Hibrit savaş!
Yaşadığımız savaşa hibrit savaşlar deniyormuş... Hibrit
savaşlarda en çok tekrarlanan cümle hiç bir şey eskisi gibi olmayacak! Ama her
zaman hep eskisi gibi akmaya devam ediyor... Değişen tek şey kan gölü kan
denizi oldu.
Peki, son günlerde sık tekrarlanan ‘Hibrit’ ne demektir. Bu
konuda aslında belirli bir görüş ortaya çıkmış, niyet değil, somut veriler ile
bunu tanımlamışlar bile. Bizim bu tanımdan uzak tutulmamız ise algılarımız ile
oynanırken olmuş. Evet, içinde yaşadığımız bir savaşın adını koyanlar, elbette
senaryoyu ve senaryoya uygun olarak karakterleri ve o karakterlere nefes
verecek taraftarları da seçmiş.
Tek suçları belirli coğrafyada ve belirli bir kültürün
içinde doğmuş olan insanlar, gelecek beklentisini dahi yaratamadan birileri
adına kendi vücudunu bombaya çevirip kalabalığın içinde patlatması. Peki bu
eğitimden geçmiş nesil nasıl oldu da bu oyunun içinde bir figüre dönüştü ve kim
için, hangi amaç ve nasıl bir düzen için kendisini havaya uçurdu ve neden
belirli yerlerdeki kalabalık içinde buna hayat verdi.
Savaşlarda önemli olan nedenler değil sonuçlardır,
sonuçlardan kimler kazançlı çıkıyor ve kimlerin çıkarlarına hizmet ettiğine
bakmak gereklidir, çünkü hibrit savaşlarında neden yaratmak çok basit ama
sonucundan yararlanmak o kadar basit bir analizi ile ortaya çıkarmıyor.
Karmaşık ilişkilerin olmasının en önemli sebebi taşeron olarak başkalarının
kullanılması. Taşeron katiller ise kime hizmet ettiğine bakmadan, güdülenmiş
bir şekilde kendisini canlı bombaya dönüştürüp patlatması. O patlama sonucunda
hiç alakası olmayan birilerin de bu işten karşı çıktığını görebiliyoruz. Yani
parayı veren kim, kim bu işten faydalandı bölümü net bir sonuç çıkarmamızda
görümü fluğlaştırmış olsa da sonuçta para ve yayılma isterisi ile hareket eden
sınıf ve ülkeler bellidir. Taşeron işlerde ana parayı veren, işi yapan ülkeler
ve kurumlar maddi olarak kazançlı çıkmakta, kaybeden bu işin emeğinde olan
bireylerdir.
Hibrit savaşların en karakteristik özelliklerinden biri
vekalet savaşlarıdır. Yani görünürde ortada bir devlet yok ama onun adına
birileri çatışıyor... Kısaca bu tanıma göre yukarıda da açıkladığım gibi
taşeronlara iş yaptırmaktır. Çalışma dünyamıza giren taşeron işçilik olayı
toplumsal olaylarda ve toplumun yönlendirmesinde de araç ve yöntem olarak
kullanılmakta ve isim değişikliği yapılarak görünür çıplaklığa kıyafet
giydirilmektedir. Parayı veren hiçbir riske girmeden, en verimli şekilde
başkasının emeğinin üzerinden daha fazla artı değeri kendi kasasına
aktarmasıdır. Burada sanki işçi ve o işçiyi pazarlayan firma / kurum karlı
çıkıyor gibi gözükse de sonuçta bu ilişki içinde esas kazançlı çıkan en sonunda
taşeron işçiden yararlanan firmadır, çünkü uzun vadeli olarak iş yerinde işçi
istihdam etmeyerek hem işçinin sendikal örgütlenmesini hem de onun özlük
hakları ile uğraşmamış oluyor. Örgütsüz bir sınıf, var olan kapitalist sistemi
yıkamaz, yerine başka bir şeyi ikame edemez yaşadığımız son kırk yıl içinde
kapitalist sistem yıkılmış, onun en önemli aracı devlet darmadağınık olmuş ama
onun bu kriz ve kaos ortamını iyi değerlendirebilecek gerçek anlamda sınıf
partisi ve örgütlülüğü olmadığı için devrim koşullarını kapitalistler taşeron
yapılar ile kendisini rehabilite etmeye savaş ile krizden çıkmaya
çalışmaktadır. Kapitalist sistem ortaya çıktığı günden bu yana ilk defa bu
kadar evrensel anlamda kriz yaşamakta ve evrensel kuralları henüz tam
oluşturamadan ulus devletin yaratmış olduğu engelleri ortadan kaldırmaya el
yordamı ile çalışmaktadır. Ulus devletten gelen engeller ve çelişkiler bugün yaşanan
savaşların da nedenleri arasında yerini almaktadır. Ulus devleti parçalanmakta
ve ulus devlet içinde yaratılmış olan pazar ve sermaye birikimi yapan katmanlar
dağılmakta ve yeniden oluşturulmaktadır. Pazar aynı coğrafyada ama ürünler
artık başka yerlerde başkalarına üretilmekte (taşeron) başkalarının lisansları
ile kendi malın gibi piyasa sürmektedir. Montaj sanayi, ulus devletleri
birbirine mecbur bırakarak arada kopması olasılığı olan ülkenin o olasılığını
da ortadan kaldıracak ilişkiler ağı içinde tutmaktadır. Kapitalist sistem ulus
devletlerin iktidarlarına yeni roller vermiş ve kendi çıkarını korumak ve
paranın yirmi dört saat rahat hareket edebileceği borsa
yapılanmasını sağlamıştır. Fakat, bu yapılanma da açıklar çok büyük ve üretim
olmadan üretim yapıyormuş gibi rakamlar ortada dolanmakta ve sanal yaratılan
sermaye borsalar arasında rakam olarak hareket etmektedir. Gerçekten olmayan
maddi karşılığı olmayan para toplumları değiştirmekte ve kriz ortamına sokup
çıkarmaktadır. Ve bunu kontrol edebilecek şimdilik uluslar arası hukuk
kuralları yoktur ama fiiliyatta yaşam alanındadır.
