Yüzyıllık rüya bitti, yenisi yaratılacak mı?
Türkiye devletinden nasiplenenler, onun
büyümesi için çalışanlar, kurucuların idealini paylaşanlar elbette 100.
yılı kutlamalıdır. Fakat, kurucuların kurbanlarının veya onların devamı
olduğunu iddia edenlerin kutlama yapmalarını anlamıyorum, çünkü yüzleşme
olmadan kutlama yapmak demek tarihi bilmemek ya da bilerek AKP karşıtlığı
yüzünden muhalif olduğu sınıfın önüne eğilip tarihi yok saymak anlamına
gelir...
Bu ülkenin kurucu ilkeleri bellidir, İstiklal
Mahkemelerinde, Sansaryan Han’da (Sanasaryan Han) kimlerin kafasına
tokmakların patladığı bellidir. Tek adam demokrasisine karşı olan, demokrasiyi
isteyenlere nasıl kumpaslar kurulduğu ortadadır ama verilen eğitim ve tarih
algısı yüzünden hepsi vatan haini, hepsi ret edilmesi kişiler olarak kabul
ettirildi ve onların hikayeleri yerine resmi yalana inanmak, inanmak dışında
savunmak, savunmanın en uç noktası ırkçılık, nefret söylemlerinin
geliştirilmesine ve yalana yalan ile katılmak, öteki hakkında peşin hüküm
vermek ve istiklal mahkemelerinin hakimleri ve siyasi karar vericileri gibi
ölüm fermanı vermesi anlamına gelir...
İstiklal mahkemesinde savunma değil, önceden
verilen kararın uygulanması esastır, çok kısa bir savunma hakkı tanınmıştır ama
o kısa zamanında kullanımına izin verilmeden idam sehpaları kurulmuştur...
Bugün o döneme ait tartışmalara girdiğinizde
önünüzde idam sehpaları hemen kurulur ve peşin verilmiş hükümler eşliğinde
nefret söylemleri mahkeme tokmakları gibi başınıza inmesi anlamına gelir...
100 yıllık bir ülkedeyiz hepimiz, 100 yıl
önce yaşanan duygular ile bugün yaşadığımız duygular çok farklıdır. 10. yıl
marşında vurgulanan resmi ifadeler ile bugün 100. Yıl marşındaki ifadeler çok
farklıdır. Birinde ikinci dünya savaşına doğru giderken ulus devleti ve homojen
toplum rüyasının hedefleri varken, bugün 100. yıl marşında üçüncü bir dünya
savaşına doğru giderken hedef var mıdır?
Ülkemizin kuruluşunun 100. Yılında bol bol
İstiklal Marşı, sela ve ezan sesleri eşliğinde emeği geçenlere şükranlar
sunulacak ve tekbir sesleri eşliğinde ortak amaca ve hedefe giden yolda nasıl
homojen hareket edileceği vurgulanacaktır. Kuruluşunda edilen dualar, 100.
Yılında edilen dualar aynı ama özneler ve hedefleri açıkça çok farklıdır... Bu
farklılık aslında büyük bir belirsizliği de içinde barındırıyor...
Mültecilerin konaklama yeri olmaktan çıkıp
yerleştiği ve yeni bir devletin oluşumunda değişime hizmet edecekleri
mutlaktır, homojen bir toplum yaratma hedefinden, İslam birliği olan değişik
kültürlerin bir arada yaşayacağı bir topluma eviriliyoruz...
Değişimin içindeyiz, parlamentonun
göstermelik bir konuma geldiği, atananların seçilenleri kontrol ettiği,
seçenleri de biçimlendirdiği bir süreçteyiz... Siyaset kurucuların tartıştığı
süreçte olduğu gibi tek adam demokrasisi mi, demokrasi mi? Benzerliklerin ve
ayrılıkların olduğu bir yüzyılın övgüsü içinde reklam filmleri hazırlanıyor ama
ülkemiz övgüler ve hayranlık ifadelerinin dışında yüzleşildiği ve tarihin
yeniden ders alınacağı bir birikim olarak görülmesinden geçiyor...
