Galata Gazete


18 Mayıs 2025 Pazar

Bu yıl 60. yaş dönümüne merhaba diyeceğim.

Bu yıl 60. yaş dönümüne merhaba diyeceğim.

Babamın ve annemin memleketi olan Hacıbektaş’ta, babamın sonsuzluk yolculuğuna çıktığı noktada, onun fotoğrafının mermere işlenmiş ve yerine konmuş haliyle birlikte olacağım.

Hacıbektaş, yalnızca inancın değil, aynı zamanda direnişin ve devrimci ruhun mekânıdır. Ulaş Bardakçı, Gökhan Harmandalıoğlu ve Hürcan Gürses, Cemal Selmanpakoğlu gibi isimlerin hayalleri burada filizlenmiştir. Bu topraklar, halkların eşitliğini ve kardeşliğini esas alan düşüncenin yeşerdiği yer olmuştur.

Babam da devrimci gelenekten gelen bir öğretmendi. Devrimci öğretmen mücadelesinde yer aldı. Ankara Tuzluçayır İlkokulu’nda görev yaptı. Tuzluçayır Lisesi'nin kurşunlandığı dönemde, beline devrimci afişi sararak kurşunların altından geçip afişi asacağı noktaya kadar yürüyen inançlı bir devrimciydi.

Biz hep cephelerde yaşadık. Abidinpaşa’daki evimiz, bölünmüş bir ülkenin simgesi gibiydi. Penceremiz faşistlerin tarafına, kapımız devrimcilerin tarafına bakardı. Her gece silahlı çatışmaların yaşandığı o dönemlerde çıkmaz bir sokaktaydık. Gecekonduyla yol kapanır, aradan Saimekadın-Cebeci yoluna ulaşılırdı. Biz, karanlık zamanlarda aydınlığın nöbetçisiydik.

Hayatımız ve hayallerimiz devrim için atarken, gelen darbe süreci bıçak gibi kesti. Radyolardan çalınan marşlarla, ekranlardan yayılan mesajlarla daha karanlık günlere savrulduk. O dönemleri hep o mahallede, o sokakta yaşadık. İçimizden ne muhbir çıktı ne de itirafçı. Sokağımız sağlam durdu. Zamanla düzene ve yeni hayata uyum sağlamaktan başka çaremiz kalmadı. Ama o dönemin devrimcileri, hep devrimci kaldı. Farklı okullardan mezun olanlar, dünyanın dört bir yanına savrulsalar da köklerini unutmadılar.

Ne mutlu ki Aydık Sokak’ta yaşadık. Ne mutlu ki Demirlibahçe, Şafaktepe, Saimekadın ve Şehitlik’te o süreci deneyimledik. Babam Tuzluçayır’da işini yapardı, biz de mahallemizde. Kavganın zamanında, en güzel anılarımız sabaha kadar tutulan nöbetlerde, sabaha kadar yazılan kuşlamalarda (yeni nesil bilmez, ispirtolu kalemle küçük kağıda sloganlar yazılır ve en kalabalık alanlarda havaya atılırdı.), duvar yazılarında geçti. Duvar yazıları, o sokağın kimliğinin ifadesiydi. Bu nedenle her yapı, kendi hakim bölgesinde sloganlarla duvar gazetelerini oluştururdu.

Cepheleşmiş bir ülkede, hem faşistlerle hem de sol örgütler arası çatışmaların yoğunluğu içinde iç içe yaşadık. Meğer biz alan koruma (kurtarılmış bölge) için çatışırken, Amerika'da hazırlanmış "kaderimiz" olan yol çizgimizde askerler bize darbe ile vuracakları günleri hazırlıyorlar, gün sayıyorlarmış... Fatsa'daki Nokta Operasyonu meğer bize "nokta koyma" provasıymış.

Anti-faşist mücadele, yıllar sonra öğrendik ki devrimden çok uzak bir mücadeleymiş. Anti-kapitalist, anti-emperyalist mücadele ettiğimizi dergi başlıklarında okurduk, ama bu fikirleri hayata geçirecek atmosferi hiçbir zaman yakalayamadık. Faşistlerle kavga ederken gerçek anlamda örgüt olamadığımız için tarih bizi yargılayacaktı; yargıladı da. Ancak bu yargıyı açıkça kendimize bile itiraf edemedik. Ülkemiz tarihinde olduğu gibi, yüzleşmek yerine kıvırmayı ve başka olaylarla üzerini örtmeyi seçtik. Her şey yolundaymış gibi davranıp “zamanı gelince” bir araya gelmeyi umduk. Bugünkü dağınıklığımız, o günlerden atılan tohumların yeşermesinden ibarettir.

Sol kültürden geldik.

Solu özümsedik. En karanlık dönemlerde bile okuduk, kendimizi koruduk. Ne mutlu ki devrimci kültürü, bizden önce gidenlerin anılarını ve hayallerini yaşattık. Bayrağımızı bizden sonra gelenlere gönül rahatlığıyla devrettik. Zaman bizi daha da damıttı. Tarihi bilmenin, tarihe bakmanın devrimci bir duruş olduğunu öğrendik.

Kök olmadan hiçbir ağaç toprak yüzüne çıkamaz. Bizim kökümüz Hacıbektaş’taydı. Görünür olduk, görür olduk.

Hacıbektaş’a devletin her zaman müdahalesi olmuştur. Onu “ıslah” etmek için her yolu denemiştir. Osmanlı'dan bu yana dergâha Nakşibendi tarikatından devlet görevlileri atanmıştır. Bu da yetmemiş, Hacıbektaş’a zamanında olmayan Türkçülük sokulmaya çalışılmıştır. Oysa inancın ırkı olmaz. Çünkü inanç, her dönemde yaşayana kucak açar, onu yoluna davet eder. İnancın içine ırk kattığınız anda Hitler ortaya çıkar.

Almanya’daki Protestan mezhebinin, Hitler’in iktidar yürüyüşüne verdiği destek ve bugün hala Protestan bölgelerde neo-Nazi hareketlerinin güçlü olması tesadüf değildir.

Bu yüzden Hacıbektaş, halkların buluştuğu turnaların diyarıdır. Turna semahı insanlık için döner; saz, insan-ı kamili anlatır; ulu ozanların deyişleriyle bugüne taşınır.

Bugün ise faşist, Alevi katili (Maraş, Sivas, Çorum...) MHP ve onun lideri Hacıbektaş’ta Cemevi yaptırıyor. Sanırım açılışı bu yıl yapılacak. Bu, devletin açık bir saldırısından başka bir şey değildir. Oraya masumca değil, ırkçı köklerini o topraklara salmak için geliyorlar. Hacıbektaş’ın yüzyıllardır koruduğu alana, tüm devlet organlarıyla açık bir saldırı düzenliyorlar. Alevi kültürünün içini boşaltmaya çalışıyorlar.

Kısacası, Hacıbektaş’tan gelen Ulaş Bardakçı geleneğini yok etmeye çalışıyorlar. Ama Hacıbektaşlıların içinden Ulaşlar, Gökhanlar, Hürcanlar, Cemaller çıkmaya devam edecek.

Bu arada yazmayı unuttum: TKP’nin kuruluşunda yer alan bir Hacıbektaşlı öğretmen vardı, ama adını hatırlayamadığım için yazamadım.

Kökümüzü ararsanız, insanlığın ilk nefesini bulursunuz.

Bizim Kâbe’miz insanlıktır.

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.