Galata Gazete


2 Eylül 2021 Perşembe

Tiyatro izleyicisi…

Tiyatro izleyicisi…

 

Tiyatro izleyicisinin bir kültürel birikime ihtiyacı vardır, hatta geçmişte tiyatroya giderken özel kıyafetler giyilir, günlük olan işler tiyatro için ertelenir ve orada olmak bir ayrıcalık anlamını taşırdı. Peki, ne oldu da tiyatro izleyicisi oyuncuya karşı saygısını kaybetti ve sadece eğlenmek ve vaktini geçirmek için gider oldu?

 

Neo-liberalizm, ulus devletinin temeline dinamiti koyup patlaması ile birlikte “para bende istediğim yerde istediğim gibi davranır, istediğimi giyinir, istediğim gibi paramın bana verdiği özgüven kadar konuşurum” anlayışı günlük hayatın vazgeçilmezi olunca, elbette bundan tiyatro izleyicisi de nasibini aldı. Liberal ekonominin çarkı elbette tiyatro sahiplerinin de niyetlerini bozdu, onlar “sanat için” değil, daha “fazla para” kazanmak için “her yol mubah” anlayışı siyasetçilerden sonra işverenlere de sirayet etti, o yüzden seyirci neden hoşlanıyorsa, hangi oyun tutmuşsa onun benzerleri ile salonları doldurmak kaygısı da bu değişimin içinde yerini aldı.

 

Bizim ülkemizin tarihi bir darbe ile değişti, darbe olmadan zaten değişeceği önceden belirtilmişti ama insanımız “anlama güçlüğü” çektiğini darbe yapanlar ve ülkemiz üzerine karar alanlar düşündükleri için alınan kararı “darbe” ile taçlandırıp, zor ile “ölüm korkusunu” kullanarak kabul ettirdiler gelmekte olan neo - liberalizm çöküşünü. Liberalizm her ne kadar “özgürlük” gibi sihirli bir kelimeyi kullansa da sihirli kelimeleri kazıyınca altından “felaket” çıkacağı belliydi, o güne kadar var olan yarı topal yürüyen demokrasicilik oyunu tekerlekli sandalyeye mahkum kalacaktı. Demokrasi, kışladaki askeri tişört ile gidip ziyaret etmek olduğunu düşünenlerin, var olan yasaları delmekle ya da yok saymakla keyfi bir özgürlük anlayış üstten alta doğru işlendi. Eğitim sistemi yeni düzene uygun tarihi söylemler ile yeniden düzenlendi. Talim ve terbiye heyeti toplumu terbiye edecek yeni argümanlarını PR çalışması yapan uzmanların eli ile geliştirdi ve istenilen kıvamda ılımlısından bir İslami devletin çarkı Suudi Arabistan’dan Rabıta içinde geldi. Gerçi bizim topraklarımız bu işe yabancı değildi, meşhur Trioya Savaşında atın içinde kaleye sızan askerlerin katliamı ve hile ile gelen zaferin sarhoşluğu kısa zamanda zafer kazananların trajedisine dönüşecekti, ama bizim yakın tarihimizde öyle olmadı, onlar Rabıta olarak geldikleri topraklarda Rabia oldular…

 

Tiyatrolarda bu değişimden etkilenmemesi mümkün değil, çünkü tiyatro hayatın ta kendisiydi ve hayat inişleri ve çıkışları ile devam ediyordu, bizde daha çok çöküşleri ve ulus devletinin oluşturmuş olduğu tüm birikimlerin yağmalanması ile devam ediyordu. “Satacaksın - sattırmayacağım” Hacivat Karagöz oyunu bir bakmışsınız sahneden TV ekranlarında tartışma programlarına yansımış, bu çok alıcı tartışmanın ve yönteminde tiyatro salonlarına yansımaması mümkün değildi, yansıdı da… Mizah yapıyorum diye şarlatanların ortalıkta darbeciler ya da onların sivil haline şirin gözükmek için siyaset üstü yeni mizahı tiyatro eserleri ile turnelere çıktılar ve bol bol seyirci topladılar.

