Demokrasi kavgası!
Demokrasi kavramının içi boşaltıldığı günden bu yana
demokrasi kavaramı üzerinden iktidar kavgası verilmektedir. Demokrasi öyle bir
şekilde sunuluyor ki, parlamento olan ülkede demokrasi var, olmayan da yok!
Ülkemizde meclis var ve de seçilmiş vekiller. O halde demokrasi var, daha ne
istiyorsunuz?
Demokrasi tanımı yapmadan demokrasi kelimesini kullanarak
niyetlerin hayata geçirildiğine şahitlik ediyoruz. İktidar kavgasında demokrasi
ve seçilmişler vurgusu sürekli yapılarak otoriter rejim daha da kök salmakta ve
otoriter rejimlerde gözüken her türlü keyfi uygulamaya hukuk sınırları içinde
şahitlik ediyoruz. Hukuk olan yerde adalet olmak zorunda değildir, tıpkı meclis
olan yerde demokrasinin olmaması gibi. Adalet ve demokrasi kavramları göreceli
hale getirilmiş ve erk sahibinin ihtiyacını karşılaması ile ölçülür olmuş. Erk
sahibi ihtiyaç duyduğu değişiklikleri meclisten geçirdiği torba yasalar ile
elde etmekte ve o hukuk kurlarına göre uygulamalar yapmaktadır. Sonuçta her şey
kılıfına uydurulmuş bir demokrasicilik oyunu oynanmaya devam edilmektedir.
Demokrasi çizgimiz içinde sürekli dışarından müdahalelere
şahitlik etmekteyiz. Darbeler sanki demokrasinin bir parçası hatta olmazsa
olmazı gibi sunulmaktadır. Darbeler ile demokrasi raydan çıkmakta ya da raydan
çıkmışı yeniden rotasına uygun şekilde rayların üzerine oturtmaktır. Çok genç
olan cumhuriyet rejimizin tarih kronolojisi darbeler ile sanki demokrasi
madalyası gibi taçlandırılmıştır. Her darbe demokrasi ya da demokrasiyi yok
eden olarak anılmıştır. Her darbe sonucunda ülkemiz yaşam kalitesi ve yaşama
hakkı standardı açsından sürekli gerilediğini toplumsal araştırmacılar söylüyor
ama demokraside olmazsa olmaz o halde devletin bekası için katlanmak
gereklidir.
27 mayıs ile başlayan Amerika eksenli darbe geleneğimiz
bugünde Amerika bilgisi dahilinde devam ettiğini söyleyebiliriz, çünkü darbe
sonrasında mağdur olduğunu iddia edenler ilk etapta bu Amerikan parmağı diye
haykırdıklarından bu tezi rahatlıkla çıkarabiliyoruz. Amerika eksenli, Amerikan
çıkarlarına uygun her gelişme demokrasi olarak sunulmakta ve biz demokrasi
tanımı bilmeyen ahali olarak kabulümüzden geçmektedir. Bizim paradigmalarımız
Amerikan çıkarları ile paraleldir sanırım!
Demokrasi kavgası diye ortaya sunulan her mücadele aslında
bir anlamda iktidar kavgasıdır. İktidarda olan ve ona karşı savaşan güç ikiz
kardeş gibidir, bir birinin panzehiri değil zehridir. Her iktidar zehrini
içinde taşıyarak iktidar koltuğunda oturmaktadır, o yüzden ülkemizin iktidar
serüveni sağ güçlerin ağırlıklı olarak iktidar koltuğuna oturmasından
anlaşılır. Sağ demokrattır ve temsil ettiği sermaye grubunun çıkarlarına uygun
şekil alandır… Sağ iktidarın koltuğunu koruma adı altında giriştiği ittifaklar,
o sağ iktidarın ne kadar uzun süre o koltukta oturacağına karar verilmesidir. İktidar,
ittifaklar ile oynaması ve gerek gördüğünde muhalefet partilerini sırası ile
ağzına bir parmak bal çalması ile iktidar ömrünü uzatmakta ve düşmeye yakın
mutlaka bir ittifak ilişkisi kuracağı gündem ve ortam yaratarak bundan zekice
yararlanmasıdır. Ülkemizde ki AKP iktidarı ve bu iktidarın birey olarak
biçimlendiği isim Erdoğan bu ilişkiyi en iyi şekilde kullanması bilmiş ve
bilmeye de devam etmektedir. Erdoğan seçilmiş tek adamdır ve fiili durum ile
yaratılan sürecin yasal zemine oturtulması sürecini yaşamaktayız. Partili
seçilmiş sarayın konuğu değil ev sahibidir.
