Galata Gazete


2 Aralık 2024 Pazartesi

Dün, değişmiş hali ile bugündür!

Dün, değişmiş hali ile bugündür!

Neden bilmiyorum ama son gittiğim tiyatro oyunlarında mikrofon (sahne yanında, seyirciye dönük) hoparlör kullanıldığına şahitlik ediyorum. Tiyatroda aradığım şey ise dijital ses değil, insana dokunan, insanın öyküsünü anlatan sestir. Konuşanın ağzından çıkan sesi duymak isterim. Üç duvarın içinden seyirciye ulaşan ses aracısız olmalıdır. Araya teknoloji girince, ses hoparlörden geliyor ama sahnede sesin sahibini arayışına giriyorum; bu arayış sırasında öyküden de oyundan da kopuyorum.

Elbette, sahnede tamamıyla mikrofona karşı değilim; canlı müzik eşliğinde bir eser seslendiriliyorsa mikrofon kullanılabilir. Sahne tavanından mikrofon ya da yaka mikrofonu bu alanda hizmet edebilir. Gerçi alına yapıştırılan mikrofonlar kullanılıyor; bu sayede sanırım sürtme sesini minimuma indiriyor…

Mikrofon kullanılan oyunların sonunda aşırı yorgun bir şekilde, oyunun içine girmeden ayrılıyorum.

Oyunumuz Fehim Paşa Sokağı’nda başlar; o sokak ismi (tabelası) oyun süresince, olaylara bağlı olarak değişecektir. Her dönemin önde gelen ismi bu sokağa verilecektir. İlk gördüğümüz isim Fehim Paşa’dır. O, Abdülhamid'in jurnalcisinin ismidir; bu sayede İstibdat Dönemi'ne bir gönderme yapılır.

Fehim Paşa Sokağı’nda iki farklı karakteri sembolize eden çocuklar doğar; birine Efruz, diğerine de Vicdani denir. O zamanlar bu kadar ayrım yoktu; aynı sokakta yaşayan varlıklı aile ile fakir ahalinin çocuğu aynı okula gider, aynı sokakta oynardı. İki komşunun çocukları birbiriyle arkadaş olur ve tarihin onlara yüklediği görev ki burada yazar yükler, birbirinden ayrılmaz iki dostlardır.

Haldun Taner’in tarihsel materyalist bakışı, elbette resmi tarihin bakış açısı dışındadır. Onun kurgusu ile olaylar öyle bir şekilde arka arkaya gelir ki, adı değişen cadde isimleri ile bir diyalektik bağ kurulur. İzleyici bu zamanın hızlı geçiş sürecine şahitlik ederken, olaylarda yer alan kahramanların hep ilk günkü gibi olduğu gerçeği ile yüzleşir. Bu sayede sahnede yaşananlara karşı seyircinin duygusal bağ kurması yerine, bilinç ile bağ kurulması amaçlanmaktadır. Bölümler arası geçişler müzik ve koreografi ile birleşir. 

Öykünün kurgusu tarihteki olaylardan alınmıştır; bir tarihsel çizgi içinde bireyin değişen görevleri ve olaylara bakışı pek değişmez. Zaman ve mekan değişmiştir ama huy huyundan vazgeçmez. Biri çıkarını öne alırken, diğeri verilen görevi yapmak için her şeyi yapar… Oyunun son bölümünde psikanaliz açısından da Vicdani’nin sorgulanması ve onun akıl hastanesinde sonunu görürüz. Oyun bilimden de yargılanarak seyirciye Vicdani ile Efruz’un karakteristik özelliklerini bilimsel tanım içinde verir.

Tiyatro tarihte olanı olduğu gibi yansıtmak yerine eleştirel bakar…

Olayların örgüsünü alışılagelmiş resmi tarih yazıcılarının yaptığı gibi liderler üzerinden değil, tarih yazıcıların görmediği sıradan bir insanın gözünden olaylara bakılır.

Vicdani ve Efruz oyunda sadece iki karakter değil, aynı zamanda iki sınıfın temsilcisidir. İki sınıfın zaman içinde değişimi, devlete bakış açısını da bu epik eser içinde görmekteyiz. İnceden inceye sistem eleştirisi, Vicdani ve Efruz üzerinden oyunun tüm bölümlerine yayılır. Yazar, sıradan insanların da tarihi olduğunu fısıldar ve bu tarih yazıcılarının görmediğini sahnede gösterir.

