İstihbarat eksikliği geleceği biçimlendiriyor!
Örgüt olmak ve örgüt konusunda birçok yazı kaleme mutlaka
alınmıştır, alınmaması mümkün değil, çünkü demokrasi adı altında örgütlü
cahillik bizi karanlığın içine fırlatıp attı. Şimdi karanlığın içinde yaratılan
zifir karanlık noktalarında yaşanan gelişmeleri sanki aydınlıkta yaşanmışçasına
görüyor, anlıyor ve onun hakkında fikirlerimizi beyan ediyoruz ama zifir
karanlıkta ne görebilir, ne de gerçek anlamda konumunu konumlandırabiliriz.
Zifir karanlıkta işlenen suçların ortaya serilmesi ancak istihbarat gücü
yanında örgütlü bir yapınızın olması gerek, örgütlü bir karşı duruş olmayan
noktada kaybetmeye ve kaybedilmeye mahkumsunuz.
Kaos ortamların oluşturmuş koşullar içinde faili meçhul birçok
olay yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. İşlenen suçlar zifiri karanlıkta
kaldığı sürece o suçun suç olduğunu bilemeden bize özgü şeyler yaşıyormuş gibi
algılamaya ve doğal görmeye devam edeceğiz, oysa ki insanlık tarihi bize neyin
suç ve suçlar kapsamına girdiğini geçtiği zifiri karanlık dönemlerinden
çıkardığı sonuca göre biliyoruz. İnsanların oluşturmuş olduğu tüm bilgileri yok
sayıp bizler yeniden suç ve suçlular konusunda yeni tarifler yapmaya ve
anlamlar yüklemeye başladığımızda zaten kaybedilmiş kuşağın ve kaybedilmiş
insanların insan öyküsünü yazmış oluruz.
Bu ülkede 15 Temmuz’u kimse bilemedi, darbe yapanlar
dışında. Örgüt olmanın bir ölçütü istihbarat ağına sahip olmak ve kullanmaktır.
Bu gösteriyor ki ülkemizde örgüt yok, darbeciler dışında diyeceğim ama onlarda
başarısız oldular, onlarda örgütsel anlamda eksikler diğerleri gibi. Örgüt
olmanın üç saç ayağı vardır, sağcı, solcu, dinci, liberal olmaya bakmadan. Üç
saç ayağının en önemli ayaklarından birini geçtiğimiz darbe süreci içinde
yaşadık. İstihbarat. Diğer ikisi ise maddi alt yapı (para), lojistik. Darbe
süreci içinde bu üçayağın kullanıldığını görüyoruz. Elbette sahip olmak onu tam
işlevsel şekilde kullanılıyor anlamına gelmiyor. Darbe yapanlar ve darbeye karşı direnenler bu
üç saç ayağının çatıştığı noktalarda bir biri ile karşı karşıya geldi. Her iki
tarafın da örgüt olma konusunda eksiklikleri gün yüzüne çıktı. Meclis
bombalanırken meclisten yansıya ışık örgütlü olarak gördüğümüz yapının ne kadar
zayıf temeller üzerine oturduğu ya da ne kadar zayıflatıldığı gerçeği ile karşı
karşıya geldik. Evet devlet olarak kabul ettiğimiz örgütsel yapı
zayıflatılmıştı ve bir darbe gerçeği ile yüzleşirken ne kadar çaresiz ve
tesadüflere dayalı bir süreç yaşadığı gerçeği ile karşı karşıya kaldık.
Toplumsal olaylar tesadüfler ile hareket etmez, bir isyan, işgal veya devrim
gibi kavramlar çok ince düşünülmüş ayrıntılı planların ürünü olarak ortaya
çıkar, tesadüfler ile oluşan her devrim geçicidir ve yaşama şansı yok gibidir.
Devlet çöktü, yok oldu derken işte bu saç ayağından bahsediyordum.
