Yaz sıcakları…
Yaz sıcakları başladığı gün çürüme de başlamıştır, çünkü
çürüme olmadan yeni yaşam olmaz. Yaz sıcakları ile tarlaların yeşili sarıya
dönüşür, sarıya dönüşen yerlerde ise geriye bereketin sadece tohumu kalır,
kendisi artık bu dünyada başka işlevlere doğru yol almıştır.
Sıcaklar aynı zamanda kıtlık habercisidir, çünkü yeteri
kadar su rezervi olmazsa o susuz olan yerlerde kıtlık kaçınılmazdır. Su,
yaşamın ilk noktasıdır, su olmadan yaşam olmaz! Suya hava destek verir ama
yaşadığımız çağ itibarı ile hava sanki sonsuz ve bitmez gibi gözükmekte su kıt
gibi algılanmaktadır, fakat hava da sonludur ve o son insanın yarattığı dünya
ile hızlı bir şekilde yakınlaşmaktadır.
Havanın kıtlığı dinozorları yaşamdan kopup alması gibi insan
da yeni atmosfer içinde yok olup gitme tehlikesi içindedir. Eğer insan denen
canlı bu dünyadan yok olursa, büyük olasılıkla yeni bir döngüde başka canlılar
bu dünyanın hakimi ve havanın efendisi olacaktır. Hava mutlaka önemlidir ama
yaşadığımız zamanın efendisi ve kıtlığın sembolü sudur.
Suyun sonsuz olmadığını bize anımsatan sıcaklar ve güneşin
doğrudan coğrafyamıza yansımasıdır.
Yaz sıcakları aynı zamanda insanın yapısına da müdahale
etmektedir, sıcakların dayanılmaz olduğu ortamlarda birden o ortamda yaşan
insanların bir biri ile kavga etmek için sebep aradığı ve incir çekirdeğini
doldurmayan meseleler yüzünden bir birinin üzerine toprak serptiğine şahitlik
etmekteyiz.
Sıkışmış bir otobanda ölen insanların haberi artık bizim
için yabancı değildir, arabası içinde susuzluktan ölen insanlar. Kerbela
çölünde ölen insanlar gibidir, bir nebze olarak geçmişin değişmiş halini
yaşatırlar.
Ülkemizin konumu itibarı ile hava akımlarının geçiş
noktasıdır, tıpkı göçmen kuşlar gibi. Göçmen kuşların yolları üzerinde
şimdilerde havadan elektrik üreten res’ler yer almıştır. Kendisini havanın
akımına ve döngüsüne bırakarak binlerce kilometre giden kuşların önünde en
büyük engel bu yel değirmenleridir. Bu değirmenler hem hava döngüsüne küçük
küçük müdahale etmekte ve aynı zamanda dünya döngüsünün de rotasına küçük
sapmalarına neden olabilecek güç biriktirmektedir. Geçmişin büyük barajları
dünya döngüsüne ve hava koşullarına müdahalesi yıllar sonra anlaşılması ve bu tehlikeli
oyundan vazgeçilmesi insanlık için bir derstir. Ama aynı dersi yeni enerji
kaynaklarından almamakta ve kendi bencil çıkarı için dünyada kendisi dışında
yaşayanların tüm yaşamlarına açıktan ve pervasız olarak müdahale etmektedir.
İnsan yarattığı sistem her şeyi tüketmekte ve tüketimin
sonun olmadığını düşünmektedir. Bu sonsuz gibi duran her kaynak sonludur ve o
son kısa zamanda insana sonuçlarını hissettirmektedir.
Yaz sıcağı yarattığımız şehirler ile kendimiz için
oluşturduğumuz bir cehennem ateşidir. Şehir enerji üretirken dışarından gelen
enerjiye de büyük katkılar sunarak olması gerekenden fazla hissedilen enerji
ortaya çıkarmaktadır. Daha fazla enerji ile müdahale olarak önümüze getirilen
tüketim araçları da daha fazla havayı ısıtmakta ama bulunduğumuz kapalı ortamı
serinletmektedir.
