Galata Gazete


9 Eylül 2017 Cumartesi

Beklentiler geleceğimizi belirliyor!

Beklentiler geleceğimizi belirliyor!

Beklentiler yaşamın devamını belirler. Beklenti bittiğinde yaşam son bulur...

İnsanların beklentilerine karşı aldığı yanıtlar ve gerçekleşip gerçekleşmediği konular insanın psikolojik yapısını ve dokusunu belirler. Sürekli depresyon içinde yaşayanların beklentilerini çok üst sınırda tuttuğuna şahitlik ederiz...

Her insanın beklentisi vardır ve ne yazık ki insanların beklentileri genelde karşılanmaz ama buna karşı geliştirmiş savunma aracı o insanın ilişkilerinin devamını ya da kesmesini ortaya çıkarır...

Ne yazık ki ilişkiler sürekli değildir ve sürekli olanları ise hoşgörünün sınırlarını ortaya çıkarır. İnsanımızın hoşgörüsü artık yoktur, çünkü beklenti karşılanmamış her zaman birimi öfkeyi büyütür ve zaman içinde sorunun temelini oluşturan neden öfkelendiğini de ortadan kaldırır. Öfkeye birikim sağlayan ortam ortadan kalktığında öfkenin gerçek nedeni de ortadan kalkar. Her öfke bir birikim işidir ve o birikim karşılıksız kalmış beklentilerin ortaya çıkarmış olduğu kriz ve kaos ortamıdır. Bizim kültürümüzde kriz yönetebilme birikimi yoktur, krizi yönetemediğimiz için sürekli değişen çevrenin savrulan bireyleri oluruz. Bize insan olmanın birinci koşulu kriz yönetimi ve kriz koşullarında nasıl davranmış gerektiği verilmiş olsaydı, fakat öyle bir kültürün ürünleriyiz ki, her hangi bir şeyi elde etmek için ömrümüzü yok ederiz ama inat ile o sorun olduğumuz duvarı aşamayız. Orada kalırız, çünkü orayı aşarsak mutlu olacağımıza inanırız… yani dikey bakış açısının ürünü olan bizler için Ferhat ile şirin gibi anlamsız aşk öykülerin birer kahramanı olarak ortaya çıkarız, aşkımız için dağı deler, sevgimiz için çölü aşarız. Ee deldik ve aştık ne olacak? Krizi yönetemeyen bir durumu işaret eder, inat ve inanç ile tüm zorlukları baş ederiz ama sonunda ömrümüz yok olur, mutlu olmamız gereken zamanı heba etmişiz… Elde edilen amaç bize mutluluk vermeyeceğini hatta kısa sürede terk edeceğimizi bilsek… bu kadar inada ve öfkeye değer mi?

Mutsuz ve sürekli öfkeli biri; kaşlı çatık, gülmesini suratından kaldıran bir garip yaratığa döner ama aynada kendisine bakmadığı için sırtından düşen anlamların diğer insanları uzaklaştırdığının farkında bile değildir. Aslında gülmek istemektedir, kucaklaşma arzusu içindedir ama nedense adı konulmamış garip onuru için bundan da vazgeçemez. Kendisine biçtiği rolü sonuna kadar oynar… Gülen yüzlü, hoş görülü ne kadar yaşlı tanıyorsunuz? Düşünün çocuklar için kitap yazan, çocuklara sevgisini sürekli gösteren birinin cenaze töreninde kızları yoktu… Neden acaba? Bizim toplumuzun bir yansıması değil mi, en yakına karşı öfkeli ve sevgisiz ama dışarıya karşı sevgi tomurcuğu.. Dışarıdan tanıyan onu sevgi ile anarken en yakını en son yolculuğunda yanında yok… toplum olarak ve birey olarak neden bunları sorgulamayız, sokaklarımız pis ve evlerimiz kullanılmayan odaları ile geniş ve büyük... Üstelik her an misafir gelecekmiş gibi temiz tutulan bir yer… En zor gününde ziyaretçisi az olan bireylerin sosyal insan olması sorgulanmaması bizim garip gerçekliğimizdir...

