Tek adam kendisini dayatırken…
Türkiye’de siyasi yaşantımız her daim tek adam üzerine
kurgulanmıştır. Siyasi partiler tek adam üzerinde seçimlere gitmiş, tek adamın
seçtikleri mecliste milletin vekili olarak kabul edilmiş, tek adamın
belirlediği ilçe örgütleri tek adamı her kongrede seçmiştir.
Tek adam, yalnızca Şevket Süreyya Aydemir’in kitabının adı
değil, aksine yaşanan somut durumun somut tahlilidir de. Kurucu babalar tek
adama biat ederken, tek adam çevresinde yaşayan ve zaman zaman kendisine büyük yararı
dokunmuş eski arkadaşlarını gözden çıkarmaktan çekinmemiştir. İktidar partisi
devletin olanaklarını kullandığı ve kasasını devlet olanakları ile
doldurduğunda ister istemez toplumun dışına düşer ve ekonomik kaynaklarının yok
olmaması için devletin her türlü olanağını kendi iktidarını uzun süreli tutmak
için kullanacaktır. Tek adam
süreçlerinde partiler devletleşir, devlet partinin içindedir. Hangi amaçla
kurulduğunun artık önemi yoktur. Devletin çıkarı partinin çıkarı ile paralel
olduğunda gerisi teferruattır.
Tek adam rejimi her ne kadar her darbe sonrası resmi görünüm
kazanmış olsa da tarihimizin kuruluş ilkeleri ve hedeflerinin ter yüz edildiği
12 Eylül askeri darbeden sonra bir hedef ve amaç olmuştur. Tek pati rejimi 12 Eylül
anayasasının ve yasalarının teminatı altındadır. 12 Eylül fiiliyatta
uygulanmayan ama yasalarda yerini alan ulus devleti anlayışının fiiliyata
geçirilmesi sürecinin de görünen başlangıcı kabul edilebilinir. Her ne kadar
ulus devletinde amaç ulusal sermaye biriktirmek olsa da bu temel amacını
ortadan aldırıp liberal ekonominin ihtiyacı olan gümrük duvarlarını yıkmış ama
yıkılması gereken tek devlet, tek dil, tek din, tek mezhep, tek tek tek ne
kadar diğer unsurlar varsa öne çıkarılmıştır. 12 Eylül öncesi ülke gündemini ve
ekonomik koşullarının dayatmış olduğu gündemin çok dışına çıkılmıştır. Bunda en
büyük etken sanırım Kıbrıs Barış Harekatı ve sonrasında ki gelişmelerinde rolü
olmuş olabilir, çünkü Amerika ambargosuna giren bir NATO ülkesi Ortadoğu
üzerine geliştirilen ‘Yeşil Kuşak’ doktrine uygun yapılanması gerekliydi. O
gereklilik Avrupa’ya doğru gidildiği sanılan trenin aslında Ortadoğu’ya doğru
gittiği ve artık ters yönde koşmamamız gerektiği bize dikte edilerek yeni
rotamızı tek parti hakimiyeti altında uygulanmaya kondu, devam ediyor.
12 Eylül süreci devam eden bir süreçtir. Ortadoğu ülkesi
olduk. İktidar ve iktidarın lider kadrosu tipik bir Ortadoğu lideri arasında ki
farkı sayın diye soru sorulmuş olsa, farktan daha çok benzerlikleri saydığınızı
farkına varabilirsiniz. Tek parti sorun yaratmaktan daha çok çözüm üretileceği
ve çözümün halk lehine olacağı varsayılmış olsa da aslında bu varsayımın kağıt
üzerinde bir balon olduğunu kısa sürede anlayacaktık. Halk yerine, sermayenin
lehine bir süreçtir liberal ekonominin yaratmış olduğu siyasi / ekonomik
gelişmeler. “Orta direkt” popüler söyleminin geçmişte yayın yapan mizah
dergilerinin kapağında bir anı olarak yer almıştır. Bugün ki nesil okusa hiçbir
şey anlayamayacak kadar geçmişinden kopmuştur. Çünkü orta direkt yoktur, onun
yerini kendisini kurtarma derdinde olan tüketim çılgınlığı içinde ki bireylerin
oluşturduğu güruh yer almıştır. “Herkes
kendi acısını yaşamaktadır”
Türkiye’de tek adam rejimi 12 Eylül’den bugüne devam eden
bir siyasi tercih modelidir. Birileri kalkıp tek adam rejimine izin
vermeyeceğiz diye yazı paylaşıyor, söz söylüyor. Kısaca var olanı ret ediyor
güya ama artık kimsenin elinde olmayan bir durum söz konusu. Çünkü ‘tek adam
rejimine izin vermeyeceğiz’ diyenlerin önemli bir bölümü tek adam parti
başkanın ağzına bakarak politika yapan kişilerdir...
