Bütün dünya aynı şeyleri tüketirken…
Kedimiz Cips’in anısına…
“Zayıf daima adalet ve eşitlik ister, halbuki bunlar
kuvvetlinin umurunda bile değildir.” Aristoteles
Evrenimiz şimdilik dünyadır, henüz uzayın derinliklerine
doğru ne yol aldık ne de yerleştik. Evren bizim için ulaşabildiğimiz kadar
olandır, diğerleri ulaştığımızda bizim olacaktır…
Evrenimiz henüz bir köy görüntüsünden çıkmış değildir,
nereye gidersek gidelim tüm evrenin köyleri farklı görünüm altında olsa da
sadece yanılgıdan başka şey değildir, çünkü yakından baktığımızda tüm köylerde
tüketilen ürün global firmaların ürünlerinden başka şey değildir, tüm çöplükler
belli markaların çöp yığını ile doldur. İnsan tüketiyor, tüketirken kendisini
ve çevresini de tüketerek tıpkı diğerlerine benzemeye başlıyor. Tüketen insan
tüketen insana benziyor ve arlarında ki şimdilik tek fark konuştukları dil ve
kullandıkları alfabedir.
Evrensel köyümüzün hangi coğrafyada yer aldığına bakmadan
proje üretenler yerel olan kültürleri yok saymaya ve ortak tüketen insan biçimi
yaratmaya odaklanmış durumdadır. Tüketen insan davranışları, dış görünümü ve
tükettiği aletler ile hiç görmediği, gitmediği coğrafyada ki insan ile
benzerlik aksetmektedir…
Hangi cafe’ye girerseniz girin, küresel firmaların birer
taklidi gibidir, orijinal olan ve onu taklit edenlerin oluşturduğu cafe’lerde
oturan müşterilerde tıpkı cafe gibi taklit eden bireylerin oluşturmuş olduğu
bir yığından ibarettir. Yeter ki paralarını oraya bıraksınlar ve boş
zamanlarını boş ve zararlı ürünleri tüketerek geçiştirsinler, önemli olan
tüketim ve onun sonucunda oluşacak ve henüz kesinleşmemiş ve yakında ortaya
çıkacak hastalıkları taşısınlar. Hastalanan bir kitle… Hastalan kitle ilaç ve
sağlık sanayisinin hazır müşterisidir. Hastalık bu sistemin vazgeçilemezdir,
çünkü hastalık olmadan, savaşlar ortaya çıkmadan ne kapitalist sistem ayakta
kalabilir ne de firmalar dünya çapında yayılmaya ve liberal ekonominin
gerekliliği gibi genişlemeye olanak bulabilir… Tüm dünyanın mağazaları bir
birine benzediği sürece liberal ekonomi kendi sistemini yaratmak için olanak
bulur…
Dünyanın hangi köşesine giderseniz gidin birbirine benzer
mağazalar ve markaların hakim olduğu bir pazar var ama hala ulus devleti
görünümlü devletler tarafından o insanların yönetildiğini düşünürsünüz, fakat
görünüm her zaman yanıltıcıdır. Uluslar üstü firmaların çıkarları ulus
devletinin çıkarları çatıştığında, firmaların çıkarlarını savunmak liberal
ekonomiyi savunan ve uygulayanlar tarafından tercihlerini firmalar lehine
kullanılır. Her kullanılan tercih ulus devleti içinde görevini yapanın kasasına
aktarılan bir miktar paradan ibarettir…
Liberal ekonomi uygulayan tüm devletlerde ulus devlet
çökmüştür, fakat yerine yeni bir devlet mekanizmasını henüz oturtamadılar.
Olmayan devletlerin hakim olduğu alanlarda krizler kronikleşmiş, çıkış yolu
henüz bulunmuş değildir, çünkü küreselleşen piyasanın küreselleşen bir hukuk
düzlemi henüz oluşturulamamıştır, olmayan hukuk düzlemi içinde kapitalizmin ilk
döneminde olduğu gibi güçlünün hakim olduğu alanlarda güçsüzleri koruyacak
hiçbir yasa yoktur. Kovboy yasaların hakim olduğu alanda ilk piyasada gücünü
ispatlayan diğerlerini ya kendinin yan kuruluşu yapmakta ya da satın alarak
hepten yok etmektedir. Tröstleşen piyasalarda adalet kavramı sadece kağıt
üzerinde ve sadece sanayicinin çıkarına uygun işletilmektedir, işçi sınıfı ve
ona bağlı mazlumların oluşturduğu çoğunluk bu piyasaların örgütsüz gücü olarak
çıkış yolunu geçmişe öykünen ve sloganlar ile geçmiş güçlü günlere döneceğini
söyleyen popülist politikaların ve politikacıların iktidara gelmesini sağlayan
sıradan birer oy deposuna dönüşmüşlerdir… Sınıf çıkarının yerini güruh çıkarı
almıştır… Sınıf sadece güçlünün peşinden giden kuru bir kalabalık konumuna
dönüştürülmüştür, çünkü sınıfı bir arada tutması gereken siyasi oluşumların
başında yer alan sendikalar sınıfın kazanımlarını ekonomik çıkarları gereği
ellerinden alınmasına sadece sessizce onay vermişler, politikacıları
liberallerden daha fazla liberal politikayı hakim oldukları ülkelerde
uygulamışlardır…
Tüketim toplumlarında tüm dünyanın kedileri bir birine
benzer, tıpkı sokak köpekleri benzediği gibi. Kulaklarında kimlik kartı olan
sokak köpekleri kısırlaştırılmıştır, artık soyu yok olacaktır ama ne soyları
tükenir ne de sevgileri. Onların gözlerinde oluşan acı bakışı, çaresizliğini
bütün dünya sokakları şahittir… onları sokaklara atanlar parası olanların
bitmeyen hırsları ve tüketim çılgınlıklarıdır. Her gittikleri yerde evlerine
birer canlı alanlar tatil zamanı ya da yazlıktaysa eve dönerken aldıklarını
oldukları yere bırakıp dönmeleridir, sokaklarda yaşayan hayvanların çoğalmasını
sağlayan. Sevgiyi de tüketen ve kullanılan birer araca dönüştüren pet
dükkanlarının varlığıdır… onlar hayvanlar için üretilmiş malzemeleri o dükkanlarda
global firmaların logoları ve güvencesi ile satar… O dükkanların ulaşılır
olması sevgiye veya gösterişe uygun olan yerlerde bir ya da birkaç hayvan
alınır, sevgi ve hayvan dokunuşu için egolar tatmin edilir ve sokak hayvanları
için bırakılan birkaç köşede yem ve su ve vicdan rahatlaması ile kendi
beslediğini sokağa bırakmak artık parası olanların bir hobisi gibidir… Ulus,
coğrafya farkı olmadan parası olanların genel olarak yaptığı bu davranış biçimi
küresel köyümüzün sürekli olan görünen yüzüdür… vicdanlı olanlar bu egolarını
tatmin edenlerin arkada bıraktıklarına ellerinden geldiğince sahip çıkarlar,
sosyal platformlarda sorunları dillendirirler ama sorunu tarif etmek yerine
sonucunu en uygun şekilde karşılamaya çalışırlar, çünkü parası olanların hakim
olduğu yerde adalet parası olanların lehinedir, mağdurlar her daim sonuçlarını
kendi olanakları ve dayanışması ile hafifletmeye çalışırlar…
İsmail cem özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.