Bu oyunda dekor hep sabit kalmıştır; sahnenin değişimi seyircinin gözü önünde olmamıştır, ta ki son sahneye kadar. Son sahnede dekora deli gömleği katkı yapılmış ve bu gömleğin sahne üzerinde uygulanması seyirci önünde olmuştur. Değişen bölümler ile birlikte tabela değişimi seyircinin gözüne batacak şekilde göz önünde uygulanmıştır. Onun dışında sahnede dekor hep sabit kalmış, müzisyenler o sabit alan içinde arka fonda kalmıştır. Sahneye sesi ile en çok katkı yapan, canlı olarak müzik yapan orkestra üyeleri seyirciden bir anlamda uzak tutulmuştur. Erzurum aşıklarının atışması dışında sahnede müzik önde değil, hep arkada kalmış; bölümler arası geçişler, olayların geçişleri ve zaman düzleminde yer değiştirmesi arasında müzik öne çıkmış gibi gözükmesine rağmen, arka fonda oyuncuların sadece seslerine arka fon müziği yapılmış gibi bir his oluşturmuştur.

Yelda Baskın oyunu yeniden yorumlarken, Barış Dinçel’in yaptığı dekora göre oyunun akışını belirlemiş olduğunu gördüm. Tüm bölümler arasında sabit olan dekorun üst bölümü genelde geçiş ve tabela/bayrak asmak için kullanılmış. Sinan Arslan müzik ile bir anlamda suflör gibi çalışır. Müzik ile vücudun ve mimiklerin hareketinde ise İlkem Ulugün imzasını görmekteyiz. Oyunun başarısına gözle görülmeyen ama duyulan sesleri biçimlendiren dramaturg olarak Gökhan Aktemur imzasını görmekteyiz. Bu oyunda bana göre en başarılı sahne arkasında rol alanlardan biridir. Oyunda kullanılan kostümlerin tasarımında Nihal Kaplangı imzasını görmekteyiz; çok hızlı değiştirilen kıyafetler ile bölümler arası geçişlerde akıcılık sağlandığı gibi, oyunun bu yeni yorumuna uygun oyunculara karakter vermiştir. Fatih Mehmet Haroğlu ışık tasarımında başarılı buldum. Arka fona yansıyan gölgelerin, 12 Mart darbesi sürecindeki polis maketi ve oyuncuların sahnede konumlandırılmasında ışık kendisini konuşturuyor. Sahne hizasından oyunculara vuran ışık, yukarıdan gelen ışığın bıraktığı gölgeyi ortadan kaldırırken, oyuncuların mimiklerini daha öne çıkarmaktadır. Müzik ve efekt konusuna gelince, Sercan Büyükedes'in başarılı müziği ve konuşmaların vurgulanması, silah ve bomba sesi gibi sahne dışından gelen seslerin de oyunun vurgusuna büyük katkı yaptığını gördüm. Metin Küçükyılmaz ve Nesin Coşkuner ikili çalışmasının Yelda Baskın’ın yorumuna katkı yaptığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Yelda Baskın, oyunu kurgularken zamanımızın siyasi gelişimlerine yönelik eleştiriler getirmektedir; ama sesin hoparlörden gelmesi ile sanki güme gitmiş gibi, birçok konuşma anlaşılmadı ya da ben anlamadım.

