Galata Gazete


16 Aralık 2023 Cumartesi

Kürtsün Türk olarak kaldığın sürece…

Kürtsün Türk olarak kaldığın sürece…

 

Birinci dünya savaşı sırası ve sonrasında dağılmakta olan Osmanlının çok hızlı bir şekilde topraklarını kaybetmesi ve yeni devletlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır... Osmanlı ilk önce batıda, büyüdüğü topraklarda kaybetti... Avrupa'da Türk sorunu daha doğuya kaydırılırken, içinden onlarca devletçik çıktı...

 

Her kıtlık, birileri için fırsat anlamına gelir.

 

İstanbul, o tarihlerde buğdayını Macaristan ve Ukrayna’dan alıyordu, savaşın içine girince ekmek sorunu ile yüz yüze kaldı... Un fabrikaları buğdaysız kalmış, ekmek üreten fırınlar buğdaysız... Bugün büyükşehir belediyelerin yaptığı gibi İttihatçılarda büyük ekmek fabrikaları kurmuş, İstanbul ahalisi ekmeksiz kalmasın istemişti, fakat göz ardı ettikleri bir şey oldu, balkanları kaybetmeleri, arkasından Rusya ile girilen savaş hammadde sorunu ortaya çıkarmıştı... "Önce ekmekler bozuldu" derken Oktay Akbal, sanırım o günlere bir gönderme yapıyordu... İstanbul yeni savaş zenginleri ile tanışır...

 

Osmanlı devleti dağılmaktadır, bir bir topraklarından parçalar koparılmakta, maceraperest İngiliz ajanları yeni devletlere ilham kaynakları olmaktadır. Maceraperest arkeoloji ile ilgilenen İngiliz kadın erkek soylusu Osmanlı toprakları üzerinde kralı atıyor, sınırları çiziyor, atadıkları ailelere anlamlar yüklüyordu...

 

Türkler uluslaşırken, elbette (kabul edelim etmeyelim) diğer halklarda uluslaşma sürecini yaşıyordu... Osmanlı dağılırken yaşanan isyanların hepsi uluslaşma isyanıdır. Bugünden o günlere bakan bazı tarihçiler için dini isyanlar olarak algılatılır, çünkü ümmetçi toplumdan ulus topluma dönüşürken kendileri için hak gördüklerini diğerleri için hak görmez bir anlayış vardır. Uluslaşmak bir birikim, zeka, medeniyet olarak algılanıyor, o da Osmanlı devletine hakim olan Türklerin hakkıdır!... Diğerleri için ise uluslaşmak isteyenleri ise cahil, ümmetçi din kisvesi altında emperyalizme hizmet edenler olarak algılatıyorlar...

 

Tarih, kazananların uydurduğu yaratılan gerçeklik üzerine kuruludur, fakat zaman o yaratılan tarihin de parçalanması anlamına gelir, çünkü zaman içinde oluşan siyasi atmosfer bazı yalanları daha fazla sürdürülmesini ve tekrarlamasını ortadan kaldırır... Devletin yalanı zayıfladıkça ortaya çıkar, uydurulan gerçeklik o devlet için zayıf halkası olur.

 

Küreselleşme ulus devletinin parçalanması anlamındadır, parçalanan sadece devlet değil, uydurduğu mitlerdir…

 

Kürt sorunu ile yeni tanışanlara Kürtlerin tarihi çok yeniymiş gibi anlatılır, kökleri konusunda sürekli yeni teoriler ortaya çıkar… Bugünü anlamak için köklerine kadar inmek yerine, yakın tarihte yaşanmış olan uluslaşma sürecinde bakmak yeterlidir, çünkü bugün yaşadığımız sorunların temelinde o süreç yer almaktadır. Yüzleşmekten korktuğumuz, tarihin yeniden yazılmasını istemediğimiz o başlangıç süreci hiç konuşulmaz, sadece kahramanların homojen anlatımları söz konusu olan bir tarihi anlatım var olmaya devam eder. Türklerin uluslaşma sürecinde, o süreç içinde Kürtlerin konumuna bakmak gerek, çünkü Kürtler Türkler ile birlikte ortak bir vatan hayal ederken, bir anlamda devletin bekası için birlikteliğin kaçınılmaz olduğunu düşündüler...

 

İttihat ve Terakki Partisi kurucuları ve teorisyenleri içinde Kürtlerin olması, Lozan antlaşmasında Kürtlerin temsilci olarak orada olması tesadüfi olmadığını görürsünüz... Her ne kadar Lozan antlaşmasına gidenler ileri zamanlarda sanki hiç oraya gitmemiş gibi isimlerin üstü çizildi ve birer isyancı, ümmetçi gerici olarak tanımlandı, ölü vücutları bilinmeyen devlet deresine atıldı... Ortak vatan hayali ile yola çıkanlar, daha önce ulus devleti kuranın hayali altında yok sayıldı…

 

Çözülemeyen sorun!

 

Kürt sorunu yaşadığımız devletin çözemediği sorunlardan sadece biridir... Devlet ideolojisini savunanlar için Kürtlerin uluslaşma hakkı bir gerici istemdir, o yüzden o tür istemi olanlar ya şeyhtir ya da dede! Sonuçta dede de şeyh de bir İngiliz ya da geniş anlamla yazarsak emperyalist devletlerin “maşasıdır”... Bu resmi bakış açısına sahip olunca yaşanmış tüm Kürt isyanları “haksızdır”, isyan edenlerin başına ne gelmişse “hak ettikleri” için gelmiştir... "Ben uluslaşabilirim, çünkü bu benim hakkımdır, Osmanlı devleti zaten benimdi" demekten başka şey değildir... Benim dışımda uluslaşmaya gidenlerin başına ya tehcir gelir ya da devlet deresi!

 

Kürtlerin uluslaşması ve ulus devlet istemesi neden çok “absürt” geliyor bazılarına?

 

Birçok insana saçma geliyor, çünkü öyle bir eğitimden geçmiş ki, “üstün ırk” Türkler altında yaşamaya ve Türklerin izin verdiği kadar özgür olmaları onlara “hak/ lütuf” olarak verilmiştir. “Nankörlük yapmayın bugün ülkemizde Kürt bir cumhurbaşkanı olabilir, Kürt genelkurmay başkanı, …” Onlar sadece “Türk ulus devletinin” çıkarını savunduğu sürece onlara “Kürt” denilme hakkını verir...

 

Devletin üst kademesinde göreve gelen o Kürt "bende Türk kadar eşitim ve onun hakkı kadar benimde hakkım var" demiş olsaydı ne olurdu? Devlet kurumları ona izin verir miydi?

 

Çok yakın zamanda yapılan seçimlerde ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olduğunda kendisini “Kürt” olarak tanımlamadı ama “Alevi” olduğunu açıkladığında ittifak içinde olduğu siyasi partilerin tepkisi ne oldu? İktidarın tüm olumsuz koşullar altında seçimi kazanmasını nasıl açıklayabiliriz, devlet refleksi burada işin içine girmiş midir?

 

Bugün, Kürt meselesi hala varlığını koruyorsa, o sorunun üstünü örtme çalışmasının devam ettiği anlamına geliyor... Sorun vardır, bunu Süleyman Demirel cumhurbaşkanı olduğu zamanda devlette kabul etmiştir ama devlet kendi çözümünü dayatmaya da devam etmektedir, yanında eski ya da solcu olduğunu iddia edenleri birer nefer olarak almış halde...

 

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.