Tekrarlanan travma…
Bir daha geliyor 12 Eylül... Sürekli tekrarlanan travma günüdür, kayıplar, yasaklar, idam eldenler, göz altına alınanlar, işkence altında tutulanların istatistikleri tekrar tekrar yayınlanır... Geçmiştir ama aslında geçen sadece takvim yaprağıdır, acı ve yenilgi hala yerli yerinde durmakta, o dönemin delikanlıları bugünün dedesi ebesi oldu ama acılar daha dün gibidir. Acılar yaşlanmıyor, sevinçler, umutlu gözler üzerine yılların birikimi bindi yok etti ama acılar üzerine zerre kadar toz konmadı.
Yüzleşilemedi, acılar söylenemedi, gerçekler haykırılamadığı için 12 Eylül yaşıyor, devam ediyor.
İktidarda kim varsa onun ile birlikte devam ediyor demekteyiz, demekte de haklıyız, çünkü iktidar 12 Eylül karanlığından beslenmeye, oradan aldığı güç ile baskı mekanizmasını kendi lehine kullanmaya devam ediyor… Eğer bir iktidar 12 Eylül rejimi ile yüzleşirse o zaman o devamlılık sona ermiş demektir ama bunu yapacak bir lider ve onun yaratmış olduğu siyasi bir hareketten henüz söz edemeyiz. 12 Eylül rejiminde baskı gören muhataplar, muhatap olduğunu söylemek ile yetiniyor, onun için siyasi bir harekete ve kadroyu henüz kurmuş değildir.
12 Eylül günlerini bilgilerimizi ve acılarımız tazeleme günü olarak geçiriyoruz.
Yeniden bir yıl dönümü geliyor, her sene olduğu gibi bir daha yaşayacağız ya da kanıksadığımız için yaşadığımız 12 Eylül’ü anlamadan geçireceğiz, eğer anlamış olsaydık, zaten onun ile yüzleşmiş, hesaplaşmış bir hareketin varlığından haberimiz olurdu.
Sözde değil, yaşayarak anladık…
12 Eylül öncesi sanki yarın devrim olacakmış gibi bir balonun içinde yaşadığımızı darbe ile yüzleştiğimiz gün anladık. Yarın devrim olmadı ama gerçekler ile karşılaştığımız işkence merkezleri ve cezaevleri ülke sathında yayıldığını yaşayarak anladık. Sıkıyönetimden açık faşizme geçiş ve açık faşizmin ne olduğunu yenilgimiz ile gördük.
“Bak işte yaklaşıyor fırtına”
12 Eylül öncesi darbenin geldiğini dergilerde yazanlar, o yazdıklarına uygun bir davranış değişikliğine gitmeden kazandıkları “kurtarılmış bölgede” iktidarlarını korumayı seçmişlerdi. Küçük alanları çok abartıldığını ve devlet gücü ile oraya girip hepimizi bir bir aldıklarında geride bir duvar yazısı kaldı, o da kısa sürede silinecekti.
Fırtınanın içinde kalmıştık ve yalnızdık.
Sol geleceğini bile bile bekledi bir şey yapmadan, "hele bir gelsin, bak nasıl bir direneceğiz" dediler, geldi direneceğini söyleyenler merkezi olarak dal'da sallanıyordu, her türlü işkence yönteminden geçtiler.
Bir çok devrimci işkencehanelere bıraktı bir çok son nefesini, bir bölümü dar ağacında, yenildik...
Bir arada olamadan, tek tek yendiler bizi...
Eğer bir arada olabilseydik, birlikte davranabilseydik, bir olup geleceği birlikte oluşturabilseydik 12 Eylül bugün yaşıyor olamayacaktık...
“Yıllardan sonra, yollardan sonra
Şarkılar söylüyor çocuklar”
Yüzleşmek gereklidir, özeleştiri yapması gerekenler yapması beklenirdi ama onun içinde bir siyasi atmosferin oluşması şarttı, olmadı. İşler teorilerde ve beklentilerde olduğu gibi gelişmiyor. Tüm ülkeye seslenen haber bültenleri özgür ve bağımsız olduklarını göstermek adına 12 Eylül günlerinde işkencelerde son nefesini vermiş devrimci hareketlerin liderlerini ekrana çıkarıp onların görüşlerini alıyorlardı bir zamanlar, “açılım günleri” denilen günlerde. O günlerde ülkede bir hava estirilmiş, yüzleşme kaçınılmaz diyerek alkış tutanlar, iktidarın birer yan değneği olurken, ekranlardan seslenen eski liderler vardı. Elbette doğru şeyler söylüyorlardı, elbette “12 Eylül devam ediyor” derken haklılardı. Zaman içinde o liderler iktidarın beklentisini karşılamadığı an, ekranlar ve mikrofonlar onlara uzanmamaya başladı ve onların adına konuşacak yeni figürler buldular ve tartışma programlarının kadrolu konuşmacısı oldular…
Zaman bizim acımızı yok etmemişti ama bakışımızı değiştiriyordu.
12 Eylül darbecilerin başarısının göstergesiydi iktidarın ezilmişler üzerinde ki baskısı olan devlet. 12 Eylül’e bakışlarda bir sorun vardı, “yenilgi” vurgusu yapanlar esas sorumluların sorumluluğu gözden kaçırılıyor ya da üstü örtülüyor gibi bir his oluştu yıllar içinde bende. Sanki biz “güçlüydük, haklıydık ama gücümüz yetmedi, onlar devlet olanakları ile üzerimize gelirken tam hazırlanamadığımız için ya da ona uygun hareketimizi yönlendirecek kadar idare edemediğimiz için yenildik” vurgusu kulağımızın arkasına üfleniyor gibiydi. Bol bol cezaevinde çekilmiş fotoğraflar paylaşılıyor, orada açık görüş ya da havalandırmada pijaması, eşofmanı ile “habersiz çek kardeşim” pozları sosyal medyada paylaşılan fotoğraflar olmuştu 12 Eylül.
“Ne geçmiş tükendi ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri”
Bir de olaya başka açıdan bakalım; 12 Eylül geleceğini gören ama ona göre örgütlenmeyen devrimciler yüzünden başarılı oldu, askerler çok başarılı oldukları için iktidarda kalmadılar… Eğer geçmişi gerçek anlamda tanımlayabilseydik, yaşadıklarımızı romantik bakış dışında maddi koşulları ve “öyle olması gerektiği için öyle oldu” demek dışında bir açıdan bakarak değerlendirmiş olsaydık, belki bugün başka yerde olurduk.
Bugünden geçmişe doğru baktığımda, 12 Eylül üzeriden yıllar geçmiş olmasına rağmen, bir çok iktidar değişmiş, bir çok siyasetçiyi öğütmüş bir sistemde etki - tepki yasasına uygun bir toplumsal olaylardan hareket çıkarma umudu içinde olanlar geçmişi anlayabildiklerini düşünmüyorum.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.