Estel Midyat arası barış konuşulmaz, yaşanır!
“Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki”
Ahmed Arif
Bir zamanlar iki ayrı yerleşim yeri, ikisi arasında yaşanan
rekabet ve bu rekabetin yaratmış olduğu birlik ve barış ortamı. Her ne kadar
farklı olduklarını söylemiş olsalar da, çalınan bir Rebab (Kemençeye benzeyen
üç telli çalgı) etrafında buluşup ortak halaya durdukları, o rebab çalarken
rebaba ses verenlerin değişik dillerden o bölgeye özgü destanların
dillendirildiğine dışarıdan bakan biri olsaydı şahitlik ederdi. Üç dilden
söylenir türküler, üç dil ile eğlenilir, üç dil ile ağıt yakılır, üç dil ve
dinden insanlar buluştuğu meydanda acısını da, sevincini de ortak yaşar.
Devletin hakim olduğu dil uzun zaman orada hakim olamadı ama zaman içinde
devletin dili kelime kelime olarak girdi, kültürler arasında yaşanan sorunlarda
çözüm amaçlı kullanılan cümlelere dönüştü.
Devletin dili resmi kurumlarda sorunları çözmek için
öğrenilmesi gereken zorunlu dil oldu… Bölgeye yapılan okullarda çok dilli, çok
dinli, çok kültürlü olan yerde devletin tek dili, tek dini, tek mezhebi, tek
kültürü öğretildi, o devlet erki karşısında biat etmeleri beklendi. Tıpkı
Osmanlı padişahı Abdülhamit Hristiyan azınlığın üzerine baskı kurmak amaçlı
yarattığı Hamdiye Alayları ile o bölgede barış içinde birlikte yaşayanların
arasına nifak sokması gibi.
Barış bozuldu, Hristiyan güzel kızlar kaçırıldı, atalarının
eşlinde topraklara el konuldu, kiliseler ve kutsal mekanlar yok edildi,
binlerce yıldır oralarda yer alan mezarlar yok edildi, taşlarda yer alan
resimler parçalandı… Hristiyan, Ezidi kadınlarını Kürt Müslümanlar dağa
kaldırdı, evine cariye olarak aldı. İsa'nın konuştuğu dil esaret altında
yaşadı, yok edilmeye çalışıldı, bütün yangın yerinden kurtulmayı başaranlar yeniden
yeniden yaşamaya ve külleri içinde yeni filizler vermeye devam ettiler.
Elbette tüm Kürtler saldırmadı, bazı Kürtler ise
Hristiyanlar ile saldırganlara karşı aynı mevzide yer aldı, vermedi komşusunu
katile…
Estel ve Midyat bir dayanışma ile ayakta kalan ender
yerlerden biri. Mezopotamya topraklarının renkli yerleşim birimlerinden bir
tanesi. İnsanlık orada kendi dili ve kültürü ile rebap eşliğinde halaya durmaya
devam etti.
Çok kültürlü bir ilçe, ilçenin iki yakası arasında ki 3
kimlik yol barışın, dostluğun yanında o bölgede konuşulan her dilden söylenen
şarkıların, halayların da harmanlaştığı, kirvelik makamı ile bir biri ile
akraba olan ama asla bir biri ile evlenmeyen kültürlerin kardeşliği yoludur.
Üç dil, üç din bir ilçe ve iki mahalle. Bu topraklarda doğan
her çocuk üç dil bilir, üç dinin geleneklerini bilir, bir birlerini olduğu gibi
kabul etmiş ve binlerce yıl bir arada yaşamışlar.
12 Eylül sonrası yaşanan siyasi atmosfer ile bu birlik
bozulmuş, Süryanilerin, Ezidilerin önemli bir bölümü doğdukları toprakları terk
etmişler ve ilçe fakirleşmiş. Bir dil, bir din kaybolurken dokusunun
değiştiğini, çöle dönüştüklerini orada yaşayanlar ve geride kalanlar Eskiden
yaşanan hoşgörü bugün yok demekteler, yüzlerinde olan acıyı gizlemeye
çalışırken. Eskiye yönelik özlem anıların dillendirildiğinde ortaya serilmekte…
Ülkenin tarihi çizgisinde önemli bir kırılma olmadan ülkenin ne acısı tam
anlaşılır ve de yorumlanır.