 

Turne para demektir ve İstanbul dışında seyircinin cebinden para almak olduğunu kısa sürede tüm tiyatro sahipleri keşfetti. Ulus devleti zamanında tiyatro seyircisini “oluşturmak” ve “eğitmek” için gidilen turne şehir ve kasabalarda artık eğitim değil, “parayı topla” ama nasıl toplarsan topla anlayışı ile tiyatro salonu olmayan sinema salonlarının en ince sahnesinde Hacivat ve Karagöz perde oyunu gibi en az oyuncu ile seyirciyi mutlu etmek daha çekici geldi…

 

Seyirci mutluysa ve popüler oyunculardan oluşan bir tiyatro gelmişse yaşadıkları yere, elbette parasına kıyacak ama günlük kıyafetleri ile gidecekti, çünkü sinema seyreder gibi algılamışlardı, sinemaya gidersin, çekirdek çitleyerek filmi izler, hatta gerek olursa yanındaki ile sohbet ederek sinemanın keyfini çıkarırsın…

 

Sinema izleyici ile tiyatro izleyicisi arasında farkı dahi bilmeyenler parası için salona alınıp, onlara hiçbir açıklama yapmadan oyun kısa sürede oynanıp, meşhur sanatçılara bakılıp geri dönülürdü... Zaten o zamanda diziler ve sinemalarda müzik endüstrisinin arabesk tarafının parasın boldu ve tüm yapımcılar usta oyuncuları arabesk sanatçısının yanında yan oyuncu olarak oynatarak arabesk sanatçısının zayıf, beceriksiz ve oyun gücünün olmadığını usta oyuncunun gölgesinde gizliyorlardı…

 

Usta oyuncularda yeni düzende kaldıkları işsizlik korkusu ve paranın sıcak yüzü yüzünden arabesk film furyasından cep harçlığı biraz da akşamları takılacakları kadar para karşılığından arka arkaya çekilen filmlerde fazla enerji harcamadan oynuyorlardı. Onlar için aldıkları para önemliydi, kariyerlerinin hiçbir yerinde o filmlerin ismini dahi geçirmeyeceklerdi nasıl olsa, geçici bir süreç için katlanılması gerek şeydi, zaten bir çok oyuncuda 1402’lik olmuştu, yani işinden kovulmuş ve ödenekli hiçbir tiyatroda çalışmalarına izin verilmiyordu. Usta oyuncuları bir anlamda açlık ile mecbur bırakmışlardı. 

 

Arabesk öyle tesadüfen çıkan bir şey değildi, liberal ekonominin çarkı için arabesk bir kuşağa ihtiyaç vardı, çünkü iç savaştan çıkmış bir ülkede insanların kederlenip dağıtacağı bir atmosfere ihtiyaç vardı, o alanda doldurulmuştu. Arabeskin yükselişinde Rabıta’nın pek rolü yoktu, o yüzden Arabistan rüzgarı geldi ülkeyi kuşattı diye bakmamak gerek, bizim arabeskimiz milli ve yerliydi! İşkence hanelerinde çalınan “Türkiyem Türkiyem Cennetim” parçası hiç değildi… Neyse ki o parçayı biri satın aldı da radyo ve ekranlardan çalınmaz oldu…

 

Sinema salonları dolup dolup boşalıyor, filmine göre sinema önünde mendil ya da jilet satılıyordu. Elbette sinema izlerken mısır patlaması ve cola vazgeçilmezdi. İlk flört edenler partnerinin elini tutmak ve küçük öpücükler kondurması için elde mutlaka bir şey olması gerekliydi.

 

Sinemada yemeden içmeden zaten film seyredilmez!

 

Çapkınların ile milli olduğu yerlerdi, zaman içinde öyle bir değişime uğradaki bu çapkınlık ve alanları bugün hepsi sanal oldu ama eskiden sanal değil, hayatın içindeydi. Liselilerin çay partileri, üniversite öğrencilerin doğa gezi aşkı, sinema salonları ve şehirlerine gelen tiyatro salonları… Tiyatro salonları sinema salonları gibi algılanması yeni değildi ama parası olan kız arkadaşına daha fazla hava atmak adına tiyatroya gidip cilveleşiyor, arka koltuklardan ön koltukta oturanı rahatsız edecek kadar sohbet içinde oyunu karanlık salonda izliyordu.