Örgütsüz ortamda her yapı örgütmüş gibi davranıyor…
Zayıf noktaları gün yüzüne çıkan örgütlerin bu
zayıflıklarını aşabilmek için halkını kandırmak ile yükümlüdür, çünkü
kandıramazlarsa Sovyetler Birliğinin sonu gibi olma olasılığı yüksektir. George
Soros Sovyetlerin yıkılışı ile yaptığı değerlendirme sırasında kulağıma çalışan
tespiti şu şekildeydi; “Sovyet rejimini idare edenler yok olan devletlerini
çıplak olarak ortaya koydular ama o sırada İngiltere’de aynı kaderi
paylaşıyordu ve Margaret Teacher halkına yalan söyleyerek devleti
olduğundan daha güçlü göstererek İngiltere’nin dağılmasına izin vermedi.”
Devlet mekanizmasını elinde bulunduranların halkına karşı söylediği yalanlar
bugün yaşadığımız örgütsüz devletler topluluğunun yaratmış olduğu kriz ve
girdapları içinde çıkış yolu aramaya devam ediyoruz.
Ulus devlet yıkılmıştır, yerine ikame ettirilen devlet ise
devlet olamamış, geçmişte yaratılan tüm birikimler uluslararası sermayenin
çıkarı yönünde dağıtılmıştır. Liberal devlet adı verilen yapılanma aslında ulus
devletin sermeye birikimi gerçeğini yok etmiş, ulus devletin paranın hareket
etmesi önünde ki engelleri ortadan kaldırmaya başlatmasına liberal devlet adı
verdiler ama liberal devlet sorunların çözümüne katkı sunacağı düşünülürken
aslında olayların beklenildiği gibi gitmediği kaosu ve krizi daha da
derinleştirdiği gerçeği ile karşı karşıya kaldık. Ulus devlet çöktü ama yerine
konulacak devlet oluşturulamadı, sermeye sahipleri sistemlerinin devamı için
savaşı seçtiler ve savaş koşullarının yaratmış olduğu zaman kazanımı ile yeni
arayışlarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Savaş koşullarında savaşın yaşandığı cepheler ve kıyımlar bu
krizi kökten yaşayan devletlerin topraklarında değil, başka topraklarda ve
henüz karma ekonominin hakim olduğu topraklarda devam etmektedir. İktidar krizi
yaratılarak, savaş başka topraklara havale edilmiş, o savaş bölgelerinde savaş
aleti üretenlerin istihdam ve borsada değerli kağıtları ile krize geçici
çözümler buluyor gibi oluyorlar ama sorunun derinliği o kadar büyük ki,
sorunların üstünü hiçbir sübvanse örtemiyor. Borsada oyun oynayan figürler
üretimden bağımsız olarak halkı fakirleştirmekte veya yaşam kalitesini göreceli
olarak yükseltebilecek borsa iniş çıkışları arasında uluslar arası yasaların
oluşması için ulus devletlere baskı yapmaya devam ediyorlar. Bu baskının yoğun
olarak yaşandığı günlerde, bir proje ve örnek olarak gösterilen Avrupa Birliği Büyük
Britanya’nın birlikten çıkma kararı (Brexit) borsada para kazananların gelecek
projesinin üstüne benzin dökmek gibi oldu. Kriz derinleşerek devam ediyor,
liberal ekonomi adı altında devletin yapması gereken her şey özelleştirilerek
devleti küçülttüler ama devlet varlığını silahlı güç ile devam ettirmeye devam ediyor.
Kitle imha silahları ve toplumsal olaylara müdahale araçlarını işsiz gençlerden
derleyerek devleti güçlü göstermeye devam ediliyor.
Devlet varlık sebebi olarak düşman üretmek ile yükümlüdür,
çünkü devlet bugün sadece savunma aracı olarak ve güvenlik kaygısı olarak
karşımıza çıkmaktadır. Eğitim, sağlık, iletişim ve devletin yapmak ile
yükümlüğü olduğu her alt yapı özel uluslar üstü firmalara verilerek
taşeronlaşmaya ve hizmet satın almaya giderken liberal ekonominin yaratmış
olduğu göreceli özgürlük ortamında güvenlik öne çıkması tesadüfi değildir.