Gözleri gülmeyen insanların yarattığı topluluk ne yazık ki sevgiyi ve bir arada kalmayı değil sürekli parçalanmayı ve sürekli sevgiyi ve mutluluğu başkasında aramayı getirir, arayış boşunadır ve boş olan arayış hiç bir zaman uzun soluklu ilişkiyi büyütmez...

En uzun soluklu ilişki doğduğunda yanında olandır... Onun sesi ve sevgisidir. O yanında olanın öfkesi ve hırsı bitmemişse, sürekli yeni öfkelere yol açan birikimlere sebep oluyorsa, kendi öfkesini ve hırsını çevresine yayıyorsa orada ne bir arada yaşam kalır ne de geçmiş...

Her şeyin göreceli olduğu yerde mutluluk anlık olan bir zaman ama öfkenin daim olduğu alana döner ve hiç bir zaman mutlu ve istenilen beklentilere yanıt bulunamaz...

İstenilen beklenti bir arada ve geleceğe umut ile bakmaktır...

Geleceği geçmişe kalarak yok edenlerin öfkesi ne kadar isterlerse istesinler geleceği yok ettiğinin farkında değildir... Gelecek keşke ideal olan gibi olsa, mutsuz insanların geleceği hiç bir zaman ideal olan gibi olmayacak...

Bireylerden sürekli masal kahramanın trolleri beklentisi yaratılması ve sürekli bilinçaltımıza işlenen medyanın fısıltıları ile eğitimden geçen biz bireylerin yaşamda karşılığı olmayan hayallerin birer beklentisi içinde kendimize roller biçiyoruz. Kendimize biçtiğimiz roller içinde karşımızdan beklentilerimizin de artmasına sebep olmaktadır, tanıdığımız en yakınınızı aslında hiç tanımadığımızı karşılaştığımız her hangi bir kriz ortamında beklentinin çökmesi ile öğreniyoruz. Sonra beklentimize uygun dayatmalar ve zor ile elde etmeye çalışıyoruz, çünkü bizim düşünce yapımız ve içinde bulunduğumuz kültür buna uygundur… Zor ile elde edilen her zafer kişinin davranışını belirlerken, karşısındakini ezen ve sürekli baskı ve zor ile yönlendirilen bireye dönüşür... Bu tek yönlü zaferin olduğu yerde öteki kavramını ortaya çıkarır ki zaman içinde en küçük kriz ortamını kaosa dönderir. Krizi yönetemeyenler kaos ortamında çatışması doğaldır ve o doğal ortamı zorun hakim olduğu alana sıçratır… Evlilikler bir yastığa baş koyanların yastığında düşmanını veya katilini yaratması gibi…

Tek taraflı Polyanna olmaya zorlanan ilişkiler sadece mutluluğu masallarda bulur, hayatta ki karşılığı çatışmadır… Polyanna rolü verilene dayatılır… Sonuç yaşamda ki karşılığı daha kapalı ve açılmaz bir savunmaya ittiklerinin farkında değiller...

Mutsuzluk bir birine geçen geçici bir hastalıktır, grip gibidir ve gribin tedavisi yoktur, ilaç alarak ya da almayarak benzer zaman içinde kendiliğinden iyileşir... İyileşmek için zamana bırakmak daha önemli olmasına rağmen sürekli dürtmek ve sürekli mutsuzluğu gündem yapıp başa kakmak ve birlikteliği ve geleceği ortadan kaldırıldığının farkına varılmadığını gösteriyor.

Ömür denilen şey kısadır ve kimse bu kısa ömrü mutlu yaşama yerine Türk dizlerin fesatlık aşılayan senaryosu gibi yaşıyorlar...

Keşke hep mutlu olsaydık ve keşke her birimiz Polyanna olmasak da Peter ve Heidi olsak, çünkü her birimiz kölelerin olduğu topluluğun üyesiyiz, hiç birimiz zengin ve varlıklı ailelerin çocukları değiliz. Elimizde ki imkan bellidir, ruhen çok zengin olan fakirler, sanki zenginmiş gibi davranış içine girip geleceği belirsizlik yapan beklentilere olanak sunmaktadır...

