Ötekinin ötekine propagandası…
“Aleviydi babam, belki sadece alevi olduğu için öldürüldü ya da işçi sınıfı mücadelesinde sanayi bölgesinde çıraklar daha iyi hayatları olsun diye… O bir solcuydu, solcu olmasını belki de kendisi seçmedi, dini inancı dolayısı ile ötekileştirildiği için solcu oldu.” Diye içini çekiştirdi bugün yaşadıklarına bakarken babasını düşündüğü zamanlarda.
Babası bir sanayide öldürülmüş ve katili bulunamamıştı. Bulunması da zaten şaşırtıcı olurdu, devlet için öldürenlerin olduğu yerde katiller her zaman korunacaktı.
"Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de...!" diyecekti ülkemizin ilk kadın ve sanırım son kadın başbakan olacaktı.
Babası solcu oldu, solun işçi sınıfı ile bağlantısı olduğunu öğrendi, çünkü Alevi olmak bile başlı başına var olan cumhuriyette öteki olmak anlamına geliyor ve yok sayılanların yok edilmek istendiği bir ulus devleti düzeni kurulmuştu.
Devlet eli ile katliamlar oluyor, devlet eli ile asimilasyon.
Yatılı okullar zaten Alevi, Kürt çocuklarını alıp Türkleştirme merkeziydi, adına da medeniyete ve devlete bağlı nesil yetiştirmek. Bir katliamdı yatılı okul ama öyle süslü cümleler ile anlatılıyordu ki, güya adam olmak için olmayan köyde, çünkü Alevi’nin köyü yoktu, o olmayan köyde yaşayan çocuklar okusun adam olsun diye devletin hizmeti olarak sunulmuştu. Olmayan inancın çocukları olan bir inancın ve mezhebe sahip, devletine bağlı bir çarklının dişisine dönüşüyordu. Ezilmişlikten, yok sayılmaktan kurtuluşu olarak yatılı olular ve öğretmen okulları oluşturulmuştu, ezileni ancak onlar gibi gözüken ama artık eğitilmiş bireylerin silah kullandırılması ile çözülecektir…
Ezilmişlik, yok sayılmak ve adam yerine konmak. Muhatap olmak bile başlı başına ötekileştirilmişler için önemliydi.
Öldürülüyorduk ama muhataptık!
Solcuyduk, işçi sınıfının içindeydik, zaten bize başka yer de bırakılmamıştı, “işçisin, işçi kal” denmişti, hizmet sektörünün dilsiz ve her denileni yapan ve yüzünden gülücük eksik olmayan bir gecekondu insanları olmuştuk. Cezaevleri de bizim oradaydı, devletin sürgünler için oluşturduğu varoş okullarda. Müfredat, talim terbiye...
Terbiye ediyorlardı cezaevi ve okullar ile…
Hizmet sektörüne yetişmiş elemana ihtiyaç vardı, yetişmenin birincil kuralı; itaat / biat et… Etmezsen zaten işten atılıp, açlık ile sizi terbiye edeceklerdi, oluşturulan şehrin kenar mahallesinde. Bize kenar mahaller kalmıştı ne yolu ne de alt yapısı olan yerler. Bir gecede oluşturulan evler ile oluşturulan mahallerin çocukları olmamız bize verilmiş yaşam alanıydı ve orada şehirde yaşayanlara her türlü hizmeti verecek halde kalmamıza izin verilmişti. Bu sayede ülkenin değişiminde bizim katkımız dolaylı olarak olmuştu, kas gücü ile çalışan ve şehirdekilere göre sürekli doğum yapan yabaniler! Çingene’ydik, Alevi’ydik, Kürt’tük…
Ötekilerde homojen değildi ama şehirde yaşayanların sadece onlara hizmet edenler bilirdi, polisi bilirdi, askeri bilirdi homojen olmadığımızı ve aramızdaki çelişkileri kullanıp, ezilmişi ezilmişe karşı düşman kılmak ve bir arada olmamaları için ayrı ayrı mahaller oluşumuna izin verildi. Çingene Mahallesi, Alevi, Kürt… Hem Alevi hem de Kürt olanlar için ise artık kim nerede kendisini yanılmıyorsa, Kürtler de mezhep ayrımı keskindi, bir birinin sanki kanlısı gibiydiler, geçmişte yaşanmış ulusal direnişin ulusal olan yenilginin travması mezhep ayrımı ile ortaya çıkmıştı… Ulus devletinin efendileri biliyordu hepsini ama ulus devletin tebaası bilmiyordu gecekondu mahallesinde yaşananları, zaten oraya yakın geçen yoldan geçerken burunlarını kapatır, bir pislik gibi bakarlardı o yaşanan bölgelere, dağın, tepenin üzerine oturmuş gecekondular… Evlerinin penceresi o tepelere bakacağına Çankaya’ya bakar halde inşaat edilmişti!…