Çünkü yeni özgürlük alanı devletin varlık sebebi sorgulanır ve test edilir hale
geldi. Sanal saldırılar bu savaşın her boyutta olabileceği gereği ile karşı
karşıya kaldık.
Suçlu üretilerek suç ortadan kalkmaz...
Blair ve Bush ikilisinin büyük yalanı bugün yaşanan mezhep
kavgalarının temelini oluşturmaktadır. Canlı bombalar, katliamlar ve sınır
tanımayan mülteci akımı bu ikilinin insanlığa söyledikleri büyük yalan ile
ortaya çıkmıştır. Kapitalist sistem krizini savaş ile aşmaya çalışmış, fakat
evdeki hesap Ortadoğu’ya uymamıştır. Hakim devletlerin liderleri yeni suçlular
yaratarak suçlarının üstünü bayraklar ile örtmeye çalışıyorlar.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi, darbeler tarihinde ilk defa
sol muhatap değil mağdur olmuştur. Çünkü sol bu çatışmada taraf olmaya
zorlanmış ve kendisini ispatlama ve kaybedilen meydanlara yeniden çıkma fırsatı
iktidar eli ile verilerek o ortamda kendisini ifade etmeye zorlanmıştır. Sol,
zaten darbe karşıtı bunu bilmeyen yok. Bu darbe girişiminde muhatap alınmadı
sadece... Muhataplar meydanlarda orantılı orantısız çarpıştı, bir taraf
kazandı. Sol burada kazananın yanında tavır almak ile yükümlü değildir. Tercih
kaybeden yanın da olamaz. Kazananın kaybederken farkı olağan koşullarda
yapacağı uygulamalar ile kendisini gösterir.
Bugün ülkede kendi halkını bombalayan ve kurşun sıkanı hiç
kimse savunmaz, savunamaz... İnsanlık suçu işlemişlerdir. Fakat onların
panzehiri olarak gösterilenler de ne yazık ki demokrasiye şaşı bakıyor, demokrasiyi
savunduğunu söyleyenler ise “birlikteyiz, bir aradayız” gibi şeyler söylemekte
ama tüm meydanlar artık demokrasiyi çoğunluk hakkı görenlerin ve çoğunluğun
hakimiyetini savunanların sela okuması şeklinde hayat bulmuştur...
Genel değerlendirmeler dışında kendimize dair öznel
söyleyebileceğimiz bir durum ortaya çıkmıştır, çünkü darbe güveni ortadan
kaldırmış ve istihbarat zafiyetini ortaya çıkarmıştır. Bu koşullar içinde
ülkeyi uzun bir süre sanırım jurnalcilerin jurnalleri yönetecek gibi... Güven kayıbı
yaşayan iktidar istihbaratını jurnaller üstüne kuracağa benziyor... Bu dönemde
adalet aramak sanırım sadece bir ütopya olacak... Keyfi uygulamalar umarım çok
fazla olmaz, kişiler jurnalciliğe zorlanmazlar… Bu sürece benzer olaylar
tarihte örneği çok ama en bilineni söyleyeyim Abdülhamit dönemi, tam bir
jurnalcilerin altın çağıdır... Darbe ile iktidardan düşen Abdülhamid’ten sonra oradan
elde edilen deneyimleri İttihat ve Terakki Partisi kendi lehine kullandı...
tarihimizin en kanlı süreci yaşanan kaos ortamında sonra çıkan süreçtir.
Devlet olarak insan hakları sözleşmesine imza atmışız, şimdi
attığımız imzayı askıya OHAL ile aldık... Kısaca deniyor ki insan askıda olacak
bu süre içinde... İstihbaratın zayıf olduğu zamanlarda suç, suçlu yaratılarak ortadan
kaldırılır…
İsmail Cem Özkan