Çocuklar bugün geleceği yok, çünkü fakir aileler ellerinde olmayanı çocuklara vererek onları beklentileri geniş ve zenginmiş gibi yaşanmasına neden oluyor... Keşke her çocuk kendisinden beklenilenin farkında olsa, ne yazık ki ne beklenti içinde olan ne de ona yanıt verecek birey bu ikili ilişkinin farkında...

Türk dizileri yeni toplumu fesat ve beklentisi yüksek bir güruh yarattı...

Hiç üzerimize kondurmadığımız sıradanlık ve mutsuzluk hayatımızın birer parçası olduk ve mutsuzluk için sürekli yeni bahaneleri üzerimize biriktiriyoruz... Kaldıramıyoruz ama biriktiriyoruz… Sürekli biriken bahaneler ise bizi daha da yalnızlaştırmakta ve fiziki hastalığa sürüklüyor...

Yaşanan sorunların karşısında beyin uyuşuyor, çünkü hiç bu yaşananlar hiçbir insanın hak etmediğini düşünüyorum, “sorun yumağının bir parçasıyım ve o parçanın öznesi olarak ne yazık ki beklentimi kaybediyor, hedefsiz bir geleceğin baştan savma rüzgara göre savrulan yaprağı oluveriyoruz.” Düşüncesi içimizden fısıldıyor ama yüksek ses ile konuşamaz hale geldik, çünkü kriz ortamını yönetmeyenler bir birinin sözünü dinlemek yerine içinden geçenleri konulmuş ve duymak istediklerini duyan birer canlıya dönüşüyor. Kurgu gerçeklerin üstünü örten ve beklentiye karşılık gelen cümleleri beyinlerde daha fazla yer elde ediyor…

Dalından kopmuş her yaprak sonunda toprağa düşer, uzun ya da kısa süre kalır havada... Sorun üretmek yerine sevgi üreten her ilişki mutluluğu büyütür. Bizim için öncelikle kriz yönetmeyi öğrenmemiz gereklidir, kriz ortamında konuşmalar insanı beklemediği ve hedeflediği sonuçlara iteklemektedir… Doğum anında yanında olanların ömür boyu yanında ve onların birikimleri ile kendisini biçimlendirenler krizi yönetemeyenlerin nesli olduğunda ortada bir birinden kopuk beklentilere yol açmaktadır… beklentilerini ortaya koyamayanların gelecek korkusu yalnız kalmayı sonuç olarak ortaya çıkarmaktadır… en yakını elinin tersi ile uzaklaştıranlar aynada bir de kendilerine bakmayı olanakları kılmış olsalardı acaba nasıl bir sonuç ortaya çıkar?

Toplum çürüdü, ne yazık ki bu çürümede siyasi irada yanında bu iradeye bilerek ve isteyerek boyun eğmenin de sonucunu yaşamaktayız. Dini nesil isteyenler, toplumu biat eden ve sorunlu bireylerin yoğun olarak yaşadığı paradigma için en yakını üzerine basan liberal bireye dönderdi… Kiriz yönetemeyen her toplum gibi toplum en küçük birimi de zorlamaktadır…

Peki, bu kriz ortamından kurtulamayız mı, elbette kurtuluruz. Grip hastalığında olduğu gibi ilaçlı ya da ilaçsız aynı zamanda geçen bir hastalıktır… Zamana bırakın, zaman kriz yönetmenin yönetimini size reçete olarak vermez ama ne yapmamanız geldiğiniz yaşadığınız tecrübe size gerekli ipucunu sunmuştur. En azından batı kriz yönetimi dersleri bireylere/ şirketlere vermektedir, imkanınız varsa alın bir kitap okuyun… Tek yöntem yoktur ve her kriz kendisine özgü çözüm yolları vardır, standart ve reçete ile sunulacak bir formülü yoktur… Sağlık sektöründe her şeyi standart yaptılar ama her hastalığın standardı yoktur, para kazanmayı isteyenler sadece standart ederek ortalama bir çözüm yolu bulur…

İsmail Cem Özkan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.