Güneş doğuyor mu, batıyor mu?
İnsan gölgesine bakarak güneşin
doğduğunu ya da battığını anlayamaz, biri için batarken diğer için doğar belki
güneş, bulunduğunuz noktaya göre değişir.
Türkiye'de var olan sol ile aramda
mesafe gün geçtikçe uzuyor, belki onlar batan güneşe doğru duruyor ya da ben!
Gölgeler uzamakta, nedeni ise tarihe bakış açımız ve tarihi yeniden yorumlama
anlayışımızdan kaynaklanıyor...
Türkiye devletini Osmanlı
İmparatorluğunun devamı olarak düşünüyorum, imparatorluktan ulus devlete
dönüşüm olarak adlandırıyorum. Sermaye birikimi yaratılarak burjuva
kültürünün oluşumu için ulus devleti Sevr Antlaşması ile kaybedilen topraklar
üzerinde, son Osmanlı imparatorluğu meclisinin aldığı karara uygun olarak yeni
bir isim ile kurulması olarak algılıyorum...
Kurtuluş savaşı adı verilen savaşın
aslında "kurtuluş" olmadığını, yıkılan dağılan devletin yeniden
"kurulma"sı olması olarak okuyorum. Son İstanbul'daki Osmanlı Meclisi
Ankara’da kurulan ilk meclis olduğunu ve devamlılık arz ettiğini, son Osmanlı
meclisi ile karar altına alınan Mîsâk-ı Millî kararları ile ulus devletinin
sınırlarının çizildiğini düşünüyorum...
Mudanya Mütarekesine kadar İngilizler
ve emperyalistler İttihat ve Terakki Partisinin ayakta kalan örgütlenmesi ve
lider kadrosunun rüştünü ispatlaması beklemiş… Ve o mütareke ile yapılan
antlaşma ile İngilizlerin gözetiminde Yunanlıların işgal ettiği alanlardan
çekilmesi ile sonuçlanması ile yeni devletin sınırlarının çizilmesi ve bu
çizilen sınırların Lozan ile kayıt alması olarak okuyorum...
Yunanlıların kapitalist bir devlet
olmadığı, emperyalist devletlerin doğal olarak "maşası" olması
yüzünden İzmir’e yapılan çıkarmanın bir işgal olduğu, bunun da Ankara’da
oluşacak devletin alt yapısını ve kitlesel desteğin sağlanması için yapıldığını
düşünüyorum. Bu sayede Avrupa’da oluşan "hasta adam" tanımlı
"Türk sorunu" kavramının ortadan kaldırılması hesaplanmış (İngiliz ve
diğer emperyalist devletlerin oluşturduğu stratejiye uygun olarak) diye
okuyorum...
Anadolu ve Mezopotamya topraklarında
oluşan devletin, balkanda oluşmuş olan imparatorluğun taşınması olduğu fikrine
sahibim... Ankara merkezli devlet aslında balkan devleti olan Osmanlı
İmparatorluğun farklı coğrafya içinde yaşaması ve devamı oluşumu olduğu fikrini
savunuyorum...
Ankara merkezli devletin yeniden
kurulması ile İstanbul merkezli hükümetin tasfiyesi ve ulus devleti kurulması
için oluşan tüm engellerin ortadan kalkması ile ülke içinde sermaye birikimi
devlet eli ile yaratılarak bir burjuva yaratılması sürecidir...
Bir burjuva devleti olabilmesi için
sermaye birikimi şarttır ve o koşullar altında Anadolu’da bir yerli ve milli
burjuva yoktur ve o yüzden İzmir İktisat Kongresi ile alınan kararlar ile
“karma ekonomi” adı verilen bir burjuva yaratma süreci devlet eli ile
oluşturulmuştur. Sanayileşme bir anlamda demir yolu ağının ülke sathında
kurulması anlamındadır, o yüzden Onuncu Yıl Marşında dile getirilen demirağ'ı
bir anlamda burjuva yaratımının dillendirilmesinden başka anlamı yoktur...
Ulus devleti kendisini korumak için
yapmış olduğu tüm “devrim” adı verilen reformlar zaten İttihat ve Terakki
Partisi programında olan ve gerçekleştirmesi için atılan adımların somut hale
getirilmesidir...