 

Salonlar para için doluyordu, popüler oyunlar sahnede, tek kanallı Türkiye ekranlarından kim gösteriliyorsa, onların oyunları kapalı gişe oynuyordu. Ekrana çıkıp görünmek seyircisi olan bir tiyatroda oyun oynamak anlamına geliyordu liberal ekonominin dişlisi içinde.

 

Popülizm liberalizmin olmazsa olmazıdır, popülizm olmadan sanki liberalizm olmayacak gibi, popüler olanlar daha özgür olduklarından dolayı olsa gerek bir ilişki doğmuştu… “Parası olan popüler olur, popüler olan para kazanır” ikilemi artık hayatımızın içindeydi ve ünlü olanların sahne aldığı oyunlarda seyirci alırdı…

 

Elbette bu da oyuncunun üzerinde büyük bir baskı ve yük getirmişti, çünkü popüler olmanın ekrandan geçtiğini ve ekranda muhalif birinin çıkma olasılığının düşük olduğunu biliyordu oyuncu, aptal değildi ya elbette bilecekti. Popüler olmanın birincil koşulu göz önünde olmak, her kesime seslenir olacak şekilde ortaya yuvarlak cümleler kurmak, taraf olmamak, olursa eğer taraf “mili takımı” tutmak gibi genel doğrular oyuncuların ve tiyatro sahiplerinin ortak mutabakatı olmuştu… Kısaca muhalif olmayacaktı, sevilen oyuncu sevimli halini korumak ve gözle görünür olmak zorundaydı. Bunu zaten kısa sürede modern söylem ile “deneyimleyeceklerdi”. Muhalif olanlar açlık ile sınava girerken, popüler olanlar gösterişli kıyafetler ile magazin programların konuğu oluyorlardı… Elbette tüm oyuncular için bunlar söz konusu olmaz, bazı büyük oyuncular kendilerini devlet ve şehir tiyatrosu şemsiyesi altında kendilerini koruyacaklar, elit oyunlarda gözüken elit tiyatro oyuncusu ve sahipleri kendi klasik seyircini koruyacaklardı…

 

Tiyatro mevsimi yeniden açılıyor ve bazı eski tiyatro seyircisi gittiği oyunca cep telefonsuz, oyunu yasak olmasına rağmen kayıt altına alan, yüksek ses ile konuşan, cep telefonu olmayan tableti ile oyun oynarken oyunu dinliyor olmasını kabul edemiyorlar, ah diyorlar o eski seyirci nerede? Tiyatro seyircinsin eğitilmesini rica ediyorlar saf saf… Seyirci zaten eğitilmiş, eğitildiği için öyle davranıyor dersek bu sefer o saf izleyiciler bize kızacak! Uzun yıllardır ülkemizde “para bende her şeyi yaparım, parası olmayan parası olanın kölesi olur ve muhtaç olduğu için dini bayramlarda “sadaka-i fıtır” alır. Devletimiz bu arada fakirin oyu mubahtır diyerek oyunu fakir fukara fonundan fonlandırılır, fakire seçim öncesi dağıtılan maddi artık neyse sandıkta oy olarak döner, dönmeyen oy ise cemaatler içinde dönecek şekilde o fakir eğitilir. Cemaatler fakirden aldığını fakire vermez, zenginden gelen bağışı fakire dağıtıyormuş gibi, dinsiz/laik ülkemizde cami fazlalığı olan yere bir de daha büyüğü ve daha gösterişli cami yapma yarışına girecek kadar işi ilerletmiştir. Camisi çok güzel olan elbette cemaat çekecektir, ne kadar büyük ve güzelse cemaati o kadar büyük ve geliri bol olur, tıpkı popüler olan oyuncu gibi… Sonuçta hayatımızı belirleyen paradır ve paranın sıcak yüzü aşkına dostlar üzerinden para kazanılacak birer tüketici oluverir…

