Galata Gazete


24 Mayıs 2016 Salı

Tanımıyorum….

Tanımıyorum….

Savaşın rüzgarı henüz garp cephesine vurmadı ama garp diyarında yaşananlar şark cephesinde yaşananların üstünü örtmek üzerine kurgulanmış gibi. Her şey günlük gülistanlık, her şeyin doğal akışında olduğu izlenimi verilirken ülke baştan aşağıya ortaçağ karanlığına gömülmektedir.
Ortaçağ insanlığa zulüm, acı ve savaştan başka şey vermemiştir. Karanlıkların hakim olduğu dönemlerde; din ve din ile geçimini sağlayanların sözlerinin emir olarak kabul edildiği zamanı işaret eder… O dönemde ne bilim, ne teknoloji, ne de insanlık bir adım ötesine adım atamamıştır. Canice öldürmek ve talan kültürünün hakim olduğu dönemde dünyanın hala düz, keşfedilmemiş kıtaların olduğunu bugünden bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Ortaçağ karanlığında en büyük kral bile domatesin tadını alamamış, patatesin nasıl bir şey olduğunu hayal bile edememiştir.
Karanlığı yenen ileriye doğru atılmış cesaret ile bir adımdır. O ilk adımdan sonra insanlık yeniden karanlığa doğru adım atmaz diye düşünürüz, çünkü karanlık ölüm demektir. Ne yazık ki ülkemiz ‘orient’ geleneği ve ortaçağ kültürünün yeniden canlandırılması ile Osmanlı marşı gibi iki adım geriye hem de uzun adımlar ile atmaktadır.
Karanlık ölümdür ve yaşadığımız zaman da şark diyarında ölüm şehrin bodrumunda gizlenmektedir. Bodruma sığınmış insanların üstüne alev ile saldırmaktalar. İnsanların cesetleri dna testleri ile tespit edilmesi bile güçlükler ile doludur. Yanmış, küle dönmüş insanlık şarkta günlük yaşamın bir parçası gibi sunulurken, garp illerinde şarktaki savaşın mültecilerinin yaratmış olduğu çelişkilerin içinde doğal, hep yaşanan şeylerin tekrarı gibi algılanmaktadır. Ülke karanlığa Arap harfleri ile hızlı bir şekilde savrulurken, garp diyarının ülkeleri bana gelmeyen mülteci çok yaşasın, bana geleni de paket edip gönderelim derdi ile şarkta alev atan liderin her isteğine olumlu yaklaşıyormuş gibi yapıp, çıkar çatışmasına göre tavizler vermektedir.
Tavizler ile savaşın yaşadığı şark daha fazla yıkılmakta ve TOKİ binaları ile yeniden inşaat edileceği söylenmektedir. Peki, orada yaşayan kültürü TOKİ mi yeniden yaratacak? Orada yok olan kültür ve komşuluk ilişkilerinin güzel evlatları ateş ile yanmışken kim onları ateşin içinden yeniden doğumuna sebep olacak?
Üzerine alev atılan insanların kemikleri ve külleri üzerine toprak serpiliyor... O serpilen topraklardan o güzel insanlar mı yeniden filizlenecek?
Ölüm ekiliyor... Coğrafyanın sınırı yok!
Ölüm ekilen yerde insan da olmaz fidan da!
Ölümün hüküm sürdüğü topraklar çöle dönüşüyor...
Tuz çürüdü…
Tuz toprağın üst katmanına kadar geldi…
Tuzu ekmeğe banıp da yiyen kültür orada yok!    
Şark illerinde ölüm hakim, garp illerinde ise mülteci!
Kim buna dur diyebilir?
Kim bunu engelleyebilir?
Hangi çıkar çatışması bizi aydınlığa savurur?
Hangi ülkenin insanı; “artık ölmek değil, birlikte yaşamak istiyoruz ama eşit koşullarda ve ana dilimizde!” diye bağırabilir. Yaşama hakkı elinden alınmışken…
Kim bu naif duygulara sahip çıkabilir?
Hangi çıkar çatışması bu güzel insanların yaşama hakkını elinden alan karanlığa karşı olur?
Dünya yeniden biçimleniyor... Ülkemizde bu biçimlenen dünyada yerini karanlık bir noktada almış gibi... Bize verilen görev; karanlıkta birkaç gözü doymaz insanın sermaye birikimine yardım edin, sizin kanınızdan, canınızdan ve de etinizden yararlansın! Sesinizi çıkarmayın!.. Hayır, buna hayır diyebilmek kolay ama bu hayırı yaşama geçirmek sanıldığı kadar kolay değil, çünkü el açmaya alışmış bir halk, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” diye ibadet ederken, kapı önünde el açıp, etek öperken daha çok Börklüce Mustafa’nın derisi yüzülüp Selçuk kazasında deve üzerinde sergilenerek gezdirilir… O zamana da fetret devri derlerdi, bugüne hangi isim verecekler ileride? Yaşanırken isim verilmez, yaşanıp anı olduktan sonra hadi o günlere bir isim verelim derler birileri ve uysa da uymasa da bir isim verilir…
Garp cephesinde derisi yüzülmüş insanı görmek için koşan ve festival havasında geziler yapanların olduğu bir memleket… Panayırı, festivali eksik olmaz… Garptan daha fazla batıcı görünümlü, içeriği daha ortaçağ tınıları ile meşgul kapı kullarının oynadığı bir oyun... Ne ölümü durdurmakta ne de gelmekte olan zifiri karanlığı... Tek tek haklar ellimizden alınıyor, tek tek insan olmanın onuru ayaklar altında toprağa karışıyor…
Halklarımız elimizden alınırken, ülkemin halklarından biri ateşler içinde dururken ülke turizmi çok gelişmektedir. Yurt dışına giden turist insanımız ülkemizin ne kadar çağdaş olduğunun resmini onurlu bir şekilde garp insanına gösteriyor… Ekranlarda gördüğünüz ve sizin içinizde yaşayan göçmen (misafir işçiler) o ülkenin insanı değil, onlar azınlık diyerek ülkeyi güllük gülistanlık gösteren bu ülkenin insanı; ölümlere karşı gözünü, çığlıklara karşı kulağını kapatmıştır…
Şark ve garpın ortasında bir kısrak başı gibi duran ve kısrak başını bıçağın keskin tarafına eğmiş bir şekilde “bu da kader ve yaşanması gerekiyorsa yaşayacağım” diyerek kaderinin çizgisine razı bir şekilde duran bu memleket bizim değil!
Tanıyamıyorum, tanıyanı da ben tanımıyorum…
İsmail Cem Özkan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.