Lobi mi, devrim mi?
Kürt sorunu ülkemizin en zayıf noktasıdır ve bu zayıf nokta
ülkede oluşan ve oluşmakta olan cepheleri ve kırımlarda belirleyici olmaktadır.
Çatışmanın düşük yoğunluklu olmaktan sıcak savaşa evrildiği dönem sonunda
yeninde düşük yoğunluklu çatışmazlık ortamının başlaması umut edilmektedir.
Çünkü Kürt sorunun tarafları olan devlet ve PKK bu süreç içinde kendi ellerinin
güçlendirmek için ara verilen (buzdolabına kalkan) dönemde masa başında yaşanan
bilek güreşini açık alanda sıcak çatışmaya dönüştürerek, halk desteğini ya da
desteksizliğini kanıtlamaya gitmiştir. Masa başında, ‘hani halk arkandaydı,
hani güçlüydün’ diyebilmek için var olan tüm örgütlü yapıları susturmak ve
dağıtmak adına baskısını artırmıştır. Düşük yoğunluklu savaş henüz sonlanmamıştır,
çatışmazlık ortamı güçlerin masa başında yerleri alması ile başlayacaktır. Ama
sorun çözümü basit bir yol değildir, Ortadoğu’da yaşanan her gelişme bu sorunun
çözümünü daha da karmaşıklaştırmaktadır.
Her etnik mücadele ulus devleti için yapılan mücadeledir…
Ülkemiz ulus devletidir, anlamı homojen toplum yaratmak için
içinde bulunduğu ‘öteki’ olarak görünenlerin toplum çoğunluğu gibi olmasını
sağlamak adına, eğitim, ordu, emniyet, maliye, sanayi… vb devlet kurumları
aracılığı ile baskı kurmak ve onu eriterek yok etmektir. Ulus devletin en
önemli koşulu ya içindekini asimile edecek ya da mübadele yolu ile devleti
olanı kendi devletine anlaşmalar içinde göndermek. Ulus devleti, belirli bir
coğrafyada yaşayan, belirli bir bayrak altında olan her vatandaş o ülkenin
bireyi olmayı kabul ettiğini kabul eder, çoğunluk millet adına cezai yollarını
meşru görerek uygular. Öteki aslında ceza alması gereken ve çoğunluk içinde
erimesi gerekendir. Hangi ulus devleti olursa olsun bu kural Fransız devriminden
sonra genel doğru kabul edilmiş ve uygulanmıştır. Soykırım ve mübadele bu
kavram ile anılması tesadüfen değildir, her ulus devleti katliamlar zemine
oturmuştur, asimilasyonun adı uyum ile değiştirilmiştir. Ulus devletlerin
doğuşu hep sancılıdır, doğduktan sonra daha büyük acıları içinde
barındırır.
Türkiye kurulmadan önce ve kuruluktan sonra Kürt ulusal
mücadelesi ile yüzleşmiş ve her seferinde birbirine benzer yönetmeler ile bu
uluslaşma yolunu kendi siyasi hakiminde olan coğrafya içinde sorunun üstünü
örtmüştür. Bugün artık saklanamayan bu gerçek ile uzun süren düşük yoğunluklu
savaş ya da başka değim ile kirli savaşın sonucunda artık hepimizin kabul etiği
ve saklanamayan bir gerçektir. Bu kadar ortalık alana düşmüş ve her bireyin bir
şekilde canını acıtan bu sorun her hangi bir şeyin altına itilecek konumda
değildir ve ertelenen sorun artık çözüm bulunmak zorundadır. Bu çözümün zorunlu
olmasının nedenlerinden biri elbette dış ülkelerde ya da komşu ülkelerde
gelişen iç savaşın ve sonucunda bize yansımasıdır. Katliamlar, sorunun çözümü
için acil bir şeyler yapılmasını zorunlu kılan uluslar arası vicdanın
kanamasına neden olmuştur. Eğer Saddam Hüseyin Halepçe Katliamını yapmamış
olsaydı, Irak bu kadar kısa sürede işgal edilecek konuma gelmeyecekti. Halepçe
Kürt halkının uluslaşma sürecinde en önemli kırılmalarından biridir, bugün
devlet gibi özerk bölge olmasının başlangıcını işaret eder. Elbette Halepçe
öncesinde bir çok katliam yaşanmış, ulusal mücadelede en ileri uçlar ortaya
çıkmış olsa da o coğrafyada değişimi sağlayan iç güçlerden daha çok dış
güçlerin etkisi olduğunu son yaşadığımız çağdan bakarak rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Irak’ta yaşanan bu değişimin elbette ülkemize etkisi
büyüktür, çünkü Kürt ulusu artık uluslar arası ilişkiler içinde önemli bir
konuma gelmiş ve korunması gereken uluslaşma sürecinde olan haklar
konumundadır. Güney Kürdistan olarak kabul edilen ırak Kürdistan’ı devletleşme
için önemli adımlar atmış ve devlet mekanizmasını kurmuştur. Fiili olarak
devlet konumunda olan özerk yapının artık pratik atılacak adımın zamanı
kollanmaktadır.
