Perdeler kapanırken…
Tiyatro yaşamın üç boyutlu olarak sahnede canlandırmasıdır,
üç duvar vardır sahnede ve duvar olması gereken yerde ise seyirci vardır.
Oyuncular için bu olmayan duvar arkası dönülmemesi gereken yerdir, çünkü orada
seyircisine duygusunu mimikler ile aktarırken yüzünün ve vücudunun oynadığı
rolün içinde birer araç olarak kullanır. Yaşamın bir aynasıdır ve
yansımasını sahnede görür. Üstün Akmen “Ayna... İnsanın aynasıdır. İnsanı,
insana anlatan bir sanat dalıdır.” der tiyatronun işlevi üzerine sorulan bir
soru karşısında.
Tiyatro çok karmaşık ilişkilerin iç içe geçtiği ve her türlü
aracın sahne üzerinde ve arkasında kullanıldığı ve değişik tekniklerin iç içe
geçmiş halde seyircisine sunabilen bir sanat daldır ve o sunumların hepsi canlıdır
ve hata yapmaya veya mükemmele ulaşmaya çabadır her sahnenin ışığı yandığında.
İşte bu tatlı telaşın bir de ayrılmaz parçası vardır ki, ona eleştirmen denir.
Tiyatro eleştirmeni olmadan daha güzele ve daha mükemmele doğru adım atamaz,
eleştiri alkıştır ama tek alkış yeterli değildir, çünkü sahne üzerine
yaşananları bir bütünden bakıp, öznel durumlarına kadar ince ayrıntısına kadar
inceleyen gözler gereklidir. Dramaturgisinden, oyuncuların o sahnede ki
performanslarına kadar. Sahne dekorundan, sahne ışığına… bir yönetmenin bütünü
yakalayan gözü gibi eleştirmen de yönetmenin göremediği noktalara dikkate
çekerek daha keyifli, seyri daha güzel oyunun sahnede hayat bulmasına katkı
sunar. Aynı zamanda izleyicileri de eleştirmenler ister istemez yönlendirir, oyunun
daha fazla sahnede kalmasına katkı sunar.
Sanat eleştir, eleştirdiği içinde toplumun idarecileri
tarafından kontrol edilmesi bir güç görülür ve sanatın her daim iyiliği
düşünürler. İdarecinin iyiliği her zaman daha fazla sansür ve daha fazla
kontroldür. Sanat bu baskı koşulları altında kendi dili ile sansürü parçalar ve
istediğini dolaylı da olsa mutlaka söyler ama sanatçıların geçim kaygısı bu
söylemlerin yerini balon ve anlık tepkilere bırakır ki bu sanatın suçu değil
sanatçının tercihidir. Eleştiri yerine kapı kulu olmayı seçen, eleştirmek
yerine övmeyi seçen sanatçılar yaşarken güzel yaşarlar ama sanat alanından
ayrıldıkları an, üretimleri durduğu an kimse o kişileri anımsamaz. Binlerce
yıldır ülkemiz topraklarında yaşayan tiyatro sahnelerinden binlerce oyuncu /
yazar geçmiştir ama bugün dahi anımsananlar ancak sanatın işlevine uygun
eleştirel olarak dünyaya bakan sanatçılar kalmıştır. Sarayın soytarısını kimse
anımsamaz ama soytarılar sanatçılara göre daha varlıklı ve göreceli olarak daha
güzel yaşamışlardır.
Üstün Akmen eleştirmendir ve hakkını veren yazarlardandır.