Emrecan Karakurum, Vicdani rolünde muhteşem bir performans sergiliyor. Bölümler arasında geçişte, sahnedeki performansı ile öne çıkarken, ben onun sahnede başarısını artıran oyuncuları gözlemlemeyi daha çok seviyorum. Çünkü bir oyuncuya tek başına başarılı demek bana doğru gelmiyor. Sahne, ortak emek ile oluşuyor ve o atmosferden seyirciye giden her mesaj, sahnede yer alan ve yer almayan tüm oyuncuların ortak emeğidir. Sahnede yer alan tek kadın oyuncu Seda Çavdar üzerine çok cümle kurulabilir ama bana göre ne kadar cümle kurulsa da başarısı tam olarak anlatılamaz; oyunu zaman zaman alıp sırtlıyor gibidir. Bu oyunda en çok dikkatimi çeken, her oyuncunun kendisini göstereceği bölümler olmasıdır. Her oyuncu bir şekilde arkada kalmıyor, hep öne çıkıyor. Doğan Şirin, mimikleri ve hareketlerinin kıvraklığı ile dikkatimi çekti. Onun sahnedeki oyunundan büyük keyif aldım; mizahı ve ironiyi vücut dili ile öyle anlatmaktadır ki, ister istemez onu gözlerimle takip ettim. Aybar Taştekin, Efruz rolündedir. Elbette bu oyundan isminin bahsedilmeden geçilmesi olmazdı; uyanık, sermaye sahibi, üç kağıtçı, düzenin insanı, her zaman çıkarını kollayan, işini bilen birini canlandırması ile sahnede yeri önemlidir. Kendisine verilen rolü, diğer arkadaşları gibi çok başarılı bir şekilde yerine getirmiştir.

Yelda Baskın, Alp Tuğhan Taş, Aybar Taştekin, Cafer Alpsolay, Can Alibeyoğlu, Doğan Şirin, Emrecan Karakurum, Özgür Atkın, Özgür Dağ, Seda Çavdar, Yiğit Ali Uslu gibi oyuncular, epik tiyatronun ülkemizdeki en başarılı eserlerinden birine hayat vermiştir. Elbette bir oyun sadece oyunculardan oluşmuyor; sahne gerisinde yer alan tüm çalışanların ortak emeği ile bu eser hayat bulmuş ve bize ulaşmıştır.

Epik tiyatro üzerine düşünmeye iten ve bu konuda bilgilerimi tazeleme imkanı bulduğum bu oyun sayesinde, çürümekte olan ve çürümüş olanların tarihi bir derinliği vardır. Bugün yaşadığımız sorunların temelinde geçmişten gelen ve çözülemeyen sorunların oluşturduğu kirlilik söz konusudur. Zaman değişmiş, öznelerin isimleri değişmiş olsa da aslında yaşadıklarımız, sistemin yarattığına oyun boyunca şahitlik ediyoruz. Bu sistem ne yazık ki insanlığı “güzel günlere” ulaştırmaktan uzak; sadece krizden krize taşıyan, vicdanlı insanların hep ezildiği, her şeyi kendi lehine kullananların bu çürümüş sistemden faydalandığına şahitlik etmekteyiz.

Haldun Taner eğer yaşamış olsaydı, oyunun metnine daha çok şey ekleyeceğine dair kuşkum yok. Bir metnin modern yorumu, sadece metne bağlı kalınmaması gerektiğini düşünüyorum. Yönetmen, yazarın düşünce yolunda giderek kendisince yeni eklemler yapabilmeli; eskimiş, bugünkü kuşağın bilmediği sembolleri değiştirebilmelidir. Gazete satıcısının “yazııyooor, yazıyor” diye bağırarak girdiği ve bağırdığı isimler ve gazete adları, bugünkü kuşağa hiçbir şey anlatmaz. Fakat onlara sadece yandaş medya yolu ile bir gönderme olabilirdi. Yazıyor demek yerine günümüzde artık “yazmıyyyoooor” diye bağıran biri olur; gazete satanın olmadığı bir zaman dilimindeyiz.

İsmail Cem Özkan

 

Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım

Yazan: Haldun Taner

Yöneten: Yelda Baskın

Dramaturg: Gökhan Aktemur

Müzik: Sercan Büyükedes

Dekor Tasarımı: Barış Dinçel

Kostüm Tasarımı: Nihal Kaplangı

Koreograf: İlkem Ulugün

Işık Tasarımı: Fatih Mehmet Haroğlu

Efekt Tasarımı: Metin Küçükyılmaz-Nesin Coşkuner

Korrepetitör: Sinan Arslan

Yardımcı Yönetmen: Selin Türkmen            

Yönetmen Yardımcıları: Damla Cangül Yiğit, İbrahim Ulutaş, Mehtap Gündoğdu Akbulut

Oyuncular: Alp Tuğhan Taş, Aybar Taştekin, Cafer Alpsolay, Can Alibeyoğlu, Doğan Şirin, Emrecan Karakurum, Özgür Atkın, Özgür Dağ, Seda Çavdar, Yiğit Ali Uslu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.