Bu yıl 60. yaş dönümüne merhaba diyeceğim.
Babamın ve annemin memleketi olan Hacıbektaş’ta, babamın
sonsuzluk yolculuğuna çıktığı noktada, onun fotoğrafının mermere işlenmiş ve
yerine konmuş haliyle birlikte olacağım.
Hacıbektaş, yalnızca inancın değil, aynı zamanda direnişin
ve devrimci ruhun mekânıdır. Ulaş Bardakçı, Gökhan Harmandalıoğlu ve Hürcan
Gürses, Cemal Selmanpakoğlu gibi isimlerin hayalleri burada filizlenmiştir. Bu
topraklar, halkların eşitliğini ve kardeşliğini esas alan düşüncenin yeşerdiği
yer olmuştur.
Babam da devrimci gelenekten gelen bir öğretmendi. Devrimci
öğretmen mücadelesinde yer aldı. Ankara Tuzluçayır İlkokulu’nda görev yaptı.
Tuzluçayır Lisesi'nin kurşunlandığı dönemde, beline devrimci afişi sararak
kurşunların altından geçip afişi asacağı noktaya kadar yürüyen inançlı bir
devrimciydi.
Biz hep cephelerde yaşadık. Abidinpaşa’daki evimiz, bölünmüş
bir ülkenin simgesi gibiydi. Penceremiz faşistlerin tarafına, kapımız
devrimcilerin tarafına bakardı. Her gece silahlı çatışmaların yaşandığı o
dönemlerde çıkmaz bir sokaktaydık. Gecekonduyla yol kapanır, aradan
Saimekadın-Cebeci yoluna ulaşılırdı. Biz, karanlık zamanlarda aydınlığın
nöbetçisiydik.
Hayatımız ve hayallerimiz devrim için atarken, gelen darbe
süreci bıçak gibi kesti. Radyolardan çalınan marşlarla, ekranlardan yayılan
mesajlarla daha karanlık günlere savrulduk. O dönemleri hep o mahallede, o
sokakta yaşadık. İçimizden ne muhbir çıktı ne de itirafçı. Sokağımız sağlam
durdu. Zamanla düzene ve yeni hayata uyum sağlamaktan başka çaremiz kalmadı.
Ama o dönemin devrimcileri, hep devrimci kaldı. Farklı okullardan mezun
olanlar, dünyanın dört bir yanına savrulsalar da köklerini unutmadılar.
Ne mutlu ki Aydık Sokak’ta yaşadık. Ne mutlu ki
Demirlibahçe, Şafaktepe, Saimekadın ve Şehitlik’te o süreci deneyimledik. Babam
Tuzluçayır’da işini yapardı, biz de mahallemizde. Kavganın zamanında, en güzel
anılarımız sabaha kadar tutulan nöbetlerde, sabaha kadar yazılan kuşlamalarda
(yeni nesil bilmez, ispirtolu kalemle küçük kağıda sloganlar yazılır ve en
kalabalık alanlarda havaya atılırdı.), duvar yazılarında geçti. Duvar yazıları,
o sokağın kimliğinin ifadesiydi. Bu nedenle her yapı, kendi hakim bölgesinde
sloganlarla duvar gazetelerini oluştururdu.
Cepheleşmiş bir ülkede, hem faşistlerle hem de sol örgütler
arası çatışmaların yoğunluğu içinde iç içe yaşadık. Meğer biz alan koruma
(kurtarılmış bölge) için çatışırken, Amerika'da hazırlanmış
"kaderimiz" olan yol çizgimizde askerler bize darbe ile vuracakları
günleri hazırlıyorlar, gün sayıyorlarmış... Fatsa'daki Nokta Operasyonu meğer
bize "nokta koyma" provasıymış.
Anti-faşist mücadele, yıllar sonra öğrendik ki devrimden çok
uzak bir mücadeleymiş. Anti-kapitalist, anti-emperyalist mücadele ettiğimizi
dergi başlıklarında okurduk, ama bu fikirleri hayata geçirecek atmosferi hiçbir
zaman yakalayamadık. Faşistlerle kavga ederken gerçek anlamda örgüt
olamadığımız için tarih bizi yargılayacaktı; yargıladı da. Ancak bu yargıyı
açıkça kendimize bile itiraf edemedik. Ülkemiz tarihinde olduğu gibi, yüzleşmek
yerine kıvırmayı ve başka olaylarla üzerini örtmeyi seçtik. Her şey yolundaymış
gibi davranıp “zamanı gelince” bir araya gelmeyi umduk. Bugünkü dağınıklığımız,
o günlerden atılan tohumların yeşermesinden ibarettir.
Sol kültürden geldik.
Solu özümsedik. En karanlık dönemlerde bile okuduk,
kendimizi koruduk. Ne mutlu ki devrimci kültürü, bizden önce gidenlerin
anılarını ve hayallerini yaşattık. Bayrağımızı bizden sonra gelenlere gönül
rahatlığıyla devrettik. Zaman bizi daha da damıttı. Tarihi bilmenin, tarihe
bakmanın devrimci bir duruş olduğunu öğrendik.
Kök olmadan hiçbir ağaç toprak yüzüne çıkamaz. Bizim kökümüz
Hacıbektaş’taydı. Görünür olduk, görür olduk.
Hacıbektaş’a devletin her zaman müdahalesi olmuştur. Onu
“ıslah” etmek için her yolu denemiştir. Osmanlı'dan bu yana dergâha Nakşibendi
tarikatından devlet görevlileri atanmıştır. Bu da yetmemiş, Hacıbektaş’a
zamanında olmayan Türkçülük sokulmaya çalışılmıştır. Oysa inancın ırkı olmaz.
Çünkü inanç, her dönemde yaşayana kucak açar, onu yoluna davet eder. İnancın
içine ırk kattığınız anda Hitler ortaya çıkar.
Almanya’daki Protestan mezhebinin, Hitler’in iktidar
yürüyüşüne verdiği destek ve bugün hala Protestan bölgelerde neo-Nazi
hareketlerinin güçlü olması tesadüf değildir.
Bu yüzden Hacıbektaş, halkların buluştuğu turnaların
diyarıdır. Turna semahı insanlık için döner; saz, insan-ı kamili anlatır; ulu
ozanların deyişleriyle bugüne taşınır.
Bugün ise faşist, Alevi katili (Maraş, Sivas, Çorum...) MHP
ve onun lideri Hacıbektaş’ta Cemevi yaptırıyor. Sanırım açılışı bu yıl
yapılacak. Bu, devletin açık bir saldırısından başka bir şey değildir. Oraya
masumca değil, ırkçı köklerini o topraklara salmak için geliyorlar.
Hacıbektaş’ın yüzyıllardır koruduğu alana, tüm devlet organlarıyla açık bir
saldırı düzenliyorlar. Alevi kültürünün içini boşaltmaya çalışıyorlar.
Kısacası, Hacıbektaş’tan gelen Ulaş Bardakçı geleneğini yok
etmeye çalışıyorlar. Ama Hacıbektaşlıların içinden Ulaşlar, Gökhanlar,
Hürcanlar, Cemaller çıkmaya devam edecek.
Bu arada yazmayı unuttum: TKP’nin kuruluşunda yer alan bir
Hacıbektaşlı öğretmen vardı, ama adını hatırlayamadığım için yazamadım.
Kökümüzü ararsanız, insanlığın ilk nefesini bulursunuz.
Bizim Kâbe’miz insanlıktır.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.