Eleştirdiği oyunu ve oyuncuları kırmadan kıvamında Köy Enstitüleri mezunu
öğretmenler gibi bilgece ceza vermektedir. Sahneye hakimdir, sahnede hareket
eden etmeyen her şeye karşı dikkatli bakar. Eleştirmenlik yorucu bir iştir ama
bu yorucu işi yaparken dahi bundan büyük keyif alan ve tiyatronun daha da ileri
gitmesi için çaba sarf eden ideal biridir. Tiyatroda oyuncu oyununu oynar,
bazen doğaçlama yapar ama hakkını vermeye çalışır. Işıkçı oyuncuyu izler ve yönetmenin
tercihine göre ışık yaparken üç boyutlu sahnede gölgeler ile sahneyi daha da
büyütür. Ses teknisyeni yan sesleri öyle anda verir ki sahnenin tepesinden bir
martı bize bakıyor hissedersiniz, ses sahneyi daha da büyülerken, ışık ile
dansa durur. Sahne üzerinde hareket eden oyuncuya kostüm eşlik eder, kostüm
öyle bir şekilde olmalıdır ki oyuncunun daha rahat hareket etmesini sağlarken
oyunun ruhuna ve zamanına seyirciyi taşımalıdır. Ve dekor! İşte bu dekor
eleştirmenlerin gözüne ilk vuran uyarıcılardır, öyle bir dekor yaratılmalıdır
ki seyirci oyunun içine dahil olsun ve sahnede görünmeyen duvar tamamı ile
ortadan kalkarak salon bir sahne olsun… Bütün bunları bir yönetmen yardımcıları
ile birlikte düşünürken, bir de eleştirmen düşünmek ve bütünü görmek
zorundadır. Üstün Akmen bütün bunları ince ayrıntısına göre görür ve yazar.
Perdeler kapanırken Üstün Akmen ve diğer eleştirmenler için perde kağıt üzerine
kelimeler döküldükten sonra kapanır.
Türkiye’ye geldiğim günden sonra medya alanında değişik işlerde
çalıştım. En çok keyif aldığım alan ise cadde gazetesi çıkarırken tiyatro
eleştirmenliğidir. Eğitimim sinemadır ama benim işgüzarlığım yüzünden bir çok
alanda kendimi geliştirdim. İşte beni bu işgüzarlık ve yaşamın tüm parçalarını
sahneye taşıyan tiyatroya itti. Tiyatroya teknik bir yönetmen gibi bakmadım,
bir oyun yazarı olarak kurgulayarak izlerken yeniden kafamda yorumlamadım,
çünkü benim önümde Üstün Akmen gibi bir usta vardı ve onun eleştiri yazılarını
okuyarak ve onun baktığı doğru noktayı tespit ederek sahneye nereden bakmam
gerektiğini bilerek baktım. Eleştiri yazılarımı bir öykü anlatıcısı ya da bizim
geleneğimizde olan masal anlatıcısı gibi oyunu yorumlayarak kendime özgü bir
dile doğru eğrilirken ustamdan feyz almaya özen gösterdim.
Üstün Akmen, aramızda konuşurken ben ona Üstün Abi, ustam,
üstadım derdim.
Üstün abi benim için önemli biriydi, sürekli yazı gönderir,
düşüncesini paylaşır, bende kısa yanıtlar yazar ve sessizce anlaşırdık. Tiyatro
gösterilerinde fuayelerde sohbet eder, tiyatroya başka açılardan bakar ve
görüşlerimizi yazıya dökerdik. Her izlediğim oyun hakkında acaba derdim Üstün
abi ne demiş... çünkü o benim gözümde duayen bir tiyatro eleştirmenidir.
Eleştirmenler Birliğinin başındadır. Bir kalp krizi sonucu aniden aramızdan ayrıldı,
boşluğunu kimse dolduramaz ama tiyatro perde diyecek ve birileri izleyip
eleştirecek…
Üstün Akmen’in eleştirel bakış açısı salonda ve gazete
sayfalarında gölgesi hep olacak..
Huzur içinde uyu, seçimde oy kullanamadan gittin ama
tercihini biliyordum. Umarım o tercihin hayatta karşılığını bulur, son yazında
dediğin gibi ‘mavilikler barışın simgesi’ olacak...
İsmail Cem Özkan
31. 10. 2015- İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.