Hibrit savaşların diğer özelliği de, barış ve savaş
dönemlerinin bulanıklaşmasıdır. Öte yandan, hibrit savaşlarda kazanç ve
kayıplarda farklı görüş ortaya çıkıyor. Son kırk yıl bizim ülkemizde adı
konulmamış savaş yaşanmaktadır, ne zaman çatışmazlık ortamı yaratıldığını ve
zaman açık savaş koşullarının yaşadığı olağan üst hal durumunda olduğumuzun
kesin çizgisini kimse ortaya süremez. Irak işgali ve sonrası yaşanan durum da
daha açık ve nettir. Kürdistan’ında içinde yer aldığı ülke üçe parçalanmış ve
fiiliyatta parçalanan üç coğrafyada ne zaman barış süreci yaşandığı ve hangi
durumda açık sıcak savaş olduğu ve savaşan örgütlerin yapısal konumlarının
sürekli değişim gösterdiği ve ittifak ilişkilerin çöl toprağında olduğu gibi
kaygan olduğunu görebiliriz. Örneğin IŞİD ortaya çıkaran koşullar ve
destekleyen yapıların karışıklı bu savaş tanımı içinde yer alan bulanıklığı
daha net olarak ortaya sermektedir. IŞİD ortaya çıkması ve kısa sürede büyük
bir coğrafyada etkili olmasının net fotoğrafı olay yaşandığı için net değildir
ama yaşanmakta olayların sonuçlara bakarak ilişkileri çözebiliriz. IŞİD
kuruluşunda yer aldığını tahmin ettiğimiz ülkeler ve kurumları kısaca gözden
geçirdiğimizde Suriye iç savaşında açıkça tavır alanların olduğunu ve sonuç
itibarı ile uluslararası ilişkilerden en fazla maddi kazanç sağlayanlar olarak
el yordamı ile hissedebiliriz. Suriye iç savaşından kazançlı çıkmak için sefer
düzenleyenlere maddi destek veren ülkeler kategorisinde Türkiye, Suudi
Arabistan, Katar ilk anda gözüme çarpanlardır. Ama ırak içinde yapılanan ve
devletleşme yolunda adım atan Kürdistan özel yönetiminin de bu yapıdan büyük
ölçüde yararlandığını görebilmekteyiz. IŞİD tehdidine karşı İran dahil olmak
üzere bir çok ülkeden silah ve askeri destek almış bir özel yönetim vardır ve
fiilen artık orası bir devlettir. Kürdistan Ezidilerin yaşadığı bölge saldırısı
dışında gerçek anlamda bir saldırı ile karşı karşıya kalmamış, sınır çizgisi
içinde kontrollü bir çatışmazlık ve çatışmamazlık halini korumuştur. IŞİD’in
oluşumundan en çok yararlananlar arasında Irak- Kürdistan olduğu gerçeği ile
karşı karşıyayız. Hem IŞİD karşısında yer almakta (geçmişte Halepçe Katliamını
yapan Sünni Saddam Hüseyin (Baas Partisi) tabanı üzerinde kurulan
IŞİD!) hem de sonuç itibarı ile en fazla yararlanan ve devletleşme yolunda
somut adım atan kurum olmuştur. Petrol satışı, Türkiye ile çatışmazlık halinde
olduğu iller üzerinde hakimiyetin artık fiilen değil somut hale geldiği ve
kuzey komşusu ile sıcak ilişkiler olmasını sağlamıştır.
