Cephe gerisi!
Tarihin karanlık dehlizlerinden bize birçok öykü sesini
duyurmaya çalışır ama kulaklarımız kapalı, gözlerimiz görmezdir, çünkü
çıkarlarımız belirler kulaklarımızı ve gözlerimizin açıklığını. Zamanı gelince
deriz hepsini duyar, görürüz ve gerçeği olduğu gibi kabul ederiz, zamanı
gelmeyen şeye her yer kapalıdır. Hayat bize zaten otosansür ile yaşamayı
öğretmiştir, der ki atalarımız “erken öten horoz…” horoz erken ötmemesi
gerektiğini canı ile ödemiştir.
Tarihimizin yakını uzağı fark etmez, her döneminde bize
kapalı birçok gizli olay vardır. Resmi tarihçiler onları görmeyelim diye önlerine
üst üste yığmış birçok öyküyü, geç geçebilirsen o öykülerin arasından bize
saklananı görelim… Saklanan bir şey ne kadar önüne engelle konulsa da kapıları
kilitlense de bir olay olur ve önde birikenler bir bir çekilir ve birden
önümüzde buluruz; araştırmadan, soruşturmadan. Tarihin kırılma noktalarıdır
işte önümüze düşen gerçekler ve bilmediğimiz öyküler.
Yaşadığımız zaman dilimi sistemde bir kırılmayı işaret
ediyor, kırılma elbette sadece bize özgü değil, dünya eksenleri yer yerinden
oynatacak büyüklükte sanki bir deprem olmuş, arkasından gelen tusinami. Her
yerde bir alırım verilmiş, ulus devlet tarihteki yerini alıyor, kayıyor her
şey. Ulus devletin tüm birikimleri ve devlet tanımı yok olurken, onun yerini liberal
ekonominin ürünü olan deregülasyon adı verilen bir uygulama almış. Peki, nedir
deregülasyon? Deregülasyon... "az devlet iyi devlettir" demekmiş…
Devletin geleneksel rolünün en düşük seviyeye indirilmesi, devletin yaptığı
işleri şirketlerin yapması anlamında kullanılırmış... Kısaca devletin eski
işlevini özel firmalar yapması… Sağlık, eğitim, güvenlik, ulaşım… Kamu yararına
en üst standardın yerini daha fazla kar ve daha fazla şirketlerin kazanması aldı.
Daha fazla kar için şirketlerin yöneticileri “sadık paralı asker” konumuna
geldiler. Bu hırslı yöneticilerin hakim olduğu şirketler daha fazla kar elde
etmek için her türlü yolu denemekten bir sakınca görmediler. Yaşadığımız zaman
dilimi işte bu hırslı insanların yenidünya düzeni içinde hareket edebilecekleri
yeni hukuk kurallarının ulus devleti enkazı üzerine kurma sürecidir.
Bu süreçte ulus devletin ulus yaratma sürecinde işledikleri
suçlar da teker teker gözlerimizin önüne serilmeye başladı, çünkü yıkılan şeyi
savunmasını çökertilmesi gerekliydi… Geçmiş ile hesaplaşma yerini geçmişi
dikizleme süreci diyebileceğim bir aşamadayız… Hesaplaşmak demek o ortamı
yaratan sistem ile de hesaplaşmak anlamına gelir… Sistemin efendileri buna izin
veremezdi, göreceli özgürlük içinde ulus devlet yıkılana kadar dikizleyin
geçmişi dediler. Gündeme getirin ama hesap sormayın!
Cephe gerisi dediler, dünyadan haberi olmayan bir köyde
yaşayan Ermeniyi geldiler, aldılar, askerler arasında yola çıkardılar… Sabahın
ayazında yola çıkartanlar ancak taşıyabilecekleri kadar eşyalarını yanlarına
almalarına izin verdiler. Onlar artık yaşadıkları topraklardan, köklerinden
koparılan birer çınardılar. Çevrelerinde onları yağmalamayı bekleyen gözleri
aç, zenginliklerini kıskananlar vardı. Fırsat
kollarlar… Askerler ülkenin geleceği için erkek çocukların bir bölümünü asker
ocağı için devşirmeye almışlar, kız çocuklarını ise gelin diye evlerinde
alıkoymuşlar. Sabahın ayazında yollara çıkarılan kafiledeki insanların yıllarca
biriktirdikleri ne varsa, göz nuru taş işçiliği evleri artık boştu, atalarının
mezarlarını bir daha görmeyecekleri diyarlara gitmek için bir kararname ile yola
çıkarıldılar... Cephe gerisi dediler, cephede ki oğlunu Çanakkale’den alıp Suriye
çöllerine getirdiler... Ermeni acıyı yaşadı, yıllar geçti, unutuldu dendi,
toprağı eştiler Ermeni’nin taş işçiliği evleri çıktı yeryüzüne... Mezarları
hala define avcıları tarafından eşilir... Onların gölgesi kaldı şehirlerin
sokaklarında, sarayların taş işçiliğinde emekleri. Hala anılır mimarlar, hala
söz söylenir ustalardan söz açılınca...