Tek adam rejimi ile mücadele etmek isteyenler öncelikle içinde
bulunduğu sosyal ilişkide ki tek adam ve tek görüşü ortadan kaldırmak için
mücadele etmelidir. Azınlıkların ve
göçmen olarak gelenlerin de haklarını savunmak ve onların mağdurluklarını
gündeme alıp çözüm yolu aranması için mücadele edenlerin samimi olduğu
diğerlerin ise kişiye göre durum belirlediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Sözde
tek adama karşı mücadele ediyorum demek, olayı kişiselleştirmekten başka anlamı
yoktur.
Erdoğan’ın fiiliyatta yürüttüğü tek adam başkanlık
sisteminin en mağduru Bakanları Kurulu başkanıdır. Hem yetkili hem de yetkisiz.
Uluslararası medya onun sözünden daha çok Erdoğan’ın sözünü yayınladığı ve
ciddiye aldığını biraz medya takibi yapanlar görebilir. Bu durumdan rahatsız
olmadığını parti kongrelerinde dillendirmektedir. Tek adam fiiliyatta
uygulananı hukuki zemin içinde olmasını zaruri gördüğünü açıkça ifade
etmektedir. Gerçi Erdoğan külliyesinde yaptığı toplantılarda ve çağırdığı
konuklar önünde Özal’ı kat be kat aşmış olarak ‘sorumsuzluğunun şemsiyesi
altında’ dillendirmekten çekinmemektedir. Özal, “anayasa bir kere delinmekle
bir şey olmaz!” derken, kalbura dönmüş anayasanın artık pek söz eden yoktur, “yasaları
fiiliyatta yok sayın, çünkü sizin ihtiyacınız olanı yaparız” özgüveni içinde
“yasaları açıkça yok sayın, istemlerime yanıt verin!” anlamına gelen cümleleri dillendirebilmektedir.
Erdoğan, ‘tek adam’ olması insanları mutlu ediyor mu?
Yandaşlar hariç hiç kimse memnun değil. Cepheleşme ve
referandum politikası sayesinde üst üste seçimleri kazanmıştır. Karşısında
donanımlı (örgütlü) ve gündem oluşturabilecek ne yazık ki bir muhalefet yoktur.
Muhalefet zaman zaman yan değnek görevi görmüş ama kendi gündemini
oluşturamamıştır. Erdoğan’ın oluşturmuş olduğu gündemin peşinde koşanlar kendi
hanelerine pozitif katkı yapamazken, seçimlerde kime hizmet ettiklerini
sadıklar göstermiştir. Birden zengin olan yandaşlar, başörtüsüne özgürlük diye
imza verenler elde ettikleri zenginlikleri paralel yapı tartışması sırasında ‘yandaş’
olmayan, cemaat mağdurları yanında yer alanlar elde ettiklerini kaybetmekte
olduklarını anladıklarında Erdoğan’a desteklerini çekmişler ama Erdoğan yeni
stratejisi içinde bunların pek önemi yoktur, çünkü yerini dolduran
‘ulusalcıları’ ikame etmiştir.
Tek adama giden yolda ‘fiiliyat’ yasal düzenlemeye
kavuşabilecek mi?
Önümüzde ki günlerde referandum ile yeni düzenleme önümüze
gelecektir. O düzenlemede kimler yandaş, kimler karşı tarafta olacağını
şimdiden kestirmek zorudur, çünkü Suriye savaşı ve ekonomik kriz ülkemizin iç
dinamikleri arasında olan dengelerin ne yönde değişeceğini -yaşadığımız Erdoğan
iktidar sürecini göz önüne alırsak- söylemek gerçekten zor. Bugün içli dışlı
olanlar, aynı düşmana aynı nefret ile bakanlar belki yarın karşı cephelerde,
temsil ettikleri çıkarlar birliklerinin ihtiyacına göre yeni cepheler
oluşturabilirler…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.