi demokrasiden mağdur olduğunu ilan edecektir, çünkü yapılan işlere
birileri ‘olmaz, yapılmaz’ deme lüksü (erke göre) olursa işler rayında gitmez,
aksamaların tek nedeni demokraside aranır. Çünkü protesto etme ve farklı
düşünenlerin sesinin çıkması planlanan ve istedikleri sonuca giden yolda duvar
işlevini görür. Tek düşüncenin, tek doğrunun hakim olduğu yerde hoş görü olmaz,
hoş görünün yerini baskı ve zulüm alır, ki devlet erki sahibi olanlar devletin
güvenlik güçleri ile bunu saklamadan açıkça ortaya koyarlar. En sıradan bir
protestoyu bile TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) destekli polis gücü
ile bastırmaya ve gök kubbeyi gaz ile doldururlar.
Devlet erkini kullananlar mağdur olarak kendisini
gösterebilmek için kendisine yönelik provokasyon eylemleri desteklemekte ve
onlar için ortam hazırlamaktan da geri durmaz. Devlet parası ile istediği
insanı kendisine hizmet etmek için satın alabilmekte ya da taşeron olarak
kiralayabilmektedir. Devlet kendisini haklı göstermek için başka ülkenin toprağından
kendisine top atışı yapacak kadar gözü karadır, yeter ki amaca hizmet etsin,
amaca hizmet eden her yol mubahtır anlayışına sahiptir. Aynı şekilde toplumsal
dinamikler içinde kendisine yandaş ama algı ile ortada gözükmeyen taraftar da
elde eder. Bazıları gönüllüdür, bazıları ise profesyoneldir. Yani devletten ve
yan kuruluşlarından aldıkları para karşılığında bildiklerinin inandıklarını
değil parayı verenin amacına göre kalemini ve beynini kullanırlar. Sinsidir,
aramızdadırlar.
İstanbul’da belediye otobüslerine atılan molotof kokteyl ile
birçok canımız hayatını kaybetmiş ya da yaralanmıştır. Yıllar sonra bu eylemi
yapanları devletin istihbarat elemanı olduğunu dönemin içişleri bakanı
açıkladı. Demek ki yakılan mum bir süre sonra dibini de aydınlatıyor,
karanlıkta yapılanı ortaya seriyor. Elbette bu kadar kaba ama karanlık eylemin
dışında daha sinsi ve inceden inceye beynimize işleyen araçlarda kullanılmıştır
ki, bugün itibarı ile hala “yetmez ama evet” yönteminin sonucunda kandırıldık
diyerek günah çıkarılanların olduğu süreci yaşıyoruz. Günah çıkarmayıp da hala
mağdur edebiyatı yapanların. Her şeyi popüler hale getirip piyasa için, bir
şeyleri satmak için geçmişin tüm değerlerini kullananlar… Hatta bir çoğunu
“onurumuz” diyerek de selamlıyoruz!
Bugün ki duruşuma göre, her mağdur olan insan ‘onurum’
olamaz, lütfen birini onurumuz diyorsak onun geçmişine bir bakın ve hangi
olayda nerede durduğuna bakın derim… Cezaevleri mağdurluk yaratır ama her cezaevine
girmiş diye birine onurumuz deme lüksüm yok… Sadece mağdur olmuştur ve
cezaevinde diye ona yüklenmem, aynı koşullar içinde olduğumuzda ise duruşuna
göre tavrımı ortaya koyarım... O yüzden birine onur payesi takmak kolay ama o
kişi onurunu koruyabilecek mi? Senin yüzünü de kızartabilir, geçmişine bakarak o
kızarma olayını tahmin edebilirsiniz. Sermaye yanında saf tutmuş birinin hiç
bir şekilde onurunuz yapmayın, çünkü sizi para karşılığında satma potansiyeli
yüksektir... Çünkü profesyonel düşünüp profesyonel davranma alışkanlığı
vardır... Ama onurum diye tanımlamadan dayanışma içinde olabilirim... Dayanışma
ile onur meselesini karıştırmamak gereklidir…
Günlerden bir gün herkes kendi önceliğine göre bir şeyleri
protesto etti... Ortak bir payda vardı, taraflardan biri devletti ve devletin
kolluk güçleri protestoları izlediler ve amirlerine rapor verdiler. Bazı kolluk
kuvvetleri gaz attı halkın üzerine, bazıları kurşun... Bazıları da top atmış...
Sonuçta protesto eden, edilen meydandaydı... Dışarıdan bakınca sanki ülke
güllük gülistanlık, gösteri hakkı varmış gibi sunuluyor, öte yandan
bodrumlardan yakılmış insanlar çıkmaya devam ediyor, hala kimlikleri
belirlenemedi...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.