Bugün sol sağ yoktur, onun yerini övünenler
ve aç olanların bir arada yaşadığı bir kırılma süreci vardır.
İşçi sınıfı örgütsüz, işverenlerin her rengi
ile örgütlü ve çıkarlarına göre karar aldırıp, istedikleri devlet teşviki ile
sermaye biriktirdiği bir toplum düzenindeyiz...
İşçi sınıfı tarih ile yüzleşemediği sürece
övünenlerin ve itibarını düşünenlerin iktidarını daha uzun yaşatmaya ve
değişimin sadece sermaye sahiplerinin lehine bir sürece katkı sunmaktan başka
işlevi olmayacaktır...
Yaşadığımız süreçte muhalefet ve iktidarın
ikiz kardeş olduğu ve her ikisi de değişim olmadan birbirini besleyen ve
gelişebilecek olan tüm muhalefeti ve hareketi bastıracak bir örgütlü güç olmaya
devam ediyor. Bu Karagöz Hacivat gölge oyununu muhalefeti ve iktidarın benzer
gündem yaratmaları dışında başka yerden bakıp, sınıf çıkarını öne alan bir
model geliştirerek üçüncü bir yolu açabilir...
Türkiye kuruluşunun 100. yılını kutluyor ve
100. yıl için geliştirilen reklam panoları ve filmleri dışında toplumda ne
yazık ki ne heyecan ne de umut vaat ediyor...
Kendisine sol ve devrimci diye hitap
edenlerin 100. yıla ve Kemalizm’e bakış açısına bakın, sol ve devrimcilik
kavramlarından ne kadar uzak olduğunu görürsünüz...
AKP karşıtlığı ile bugüne ve düne bakanların
geleceği yakalama imkanı yoktur, çünkü onların belirlediği alanda ve onların
izin verdiği bakış açısı içinde olanların yeni bir yaşam kurma hayalleri dahi
olamaz...
Geleceğin nüveleri bugün toplum içinde
karşılığı yoktur. Baskın olan; ümmet ve ümmetçi bakışa yandan destek veren
milliyetçi bakış açısı içinde, yeni bir ulus devleti anlayışı içinde
komşularını düşman gören, onlar ile çatışan var olanı koruyan, yaşatan, küresel
sermayenin amacına hizmet eden, örgütsüz emek gücünün olduğu bir toplum... Bu
kadar karamsarlığın hakim olduğu, ekonomik ve siyasi krizin yaşadığı, tarihin
kırılma sürecinde her zaman karanlığın içinde umut vardır ve insanlık için
mutlaka olumlu adım atılacaktır. Kapitalizm ne yazık ki doğayı ve toplumu
parçalıyor ve yaşadığımız alanı yaşanamaz hale getirmektedir, mutlaka
kapitalizm ortadan kalkacaktır ama umarım bu süreç çok uzamadan gerçekleşir…
Yaşadığımız süreçte yüzyıllık
rüya bitti, ulus devleti ve kurumları artık yok olmuş durumda, yıkılan yerine
yenisi yaratılacak mı?
Kapitalizm kuruluş aşamasında ulus devleti
bir ihtiyaca cevap vermek adına oluşturulmuş ve geliştirilmiştir, küreselleşme
ve liberalizmin yarattığı süreç ile ulus devleti yıkılmış ama yerine yeni bir
şey henüz oluşturulamamıştır, oluşma sürecindeyiz… Elbette ulus devleti
yıkılması gerekliydi, insanlık tarihinin en kanlı süreci bu süreçte
yaşanmıştır. İki büyük savaş o süreçte yaşanmıştır, umarım ulus devleti
anlayışında olduğu gibi homojen bir toplum ve doğa yaratma projesi bir daha doğmamak
üzerine tarihe gömülür…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.