İttihat ve Terakki Partisi gerçek
anlamda tüzüğüne ve stratejisine uygun iktidara gelme süreci Ankara merkezli
iktidarın kurulması ile gerçekleşmiştir... Tek adam ve tek düşüncenin ülkeyi
nasıl felakete götürdüğü gerçeği ile yüzleşilmesi ve onun eleştirisi olarak
oluşur, fakat Ankara merkezli yeni devletin Osmanlı tek adam yüzleşmesinin
eleştirisi değil, aynada yansıması olarak biçimlenmiştir.
İktidar kavgasının bu tek adam
tartışması üzerinden olduğu ve tek adam rejimi ile birlikte yönetim konusunda
fikir ayrılıkları partinin kadrolarının tasfiyesi ile sonuçlanmıştır...
"Devrim kendi çocuklarını yemiştir", onu da İstiklal Mahkemeleri ve
suikastlar ile gerçekleştirmiştir.
Ulus devleti anti-emperyalist bir
savaş sonucunda kurulmamıştır, tersine emperyalist devletlerin beklentisine
uygun, anti-komünist ideoloji temelinde kurulmuştur.
Devletin kurucularının belirlediği,
stratejilere uygun tek parti, tek lider, tek ideoloji, tek din (Lozan'da kabul
edilmiş azınlık kavramı ile belirlenen dinler ayrı tutularak), tek mezhep, tek
bayrak, merkezi planlanarak karma ekonomi ile burjuvazi yaratma ve o süreç
sonunda kapitalist devletler ile entegre olmuş ( batı medeniyetleri örnek
alınmıştır, hedef “muasır medeniyet” seviyesine çıkarmak olarak belirlemiştir.)
Kapitalist bir ulus devlet oluşturmaktır.
Ulus devleti kurmanın tek amacı
vardır; sistemi kapitalist yapmak ve biriken sermaye ile ülkenin
sanayileştirerek kalkınmasını sağlamak ve ileri aşaması olan küresel çapta
oluşan rekabet koşullarına uygun yerli ve milli sermaye şirketlerin yer
almasıdır...
Ulus devleti içinde yer alan ve
Osmanlıdan miras kalan çok kültürlü, çok uluslu yapının parçalanması ve homojen
bir devlet oluşturulmasıdır. Kürt, Alevi ve sonradan ülkeye göç etmiş ya da
yerli Türk olmayanların Türkleştirilmesi ve sünnileştirilmesi devlet
politikasıdır...
Ankara merkezli ulus devleti
kurulduktan sonra 12 Kürt isyanı olması tesadüfi değildir, çünkü İttihat ve
Terakki Partisi kuruluşunda ve sonrası Lozan’da yer alan Kürt temsilcilerin
isteklerinin yok sayılması, göz ardı edilmesi bir anlamda Kürt ulusal
mücadelesini bir bütün olarak çıkarmasa da parçalı çıkmasının temeli olmuştur.
Dersim isyanı adı verilen katliam ile ulus devleti bir anlamda homojen devlet
olarak kuruluşunu ilan etmiştir...
Hatay'ın daha sonra Türkiye’ye
katılması ile Mîsâk-ı Millî sınırlara büyük oranda ulaşıldığı ve yayılmacı
istemlerin olmadığının ilanı "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesi ile
dış politika devlet politikası olmuştur... Bu dış politika Kıbrıs ve Suriye iç
savaşı (Arap Baharı) sırasında bozulmuştur, henüz yerine devlet politikası
oluşturulmamıştır...
Tarihi bu açıdan bakınca elbette
"Kemalist Devrim" adı verilen geçmişten bir anlamda kopuş, yüklenen
anlamları ve uygulamaları farklı algılıyorum ve devletin resmi söylemi ve tarih
anlayışı dışında düşünmeme yol açıyor...
Resmi devlet tarihi anlayışı ile devrimci
bir siyaset ve sol bir politika oluşturulmayacağını savunuyorum, o yüzden var
olan tüm resmi olanın dışında var olanları aramak, bulmak ve yorumlamak solun
görevi olduğunu ve ona uygun yeni bir bakış ve duruş ile yeni bir gelecek için
devlet projesi oluşturabileceğini düşünmekteyim...
