Lillian'nın
onurlu duruşu...
Amerikan’ın
bir dönem oyun yazlarından, kendisini sorgulayan komite karşısında onurlu
duruşu ile tarihe adını yazdıran Lillian Hellman’ın yaşamına William Luce’nin
satırları ile baktığımız bir oyun. Şehir Tiyatrolarının sahnelerinde yer alan
oyun, küçük bir mesajları içinde saklamaktadır.
Uzun soluklu
bir yaşam öyküsünün içinde hayatına yön verenler ve olaylar hakkında bilgilere
ulaşmaktayız, fakat bu uzun soluklu ve tek kişilik oyun, oyunu sahneye taşıyan
yönetmen Orhan Alkaya’nın geçen senelerde sahnelerde sergilediği “Rosenbergler
Ölmemeli” adlı oyunun devamı ve aynı yıllara ait bir ayrıntıyı büyüteç altına
almaktadır.
Aliye
Uzunatağan tek kişilik performansı ile sahnede hayat bulurken, sahnenin
arkasında Şehir Tiyatrolarının ekibi bulunmaktadır. Daha önce özel bir
tiyatroda hayat bulan oyun bu sene değişen Şehir Tiyatroları yönetimini zora
sokmadan geçiş için seçilmiş ama duruşunu da bozmayan bir oyun tercih edilmiş
gibi algıladım.
Özel
tiyatroların maddi yetersizlikler ve seyirci potansiyeli açsısından kalabalık
ve maddi yükü ağır oyunlar sahneye koyamıyorlar. Arkasında ticari bir bakış
açısı olmayan devlet ve şehir tiyatrolarının sahnelerinde tiyatro tarihi içinde
önemli eserlerin sahnelenmesi daha olağan olduğunu düşünmekteyim. Üstelik
kapanma kara bulutlarının devlet ve şehir sahnelerinin üzerinde dolandığı
günlerde daha görsel ve özel tiyatroların oynayamayacağı oyunlar sahnelenmiş
olsaydı daha bir anlamlı gelirdi diye içimden geçirmedim değil.
Sahne onbir
sandalye bir çizgi üzerinde yan yana gelecek şekilde konmuş, üçer halde olan
sendeleyeler arasında küçük boşluklar oluşturulmuş. Her sandalye bir anlamda
bir paragrafı temsil eder gibidir. Işık her konu değişiminde değişim
gösterirken, sandalyelerde oturma ve harekette ona göre değişmektedir. Oyun
başladığı gibi sandalye dizimi konumlanması bitmektedir.
Sandalye ve
ışık oyuncunun yardımcı aksesuarıdır, seyirci bir buçuk saat boyunca sahneye bu
araçlar ile bağlanmaya çalışılmıştır. Konular ve geçişler bir birinden bağımsız
olduğu gibi bütün bakış açısı içinde bağlantılar mevcuttur. Yazarın tercihi
seyirciyi değişik anlarda eriye götürüp, ileriye taşıyarak seyirciyi oyunun
içine çekmeye ve o tek sesin yaratmış olduğu monotonluktan uzaklaşmaktadır.
Seyirci, oyunun içinde konuları takip ederken, aynı zamanda oyunu zamanını da
sorgulamaya iteklemektedir. Bir tiyatro yazarı, seyircisi için yazmadığı
kendisi için yazdığı fikri Dashiell Hammet ile bir tartışmayı anımsama
bölümünde dillendirmektedir. Oyun, seyirciler için değildir, geçmişine yönelik
kendi iç dünyasında dönüktür. Fakat seyirciyi de dönemin sorunlarına ve
Hollywood dünyasına da göz atmasını ve o dönemin meşhur McCarthy tertiplerine
de uzanmaktadır.
Lillian,
“Vicdanımı bu yılın modasına göre biçimlendirmem ve biçimlendirmeyi de istemem.
Saygılarımla” diye belirttiği McCarthy cadı avı döneminde sorguda kendisini
ifade etmiştir. Genel duruşu itibarı ile “kendi hayatı hakkında her türlü
soruya karşılık verebileceği, arkadaşları ve tanımadıkları insanlar hakkında
görüş bildirmeyeceği” fikrini sorgulayan komite üyelerinin yüzüne
söylemiştir. Ve bu
duruşunun yaşama bakış açısı olduğunu vurgulamıştır.