 

Tiyatro perdelerini açıyor, devlet ve özel tiyatrolar parayı veren idarenin izin verdiği kadar oyunu sahneye koyacak. Özel tiyatrolar elbette para kaygısı ile kiralık salon arayacak, oyun için en az masraf gözetilecek, en az ekip ve her işten anlayan çalışma arkadaşları ile oyunu kotarma telaşında olunacak. Tiyatro sahipleri “biliyorsunuz arkadaşlar, ekonomik olarak dar boğazdayız, biraz sabır” diyecek oyucusuna… Ve en az maaş ya da oyun başına cep harçlığını sunacak, “ya benimlesin ya da başka tiyatronun oyucucusun” diyecek… Tiyatro “aşkı için” sahneye çıkanlar, bir de “aşk yanında para da lazım” diyenler, “aşk ekmeksiz olmaz” diyenlerin söyleyecekleri söz de kahve köşesinde bir dizide acaba oyuncu olur muyum kulisinde olacaklar büyük olasılıkla… bazı devlet ve şehir tiyatro oyuncuları tok oyuncu olduklarından olsa gerek her türlü dizi ve sinema rolünde kurumundan izin alarak ek gelir elde ederken hiç işsiz kalmış, ekmek ile aşkı arasında kalmış oyuncu arkadaşlarını düşünmezler, daha fazla rol, daha fazla dizi, her yerde yüzünü gösterme telaşı, ne de olsa popüler olmak para demektir bu zamanda…

 

Ben seyirci koltuğundan sahneye bakanlardanım. Yanımda oturan cep telefonu açıp oyun oynamasından rahatsızlık duyuyorum ama yapabileceğim bir şey yok, çünkü parasını vermiş, gelmiş oturmuş koltuğa. Kendisini sinema salonunda sanan ama izlediğini zaten anlayacak kapasitesi olmayanın can sıkıntısını giderişi sırasında sahne ışığı ile cep telefonu ışığı arasında sahneden geleni anlamaya çalışmak ile geçireceğim. Elbette tiyatro izlerken sadece izlemek yetmez, zaman nakittir diyerek oyun sırasında iş takibi yapan izleyicilerde olacaktır, onlar para mı kaybetsinler benim gibi seyirciler yüzünden.  Bir de toplu bilet alıp da salona gelen kurum çalışanlarının bir biri ile işyerinde olanların dedikodusunu oyun zamanına getirip yapanlar, onlar dedikodusuz mu kalsın, aşk olsun dedikodu bir anlamda terapi değil mi, oyun zamanında bedava terapi yapanlar… Ödenekli tiyatroya gelen siyasilerin çocukları ya da kendileri üstelik iktidarda bir de söz sahibi ise gelenler, gerek olduğunda oyuncuya müdahale ederek “burası siyaset salonu değil, öyle konuşma, durduk yere iktidara taş atma” diyerek protesto edenler… Ağzından sakızı çıkarmadan birde balon yaparak oyunu izleyen en sırada oturan arkasından dayısı ya da babası olan siyasilerin yakınları, elbette oyunu sinemada izler gibi izleme haklarını kullanıyorlar, seçilmişlere “laf yok”, atanmış zaten oyuncunun üstünde bir Demokles'in kılıcı gibidir, oyuncunun kaderi cimer’a şikayet edilecek kadardır, soruşturma, hakaret davaları, tazminatlar... Kısaca sahnede olan, seyirciyi veli nimet olarak görür ve sesini çıkaramaz! Çıkarırsa “yandaş” medyanın hedefinde, uslanmaz bir muhalif olarak sunulur ve elinden popülaritesi alındığı gibi ekmek kazanma yolu da tıkanır…

 

Liberalizm sizin bildiğiniz gibi, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” değildir, geçiş ücreti bile günümüzde devlet güvencelidir, geç ya da geçme senden alır o parayı!

 

Tiyatro sezonu açılıyormuş, üstelik seyircili. Seyircisi bol, alkışı hiç eksik olmasın oyuncaların ve tiyatro salonlarının.

 

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.