Tarihi ayrıntılar içine sıkıştırıp
bütünü görmeyi ortadan kaldırabilirsiniz, duruşunuzu öyle bir noktaya
konumlandırırsanız ki, örneğin sınıfsal bakış açısı içinde işçi sınıfı,
ezilenler tarafından konumlandırırsanız hangi etnik kökene bağlıysanız oradan
aynı yere bakın farklı şeyler göreceksiniz... Her durduğunuz nokta size başka
kapıların ve hayatın bir yönü ile karşılamanızı sağlayacaktır.
Sosyalistlerin birincil görevi
fakirleri övmek ve onları "işçisin işçi kal" diyerek örgütlemek
değildir, tersine onları burjuvaların kültür birikimine ve hayat standartlarına
taşıyacak yolların açılması için mücadele yolları bulmasıdır... İşçi devleti
burjuvaların kullandığı hakların işçilerinde kullanmasını ve eşitsizliği ortadan
kaldırılmasıdır... Kısaca sınıfı ortadan kaldıracak ama devleti de mutlak
yapmayan ve çözülmesine yol açacak bir devlet anlayışını geliştirmesi
gereklidir... Devlet var olduğu sürece sınıflar var olacaktır, sınıfların
olduğu yerde ise ne özgürlük, ne demokrasi ne de eşitlik olur...
Tarih devletin eğitimine uygun
yorumlandığı sürece bağımsız ve özgün bir mücadele ortaya çıkamaz. Sol
günümüzde olduğu gibi muhafazakar olur, tutuculaştığını içinde yaşadığımız anın
sorunlarına çözüm üretmek yerine güçlerin birinin peşinde olmasını ortaya
çıkarır...
Bugün ülkemizde sol gerçek anlamda
yoktur, var olduğunu iddia edenlerin ise laiklikten bahsetmesi ile ne kadar
ulus devleti bakışı içinde olduğu gerçeği ile karşılaşırız... Üniter devlet
anlayışı ile Kürtlerin istemlerini göz ardı eden, onların kurtuluşu ancak bizim
liderliğimizde, bizim izin verdiğimiz koşullar altında olacak demek ve üstten
bakışın bir yansıması olarak ortaya çıkar...
Ulus devleti, laik bir devlet
oluşturmadı ülkemizde. Eğer oluşturmuş olsaydı homojen toplum olma yönünde bir
eksiklik olarak görürdü, o yüzden halifelik ve Şeyh'ül-İslam kavramını Diyanet
İşleri Başkanlığı adı altında bir kurum kurarak ve bu kurumu anayasada
değiştirilmesi “teklif dahi edilemeyen” maddeler arasına koyması ile laiklik
kavramının ölü doğmasına neden olmuştur... O yüzden Aleviler bugün dahi Cem
Evleri konusunda mücadele etmesi şaşırtıcı değildir, çünkü homojen devletin
oluşumunda aldığı karar Alevileri asimile edip Sünni bakış içinde
eritilmesidir...
"Eşit vatandaşlık" kavramı
kuruluşunda da olmamıştır, sonra da olmamıştır, sanki ülkede eşit vatandaşlık
kavramı varmış gibi algı oluşturulmuştur... Eşit vatandaşlık kavramı belki
hukuk maddesi içinde yazılmıştır ama hayatın içinde ve uygulamalarda hiç
olmamıştır...
Bugün de yeni burjuva devleti
kuruluşunda olan sorunlar varsa ve çözülmemiş demektir ki devlet
politikası gereği yaşamaya devam ediyordur, çünkü sorunu devlet yok saymış ve
"ülkede bilinmeyen dilde konuşan vatandaşları" görmezden gelmiştir...
Sorun vardır ve hala çözülememiştir...
Bugün muhalefet çözülemeyen sorunlara
yanıt bulmak zorundadır, fakat devlet tarihi anlayışı içinde olunca sorun var
deniyor ama çözüm yolu açıkça ortaya konamıyor...
Ne yazık ki ben de sol ile aramda
oluşan bu tarihe bakış açısından kaynaklanan bir uzaklık gün geçtikçe kendisini
daha fazla dayatır oluyor, çünkü devleti resmi tarihe göre tanımlayanlar ile
ortak bakışım flulaşıyor...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.