Dünyamızın atmosferi bir klima konuma getirilmiş ve bu
ısıdan artık kaçacak bir atmosferimiz de yoktur. Ben tüketmiyorum o yüzden
benim atmosferin sağlam kalacak fikri yoktur, çünkü bir bütünün bir parçası
feragat etmesi o atmosferin bozulmayacağı ve yok olmayacağı anlamı yoktur.
Gelişmiş kapitalist devletler ve o coğrafyada yaşayanların hayat
standartlarının yüksek olması alsında bizim sonumuz ortaya çıkaran
felaketlerden başka bir şey değildir. Onlar pervasızca ve kendi bencil
dünyaları içinde yarattıkları ortam içinde yaşadıklarını sanırken, onların
yaşam kalitesini yüksek tutmak için canla başla çalışan geri kalmış ülkelerin
insanları, ölüm ve sarı sıcağın yaratmış olduğu kıtlık ile mücadele etmektedir.
Mültecilik bu yaşam alanın kıt olduğu ortamda ortaya çıkar.
Savaş, kıtlık mülteci yaşamın temelidir.
Mülteciler durduk yere yurtlarından yola çıkıp binlerce
kilometre uzaklıkta ki yaşam kalitesi yüksek olan yerlere doğru yol almazlar.
Çünkü o kaliteli yaşamın olduğu yerlerde yaşamın kalitesi kendi kıtlıklarının
sonucudur.
Kıtlığı yaratan, yüksek yaşam kalitesi içinde yaşayanların
pervasız ve düşünmeden kullandıkları klimalar ve diğer araçlardır. Şimdiler de
doğayı koruyan araç üretme yarışına girdiler, yok arabanın gaz borusunu
ölçüyorlar filan, onlar da bu kıtlığın birincil sebebi kendilerinin yaratmış
olduğu ortam olduğunu biliyorlar.
Gelmekte olan mülteci dalgası karşısında hayret ve şaşkınlık
ile karşılayanlar ve sonra bu göç dalgasından nasıl ve hangi düzlemde verimli
şekilde faydalanırız düşüncesi kapitalizmin ortaya çıkarmış olduğu tüketim
kültürünün sonucudur. Şimdi bu kirli politika ve arzular politik arenada
tartışılmaktadır.
Mültecilere oy hakkı tartışması tamamı ile iktidar
mücadelesi yapan ahlaksız ve ilkesizlerin yaratmış olduğu bir ortamdır.
Mülteciler birer oy rakamı değil, hangi koşulların sonucunda
hayata tutunmak isteyen ve yaşadıkları coğrafyaya uyum sağlayan insanların
vatandaşlık hakkıdır. Her vatandaş yaşadıkları coğrafyada seçme ve seçilme
hakkına sahip olmalıdır, çünkü onların kaderini çizenler onların oyları olmadan
iktidar olanların paradigmalarıdır.
Göçmenlerin geri iadesi ve toplama kamlarında tutulması bir
yaşam hakkına müdahaledir. Tıpkı onların yaşadıkları toprakları soyan,
sömürenlerin yaratmış olduğu kıtlık ortamıdır. O ortamın yaratımından hepimiz
bir anlamda sorumluyuz ama kimse bu sorumluluğu almak niyetinde değil, çünkü
yaşam kalitesi bu sorumluluğu reti üzerine kuruludur.
Yaz sıcakları başladı ve çevremizde anlamsız kavgalara
şahitlik ediyoruz. Sıcaklar insanın duygusunu ve davranışını değiştirecek kadar
etkilidir, tıpkı doğanın akışını yok eden ve yeniden çizmesi gibi… Hiçbir şey
sonsuz değildir, bir noktada o son birden karşımıza çıkar…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.