Gecekondular bir gün şehri kuşatacak ve o şehri zapt edecekler ama tarih öyle akmadı…
Gecekondular şehrin etrafında varoşlara dönerken, hakim din ve mezhebi de bu gecekondu mahallerini varoşlara dönüşürken kuşatmıştı, gecekonduda yaşayanlar bunun farkına dahi varmadan, ev sahibi olduğunu düşünürken tüm mahalleleri de ellerinden alındı ve hakim mezhebin birer arka sokağında oturan ötekiler olmuşlardı… Ötekilerin mahallesi, öteki olarak görülen resmi ideolojiye aykırı ama iktidardan hiçbir zaman uzaklaşmayan iktidarın gizli ortaklarının açıkça iktidara geldiği süreç varoşlaşma sürecidir.
Gecekonduda yaşayanlar için lüküs hayat başka şey ifade ediyordu. Derme çatma, her yerinden rüzgar geçen evler birden rantın ortasında kalmış, apartman yapılmaya başlamıştı…
“Hey
Lüküs hayat lüküs hayat
Bak keyfine yan gel de yat
Ne ömür şey
Oh ne rahat
Yoktur eşin lüküs hayat”
Lüküs hayatı çalışırken gördükleri apartmanda yaşananlar olarak algılamışlardı, şimdi onlara da fırsat doğmuş, devlet arazisi olmuş özel mülk, özel mülk yeniden daire sahiplerinin parası ile oluşan ortak yaşam… Ortak yaşamda bu sefer onu komşuyu tanımaz olmuştu, ne kapı açılıyor ne de kapı kapanıyordu. Başlarda bir birine gidenler birbirine gitmez olmuş, sürekli değişen kiracılardan oluşan bir kısır döngünün parçası olmuşlardı…
Şehir kuşatılmıştı ve kuşatılan şehir mutlaka bir gün teslim olacaktı, çemberi yırtıp gidenler ise yeni kurdukları deniz kenarında şehre yerleşmişler, oranın ne kadar pahalı olduğu propagandası yapılır olmuştu. Bir lahmacun kuşatılan şehirde birkaç lirayken oralarda çift sıfırlı rakamlar ile ifade ediliyordu. Yeni hayat, yeni insan diye sunulan aslında türban giydirilmiş eskinin modernize ederken yeni bir başka hayatı dayatıyorlardı. Hakim din ve mezhep kontrollü olarak kendisini iktidar olarak sunmuş ve bu sunulan yeni yaşamda bazı açılımlar söz konusu olacaktı ama o açılımlarda çıkarlara dokunulduğu an potinin yerini takunya, askeri kıyafetin yerini dini kıyafet alacak ama sadece elbise değişiminden başka şey ifade etmeyecekti ezilenler için. Kurucular modern batı yaşantısı yerini Ortadoğu’nun yaşam ve bakış açısı alınca baskı daha kanlı olarak kendisini hissettirdi.
Canlı bombalar hep ötekini öldürdü… Devlet zaten hep ötekini öldürerek homojen ulus devlet yapmaya çalıştı, ulus devlet oldu ümmet devlet ama ötekiler hala hep öteki olarak kaldı, hiç biri iktidardan faydalanamadı, faydalanan ötekilerden devşirilmiş birkaç insan…
Devşirilenler hep daha fazla ötekine eziyet etmiş, işkence yaparken en acımasız olmuş… Öteki hep aynı nakaratı binlerce yıldır söylemekte;
Yürü bire Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir.
Yaşananlara bakıyoruz devirler yıkılıyor ama hükmedenler “Osmanlı’da bitmeyen oyun” gibi onlar hep yıkılan koltuktan başka koltuğun üzerine yıkılıyor, domino taşı başka domino taşın üzerine yol alır…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.