Hibrit savaşlarda, psikolojik yöntemin daha yoğun
kullanılıyor... Kalabalık ortamda patlayan her bomba sonuçta korkuyu büyütmekte
ve korkunun yaratmış olduğu yeni savunma ilişkilerini ortaya çıkarmaktadır.
Paris saldırısı tam bu yönteme uygun olarak ve zamanlaması mükemmel seçilmiş
bir patlamadır. Avrupa’ya doğru mülteci akımının olduğu bir anda Paris katliamı
bu yöntemin kimler tarafından ve hangi amaçlar için kullanıldığının en somut
örneğidir. Paris saldırısından kimler kazançlı çıkmıştır diye sorduğumuzda
vereceğiniz her yanıt psikolojik yöntemin ne kadar başarılı bir şekilde
kullanıldığı gerçeği ile karşılaşırsınız. Ortadoğu’da savaşı besleyenler ve
silah satışı ile ülke içinde yaşadıkları krizi aşmak için maddi açıdan
yorumlayanlar bu katliamdan kazançlı çıkarken, dışarıdan gelen mülteci akımına
karşı kendi ülke içinde karşı bir duygusal duvar örmüşlerdir. Kendilerini
saldırı altında hissedenler, işlerini kaybedecek korkusu yaşayanlar, hayat
kalitesinin düştüğünü hisseden orta sınıf artık bu savaşın birer taraftarı
olmuştur. Savaşı kendi ülkelerinde istemiyorlar ama başka yerlerde katliamlara
alkış tutacak konuma gelmişlerdir. Savaştan beslenenler psikolojik yöntemden
olabildiğince faydalanmaya devam ediyor, Ankara katliamı bunun en çıplak
örneğidir. Suriye iç savaşında taraf olanlar iktidarını korumuş ve güçlenerek
çıkmıştır.
Hibrit savaşlarda biyolojik/ kimyasal silah yaygın olarak
kullanılmaktadır... Suriye ve Irak’ta savaşan ama dünyanın her tarafında
kendisine biat eden taraftar bulan IŞİD orantısız ve kontrolsüz büyümesi ile
savaş aletlerine ve çeşitliliğine ihtiyaç duymakta ve onun için savaşın olmazsa
olmaz olan biyolojik ve kimyasal silahları kullanmaktan çekinmemektedir. Savaş
suçunu araştıran kurumlar bu silahların zaman zaman kullanıldığını rapor
etmekteler. Peki bu teknolojiye sahip olan ülkeler / firmalar kimlerdir, IŞİD
kendisi bu teknolojiye sahip olmadığına göre kimlerden ve hangi maddi güç ile
ele geçirmekte kullanmaktadır. Bu sorunun yanıtı da savaşan tarafların aslında
bir biri ile sıkı bir ticari ilişkisi içinde olduğu gerçeği ile bizi karşı
karşıya bırakır. Savaşanlar ortak firmalar ile bir birine teknolojik silah
transferi yapmaktadır. Bir laboratuvar alanı kullanan
silah sanayisi bir çok yeni ürününü bu çatışma alanında kullanarak dünya piyasasına
ürününü sunmakta ve satmaktadır. İki dev ilaç sanayisinin tek açtı altında
toplanmasına giden sonuç yaşanan bu hibrit savaşın sonucunda olduğu gerçeğini
şimdilik kamuoyundan saklamaktadırlar, silah sanayisi ve ilaç sanayisi iç
içedir. Biyolojik ve kimyasal silahlar bu ilaç firmaları içinde üretilmekte ve
satılmaktadır.
Yaşadığımız sürecin adı konulmuştur, bizler bu savaşta birer
figür olarak yerimizi almış ve bize verilen ve bizim da haberimiz olmadığı rolü
oynamaya devam ediyoruz. Bu hibrit savaşı sonucunda kapitalist sistem
alternatifsiz olarak kendisini yeniden yapılandırmakta ve hatta bu savaşın
sonucunda ihtiyaç duyduğu uluslar arası yasaları ve bu yasaları uygulamasını
kontrol edecek yapılar kurarak çıkabilir. İslam devletleri ve İslam örgütleri
sıcak savaşın alanıdır ve bu alan içinde radikalleştirilen İslam kendisinin
yapamadığı reformu yapmaya zorlanmakta ve onun önüne alternatifsiz tek bir yol
konulmaktadır. Hibrit savaşları elbette sınırları ortadan kaldırıp yeniden
sınırları ortaya çıkaracak ve 3. Dünya savaşı denilen kavramı yaşadığımızın
farkına varmadan yaşamış ve sonucuna ulaşmış olarak çıkacağımızı ileride batılı
tarihçiler bize not olarak verecektir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.