Suriye iç savaşının başlaması ile devlet gibi ama devlet
olmayan Kürdistan yeni bir parça sınırları belli olacak şekilde
eklemlenmektedir. Lider ve önder kadrolarının farklı olması bu iki parçanın
hemen birleşmesinin önünde en büyük engel gibi durmaktadır. Elbette burada ki
siyasi adımları iç dinamiklerden daha çok dış ülkelerin çıkarları
belirleyecektir, ya ayrı ya da birlikte ya da bunların dışında başka bir çözüm
yolu ile devletleşme yolunda olan ulus devleti gerçeği ile karşı
karşıyayız.
Türkiye içinde yaşanan gelişmeler bunlardan bağımsız
yorumlanamaz, yorumlandığında ise eksik kalır. Türkiye NATO ülkesidir. NATO
bizim ülkemizin tarihini darbeler ile içli dışlı ilişkileri olan bir kurumdur. NATO
hem geçmişimizi hem de geleceğimizi belirleyen en önemli kurumların başında yer
alır, çünkü NATO bilgisi ve şemsiyesi altında oluşturulan GLADİO (Kontrgerilla)
yapısı günlük cinayetlere ve katliamlara parmak izini bırakmaktan
çekinmemiştir. Ülkemiz içinde bağımsız bir ulus devleti kurma amaçlı savaş
yaptığını söyleyen bir örgüt yoktur. Uluslaşma yolunda önemli adımlar atmış,
ulus kimliğinde olması gerektiği gibi aidiyet duygusu gelişmiş, diline ve
kültürüne sahip çıkan bir hareketten söz etmekteyiz.
Birlikte yaşama ve bir arada geleceğe bakma söylemini hem
iktidar hem de masanın diğer tarafında olan PKK söyleminde dile
getirilmektedir. Ortak bir söylemin yakalanmasında elbette yaşanmış geçmiş bir
sürecin tecrübesi yatmaktadır. Bugün ki somut durum, NATO’ya rağmen, dış
ülkelerin konumuna ve çıkarına rağmen sorun eskisi gibi yok sayılamaz, askeri
ve silah ile bastırılamaz konumundadır ve çözüm kaçınılmazdır. O halde olması
olasılığı yüksek olan henüz ilk işaretleri siyasi arenada görülmeyen bir durumu
tartışmaya açmayı doğru buluyorum. Eğer Güneyde bir bağımsız Kürdistan
kurulursa Kuzeyde yer alan Kürtler hangi tercih ile baş başa kalacaktır? Eskisi
gibi silahlı mücadele yapmaya kalkarsa lojistik destek aldığı yeni kurulmuş
ülkenin çıkarına uygun olmayacağı için orada çatışma kaçınılmazdır. Bu çatışma
Kürt ulusuna vereceği zarar beklenenden daha büyük olabilir. Ya da tek devlette
Kürt devletini büyütmek ve yaşaması için Stalin’in 1924 yılında geliştirdiği
‘Tek Ülkede Sosyalizm’ kuramına bezer bir tercih yapacaklar. Bu da yeni
kurulmuş Sosyalist devletin çıkarı için ülkemizde TKP’nin aldığı tavra bezer
bir tavrı Kürtler almak zorunda kalabilir mi? Bu şu anlama gelmektedir; modern
söylem ile ‘Lobi’ faaliyeti yürüten ve yanı başında yeni kurulan ülke çıkarı
için her türlü özveriyi gösteren o ülkenin kültürüne sahip insanların tercihi
ve örgütsel yapılarını belirleyecektir.
Kürdistan devletinin güney sınırlarımızda kurulması ülkemiz
içinde gelişen uluslaşma sürecinin bir devlet ile taçlanmasının önünde ki en
büyük engel olacak ve bir arada yaşamanın yolları aranacaktır. Modern dünyanın
ve ülkemiz gerçekliği içinde kabul görebilecek en önemli bir çözüm sürecinin
kapıları güneyde yaşanan gelişimlere bağlı olarak açılabilir. Ülkemiz son kırk
yılını sürekli ve istikrarlı bir şekilde kriz ve kaos ortamındadır. Bu kaos ve
krizden çıkabilecek ne alt yapısı mevcuttur ne de siyasi irade. Onlar
çevremizde gelişen olaylara bağlı olarak savrulmakta ve akıllı tepkiler yerine
duygusal tepkiler vererek ülke toprağını daha fazla kana bulamaya ve haklar
arasında düşmanlığı geliştirmekten öte bir şey yapmamaktadırlar.