15 Temmuz 2016 günü yaşanan olağanüstü darbe süreci ilk defa
açıktan yenilgi ile sonuçlanmıştır. Gerçi daha önce yaşan ve başarı diye
sunulan sanal darbeler ya da kapalı odalarda işlenen suçlar başarı gibi
gösterilmiş olsa da başarısızlık ile sonuçlandığını sonucuna bakarak
söyleyebiliriz. Darbe iktidar mücadelesinin bir aracıdır ve demokrasi mücadelesi
ile ilgisi yoktur.
Ülkemizde demokrasi yok, 15 Temmuz akşamında yaşanan kavga
demokrasi kavgası değildi, iktidar mücadelesinde silahlar konuşuyor sadece...
Ölenler adsızdır, kimliksizdir ve hiç kimse de onları anımsamayacaktır (sadece
yakınları anımsayacaktır). Tekrar tekrar vurgulamak gerekirse her iki tarafta
demokrasiden uzaktır, her ikisi de bir birinin kopyasıdır... Her ikisi de
ellerini kana bulamıştır. Camileri kışla yapanlar, minarelerden meydanlara diye
bağıranlar hangi haksızlık karşısında seslerini çıkardılar? Bize takunya ile
askeri bot arasında seçim yapmaya kimse zorlayamaz... Her iki tarafta milli
irade sözü söyler ama her ikisinin de iradesi sadece kendi paradigmalarıdır...
Darbe sonrasında devlet birçok insanı suçlu ilan ediyor ama
ben devlet gibi bakmak zorunda değilim. O yüzden suç kanıtlanmadığı sürece
uydurulmuş belgelere bakarak suçlu demem, savunma hakkı olmayan her suçlama bir
şeylerin üstünün örtülmesi demektir. Bu güne kadar yapılan tüm toplu ve siyasi
davalarda savunma hakkının olup olmadığına baktım, savunma hakkı yoksa o davada
mağdur her daim suçlanandır, suçlayan ise bir şeylerin üstünü örtme telaşlı
içinde olandır. Bir an önce ceza verip dosyayı kaldırarak faili belli olan ama
gerçek suçlusu özgür olan bir davayı raflarda yerini almasını sağlamaktır. İnsan
haklarına saygısı olan her insan öncelikle savunma hakkına bakmak zorundadır,
suçlu olup olmadığı kavramı ise ikinci plandadır, çünkü hukuk öç almak değil,
gerçek suçluların yasa önünde kanıtlar ile mahkum edilmesidir. Uydurulmuş kanıtlar
ile yapılan tüm yargılamalar tarih önünde işlenmiş insanlık suçudur ve tüm
darbe dönemi ve olağan üst dönemlerde alınmış kararlar bu suç ile anılır…
Adaletin olmadığı yerde hukuk sadece kağıt üzerinde bir lekedir…
15 Temmuz darbesi yaşanırken içimden geçen his şu cümle ile
ifade edebilirim; “bırakınız yapsınlar, nasıl olsa başına bineriz!” darbeden
bugüne kalan kulağımda bir fısıltı...
Ülkemizde ve diğer ülkelerde demokrasi azınlıkların
haklarının güvenceye alması ile olur.. Sokağa çıkarak demokrasi olmaz, olsaydı
sokaklara hakim Hitler demokrat olurdu...
Her darbenin önkoşulu iç savaştır. İç savaş koşulları
oluşmakta ve biz o koşullara karşı ülkemizin dirliği, bütünlüğü ve ortak çıkarı
için müdahale ettik denir. Ama iç savaş koşullarının oluşması için devletin
karşısında ülke sathında savaşacak başka bir gücün olması gereklidir. Darbeler
için bu örgütlü yapılar olduğundan daha fazla abartılır ve kamuoyu darbe veya
işgal için hazırlanır. Irak işgali ile ilgili Bush ve Blair ikilisinin yapmış
olduğu yalanlar bugün gün yüzüne çıktı, var olan tüm savaşlar bu ikilinin
dünyaya söylemiş olduğu yalanlar ile başladığı ve devam ettiği gerçeği ile
karşı karşıyayız. Yalan darbenin en önemli koşuldur ve bu yalan doğru olarak
kabul edildiğinde darbe koşulu ortaya çıkar, çünkü darbe yapanlar bilir ki
kendilerine karşı gerçek anlamda örgütlü güç yoktur. Son yaşadığımız darbe sürecinde darbeciler
yalanı ortaya sürmüş ama inandıramamışlardır. İnandırıcılıkları kalktığı için
kaba gücü son kerteye kadar kullanmışlardır.
Bizim gibi ülkelerde iç savaş bir yalandır ama devletin
bilgisi dahilinde soykırım ve katliam olur…
Son olarak cümlemi bağlarken şu tespiti yapmadan geçemeyeceğim,
meydanlarda toplanan halk ve yürüyüşte olanların tek amacı vardır otoriteye
bağımlılık etkinliğidir, demokrasi mücadelesi ve demokrasi için değildir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.