12 Eylül bu kırılmanın önemli bir ayağıdır.
Ülkede var olan devlet hakimiyetinin kağıt üzerinden
kalkması ve pratikte uygulamaya sokulması anlamındadır. Tek dil, tek dil, tek
din, tek kültür anlayışına uygun olarak var olan tüm renkler, diller, kültürler
yasaklanmış, kullananlar ve savunanlar ise eziyete tabi kalmışlar. Çocukları
cezaevinde olanlar bile çocukları ile anadilleri ile görüşememiş, gözleri ile
acıları paylaşmışlar. O acıların yaratmış olduğu atmosfer içinde bu ülkeyi terk
etmiş, sürgüne gitmiş, bir bölümü de korku ile bir yolunu bulmuş işçi olarak,
damat, gelin olarak çekip gitmiş bereketli topraklardan. Toprağının her
gözeneğinden bereket çıkan bu topraklar çöle dönüşmüş, taşlar ile yapılan
binalar, göz nuru kapılar, el işlemeciliği ile ince ince dokunan kiliseler,
evler yalnızlığa terk edilmiş, doğanın acımasız gücü karşısında topraklar ile
buluşmasına sebep olmuş. Bugün dahi oralara giderseniz yıkılmış, toprağa
karışmış bir ince işçilik ile karşılaşabilirsiniz. Toprak bereketin üzerini
örtmüş, çöl kumu güzellikleri yok etmiş. Havada yine aynı kuşlar aynı
rotalarından gelip geçerken, toprakta var olan renklilik yok olmuş… Dereler
kurumuş, taşlar sökülmüş, mezar taşları artık parçalanmış olarak boş bir arazide
durur olmuş. Bölgeye özgü üzüm şerbetinin kokusu kalmış, taslar boş kalmış.
Dolu olanlarda eskisi gibi neşe ve heyecan vermez olmuş.
Bu bölgeye özgü aşiretlerin yapısı da yöreye uygundur. Aynı
aşiretten köylerin biri Kürt, diğeri Arap, bir ötesi, Ezidi, diğeri Süryani
olmasına rağmen hepsi bir aşiretin adı ile anılırmış. Bugünde varlıklarını
koruyanlar varmış ama eskisi gibi birlik ve bütünlük içinde değil, tıpkı yöreye
özgü el işçiliği süs eşyalarını yapan ustaların eskimiş bir fotoğrafta gösterilen
anıya dönmesi gibi…
12 Eylül’ün yaratmış olduğu çöl fırtınası sonrası “çözüm
süreci” adı verilen ama şimdilerde rafa kalkan süreç içinde eskisi gibi
küllerinden doğan Süryanilerin küçük bir bölümü dönmüş, eski kiliseleri yeniden
dönenlere verilmiş ama ne eski neşe var, ne de eskisi gibi güven!
Güven sarsılmış, terk edilen köylere muhacirler gelmiş
yerleşmiş, yeşil bağlar olmuş birer çalılık! Şarabın günah olduğu yerde kokulu
üzüm mü olurmuş, olmazmış işte. Var olan birkaç kilise için üretilen üzüm dışında
bağlar eski rengini ve kokusunu topraktan almaz olmuş. İnsan dokusu gibi üzümün
de dokusu değişmiş…
Bundan kırk yıl önce Türkçe ilkokula başlayınca öğrenilen,
diğer diller ise yaşanarak öğrenildiği bir yerleşim birimiymiş. Her yerleşim
biriminin kendisine özgü hikayeler, destanları, gelenekleri, görenekleri ve
davranış alışkanlıkları vardır.
Acılar ve yok edilen kültürün neden yok edildiği bir kere
bile sorulmuyor, sorulmuş olsa da orada yaşayanlar elbette gerçekleri olduğu
gibi anlatamazlar, çünkü korku hala hakim, yaşananlar çok eskilerde kalmış bir
şey değildir.
Çok kültürlü, çok dilli, çok dinli ve Mezopotamya’nın göz
nuru olan bu yerleşim yerinde ne kadar çok şey anlatılsa da hep eksik bir
şeyler kalacaktır…
Hangi coğrafyaya giderseniz gidin bir birine benzer çocuk
fotoğrafı çekebilirsiniz, sadece çocukların bulunduğu zemin değişir. Çocuk her
yerde aynı şekilde güler ve kamera karşısında benzer pozlar verir. Çocuklar
bütün kültürleri birleştirir, zaman içinde o kültürler arasında farkı insan
ortaya serer. Çocuktan al haberi derler, evet geleceğin haberi çocuklar taşır
ama büyükler çocukları ciddiye almaz, onların ortaklaşan gülüşünü görmek
istemezler, çünkü dünya zenginliğini paylaşım savaşındalar. Dünyada olan
dünyada kalır der yaşılar ama savaşanlar bunu da duymaz…
"Estel Midyat Arası" Esra Alkan, Uğraş Salman
yaptığı belgeseli izlerken bunları düşündüm. Her eser bir düşünceye açılan
kapıdır, belki birden fazla kapı aralar ama onu ancak zaman içinde farkına
varırız. Belgeselde emeği geçenlere ne denir, ellerinize sağlık!
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.