Sorun mutlaka bir şekilde çözülecektir…
Kürt halkı ve onun temsilcileri olma olasılığı yüksek olan
bir Kürdistan Devleti karşısında alacağı tavır, lobi faaliyeti yürüten
demokratik kitle örgütü olmak yolunda mı, ya da devrim için mücadele etmek
şeklide mi olacağını kendileri karar verecektir. Elbette bu konuda homojen bir
sonuç çıkmayacaktır ama çoğunluğun tercihi ülke içinde yaşanacak ‘yeni’ barış
sürecinin belirleyicisi olacaktır. PKK ve devletin masa başında ve kapalı
kapılar, kalın duvarların arkasında izole edilmiş odalarda yapılan her türlü
pazarlık halktan kopuk ve üstten aşağıya dayatma şeklinde olacaktır. Ülkemizde
her türlü siyasi gelişme tabandan değil, yukarıdan aşağıya şekilde uluslar
arası emperyalist güçlerin çıkarına uygun şekilde olmuştur.
Halka sorulmayan ve halka rağmen bir değişim sürecini
yaşamaktayız. Bu süreç sonucunda akan kanlar bizden, çıkan sonuç
emperyalistlerin çıkarına uygun olacaktır. Her ne kadar ‘Tek Ülkede Kürdistan’
fikriyatı çatışma halinde olan güçlerin çıkarlarına uygun olsa da siyasette
genelde bizim öngörülerimiz değil, yaşamın akışı belirleyici olmuştur. Eğer
lobi faaliyeti içinde olacak olursa ülkemizin sağ iktidarı bir taş ile birden
fazla sonuç elde edecektir. TKP’nin yirmili yıllardan başlayan ve kendisini
fesih ettiği döneme kadar Türkiye devrimci çizgisine yapmış olduğu katkı ne
kadar ise lobi faaliyeti içinde yer alacak ‘solcu’ Kürtlerin de katkısı o kadar
olacaktır. Öncelik Kürdistan’ın çıkarı görenler elbette Türkiye’de gelişecek
olan her devrimci çizginin önünde çıkarları gereği engel olmaktan başka
seçenekleri yoktur. İlk işaretini Gezi sürecinde elde edilmiş bir ‘muhatabı’
kaybetmemek için yapılan tercihlerden anlayabiliriz.
Çözüm eğer bağımsız bir devlet kurmak ve ayrışma değilse, o
zaman koşullara uygun şekilde ortak bir yol bulanmalı ve artık akan kanın
durması zorunludur.
Katliamlar, cinayetler bu hakların kaderi değildir…
Barış hemen diyorsak, öncelikle silah ile güçlerin güç
gösterisinden vazgeçmesi, namluların ucundan silah değil çiçek çıkmalıdır.
Yaşanan tüm geçmiş ile yeniden yüzleşilmeli ve işlenen cinayetlerin faillerinin
üstü örtülmemelidir. Bir arada yaşamanın gerekliği olan düzenlemeler yapılmalı
ve ulus devletten olmaktan çıkarak çok kültürlü bir devlete eğilirken, kapalı
kapılar arkasında yapılan pazarlıkların ortadan kalkması zorunludur.
Geleceğimiz Ortadoğu ülkesi olmaktan değil, tek doğrunun
hakim olduğu, tek liderlerin yaşandığı, tek dilin, tek dinin, tek mezhebin
çoğunluk olmadığı, azınlıkların hakları korunduğu ve pozitif ayrımcılık ile
güvence alındığı çağdaş olmasını arzuluyorsak öncelikle bunun önünde yer alan
ulus devlet anlayışını yıkmak, bir arada yaşamın koşullarını geliştirmek
zorundayız.
Ne yazık ki bugün ki karanlık ortamda bunları söylemek bile
karanlık içinde kıvılcım olmaya yetmiyor. Karanlık ortamın yarattığı kaos ve
kriz ortamında ülkemiz geleceği hakkında bizlerin söz söylemesi dışında müdahil
olabilmemiz için örgütlenerek artık iç dinamikler ile bu karanlığı parçalayabileceğimiz
söylemek isterdim. Ben olma olasılığı olan bir durumu erkenden tartışmaya
açarak, 12 Eylül’de çamurlu bir zemine düşen sol güçlerin bir an önce
toparlanmasını ve yeniden ayağa kalmasını arzuluyorum. Çünkü lobi faaliyeti
içine girecek Kürt güçlerin solu hepten daha derin kuyuya iteklemesi
kaçınılmazdır. Onların iradesi dışında gelişme olasılığı yüksek olan bir
durumdur.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.