Yıllar geldi geçti, ulus devlet kuruldu, cumhuriyet ilan
edildi, sürülenler sürüldükleri yerde kaldı, sınır içinde kalanların önemli bir
bölümü kimliğini sakladı. Unutuldu dendiğinde bir ülkenin meclisinde
unutulamadığı ilan edildi. Unutulmayanın üzerine ulus devlet kendi hikayesini
serdi gerçekliğin önüne, saklamak istediler, eğittiler çocukları ama devlet
yeniden biçimlenirken, dünya yeniden şekil alırken kaçınılmaz olarak
karşılaştırmalı tarih gözler önüne serildi. Saklanan ve yok sayılanlar artık
bizim realitemizdi. Kabul ettik ama gerek olduğunda yok sayacağımız bir
realite! Dikizlenen gerçeklik ancak bu kadar izin verir.
Şimdi başka bir savaş kapımızı çalıyor, Ermenilerin yerini
başka bir halk almış, sorun olarak mecliste durur. Meclis dışında Dolmabahçe
Sarayı’nda kurulan ‘mutabakat’ masası devrilir. Ülkede bir halk başka savaşın
cephe gerisi olur. ‘Tarih tekerrürden ibarettir’ diyenler geçmişten ders almak
yerine daha fazla baskı ile toprağa dökülen kan ile sorunların yok olacağını
düşünür. Çünkü tarihi güçlü olanlar yazar ve onların doğruları ve gerçekleri ‘evrensel
gerçek’ olarak kabul görür gerçeği bilinçaltında yatar. Fakat dünyanın kırılma
noktasında bu öngörünün ne kadar doğru olduğunu ya da olmadığını yaşanan
süreçte görmekteyiz. Esas doğru ulus devleti içinde astığı astık, kestiği
kestik olanların evrensel çıkarlar içinde o kadar önemli olmadığını çıkar
çatışmasında görmekteyiz.
‘Bir daha asla’ demek için Ermeni tehciri ile yüzleşmek
gerekliydi ama yüzleşilemediği için yeniden başka bir olası tehcir ile yüz
yüzeyiz... ‘Hendek’ diyerek yok edilen
ilçeler, kasabalar, mahalleler…
Ülkemizde örneğin Lice yokmuş gibi yaklaşılıyor, ABD’nin
görmediğini neden bizler de görmemezlikten geliyoruz? Lice ile Halep arasında
yıkıntı anlamında ne fark var? Lice’de devlet hastanesi, okul, cami yıkılmadı
mı, bombalanmadı mı? Lice’de çarşısı yok edilmedi mi?
Liceliler kaçtıkları yerlere döndüler; ne sokakları vardı ne
de evleri... Bütün anıları, birikimleri, geçmişleri ile birlikte gelecekleri
yok olmuştu... Lice bu ülkenin içinde görünmeyen yerde değil, gözümüzün önünde
ve Lice yok! Çünkü “hendek” dediler yıktılar, “hendek” dediler bodrum katta
mahsur kalanların hiç biri gökyüzünü görmeden toprağa düştüler. “Hendek”
dediler sokaklar yok oldu... Lice, Halep mi? orada yaşananları ABD görmedi,
anlaşılır çıkarına uygun gelmiyor, peki senin ne çıkarın var da görmüyorsun?
Sadece Lice değil elbette her birinin fotoğrafı bir şekilde
gözlerimizin içine sokuldu. Yaşadıkları kasabaya atom bombası düşmüşe
dönmüşlerin dönüşleri yok olan çocukluklarıdır...
Bir daha asla, bir daha yaşanmasın ülke içi mültecilik... Yaşanmasın
ölümler... Yaşanmasın ata toprağından koparmalar...
İnsan odaklı bakalım olaylara, çünkü acının ulusu olmaz…
Bugün acı duymadan ekranlar aracılığı ile birçok şeyi
görüyoruz ama idrak edemiyoruz, çünkü her biri sanki sanal gerçeklik gibi...
Yaşananlar ne yazık ki ne sanal ne de yaratılmış gerçeklerdir... Ne olursa
olsun insanlar yaşadıkları yerde mülteci olmasın…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.