Oyunun can
damarı olan bu sahneye büyüteçle bakmakta fayda var, çünkü o dönemin
koşullarını bilmeyenler için bu savunma bir anlam ifade etmeyebilir, fakat günümüz
savunmalarına ve sorguda sorulan sorulara bakarsanız ne büyük bir irade ve etik
bir duruş ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Çünkü baskı dönemlerinde
insanlar kendileri dışında, çevresinde olsun olmasın herkes hakkında cadı
avının rüzgarına göre ifade verdiği, fırıldak gibi çıkarlar etrafında döndüğüne
şahitlik etmekteyiz. İktidara destek sunan, iktidar ile uzlaşama peşinde
koşanların olduğu bir zaman diliminde onurlu bir aydın, yazarın ne yapması
gerektiğini, yapan birinin gözünden öğreniyoruz.
McCarthy adı
ile anılan dönem; 1940'lı yılların sonunda başlayıp 1950'li yılların sonuna
değin ABD'de sürmüş anti-Komunist kuşkuculuğunu belirtmektedir.
1938’de
kurulmuş olan Amerika Karşıtı Faaliyetleri Soruşturma Komitesi’nin faaliyetleri
McCarthy senatör olması ile önemli bir saldırı aracına dönüştürüldü. O dönemin
FBI şefinin verdiği taraflı bilgiler ile paranoyak bir kişinin günlük aşama
nasıl müdahil olabileceği ve bir çok insanın hayatını karabasan
döndürebileceğini gösteren bir dönemden bahsediyoruz. Komite üyeleri öncelikle
sanat dünyasında ve özellikle de Hollywood’da görüşlerinden hoşlanmadıkları
kişileri kara listeye alıp yıldırma politikası yürütmeye başladılar. Geçmişinde
herhangi bir sol gruba sempatizan olanlar bile ifadeye çağrılıyor ve arkadaşları
hakkında ifade vermedikleri taktirde, şirketlere gönderilen kara listelere
almıyorlar, bu artist ve sinemacılara, hiçbir şekilde iş verilmiyordu.
McCarthy,
Roosevelt ve Truman’ın yönetimleri sırasında ABD hükümetinin komünist
yuvalarıyla dolduğunu, demokratların bu konuda en azından ihmalle suçlu
olduklarını ileri sürdü; ama 1952’de Cumhuriyetçiler iktidara gelince, tek bir
komünist bile bulamadılar. Diğer yandan seçim kazanıldıktan sonra, bunun hiçbir
önemi kalmamıştı, yani en azından o dönemde kimse hesap sormadı; sonra da zaten
konu gündemden düştü.
CBS’den Edward
R. Murrow, 3 Mart 1954’te “Joseph McCarthy Raporu” adlı bir dosya televizyonda
yayınladı. Burada, senatörün ahlaksızlığı ve acımasızlığı açıkça
sergileniyordu. Nihayet Senato, 1954’ün Aralık ayında McCarthy’nin bazı
eylemlerini kınayan bir kararı, 76’ya karşı 22 oyla onayladı. Bu olay oyunun
sonu idi. McCarthy bir avuç şakşakçısıyla baş başa kalınca, kendisini, eski
alışkanlığı olan içkiye verdi. Karaciğeri iflas edince de, 1957 yılında öldü.
McCarthy bütün
bu karalamaları yaptığı dönemde Amerika halkı tarafından yüksek oranda
desteklendiği ve gözden düştüğü dönemde dahi ülke nüfusunun kamuoyu anketleri;
halkın yüzde 50’sinin onu desteklediği ve yüzde 21’inin de kararsız olduğunu
ortaya koyacaktı…
Oyuna yeniden
dönersek, sahne düzenlemesi ve ışık başarılı olarak görmeme rağmen, zamanın
ruhu bugüne taşınması açısından anlamlı ama mesaj benim büyüterek baktığım gibi
net ve ayrıntılı değildir, çünkü yazar bu dönemi onurlu duruşu alçak gönüllüce
anlatmakta ve üzerinden sanki önemsiz gibi geçmektedir.
Yaşadığımız
çağ içinde keşke bizde de Lillian Hellman gibi onurlu yazarlar ve oyun
yazarları çıkmış olsaydı… Bu zaman diliminin romanları, öyküleri, tiyatro
eserleri ileride olacaktır, bundan kuşku duymuyorum, sessizce direnenlerin
yaşamları ileride gözler önüne serilecektir. O zaman bizim de Hellman’larımız
varmış diyeceğiz.
William
Luce’nin yazdığı Orhan Alkaya’nın yönettiği oyun, çevirisini Seçkin Selvi’nin,
dramaturgluğunu Sinem Özlek’in, sahne tasarımını M. Nurullah Tuncer’in, kostüm
tasarımını Canan Göknil’in, ışık tasarımını Kemal Yiğitcan’ın, müziğini Turgut
Onur Avdan’ın, efekt tasarımı Levent Akman’ın yaptığı oyunda, Hellman rolünü
51. sanat yılını kutlayan Aliye Uzunatağan üstleniyor.
İsmail Cem
Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.