Beklentiler geleceğimizi belirliyor!
Beklentiler yaşamın devamını belirler. Beklenti bittiğinde
yaşam son bulur...
İnsanların beklentilerine karşı aldığı yanıtlar ve
gerçekleşip gerçekleşmediği konular insanın psikolojik yapısını ve dokusunu
belirler. Sürekli depresyon içinde yaşayanların beklentilerini çok üst sınırda
tuttuğuna şahitlik ederiz...
Her insanın beklentisi vardır ve ne yazık ki insanların
beklentileri genelde karşılanmaz ama buna karşı geliştirmiş savunma aracı o
insanın ilişkilerinin devamını ya da kesmesini ortaya çıkarır...
Ne yazık ki ilişkiler sürekli değildir ve sürekli olanları
ise hoşgörünün sınırlarını ortaya çıkarır. İnsanımızın hoşgörüsü artık yoktur,
çünkü beklenti karşılanmamış her zaman birimi öfkeyi büyütür ve zaman içinde
sorunun temelini oluşturan neden öfkelendiğini de ortadan kaldırır. Öfkeye
birikim sağlayan ortam ortadan kalktığında öfkenin gerçek nedeni de ortadan
kalkar. Her öfke bir birikim işidir ve o birikim karşılıksız kalmış
beklentilerin ortaya çıkarmış olduğu kriz ve kaos ortamıdır. Bizim kültürümüzde
kriz yönetebilme birikimi yoktur, krizi yönetemediğimiz için sürekli değişen
çevrenin savrulan bireyleri oluruz. Bize insan olmanın birinci koşulu kriz
yönetimi ve kriz koşullarında nasıl davranmış gerektiği verilmiş olsaydı, fakat
öyle bir kültürün ürünleriyiz ki, her hangi bir şeyi elde etmek için ömrümüzü
yok ederiz ama inat ile o sorun olduğumuz duvarı aşamayız. Orada kalırız, çünkü
orayı aşarsak mutlu olacağımıza inanırız… yani dikey bakış açısının ürünü olan
bizler için Ferhat ile şirin gibi anlamsız aşk öykülerin birer kahramanı olarak
ortaya çıkarız, aşkımız için dağı deler, sevgimiz için çölü
aşarız. Ee deldik ve aştık ne olacak? Krizi yönetemeyen bir durumu
işaret eder, inat ve inanç ile tüm zorlukları baş ederiz ama sonunda ömrümüz
yok olur, mutlu olmamız gereken zamanı heba etmişiz… Elde edilen amaç bize
mutluluk vermeyeceğini hatta kısa sürede terk edeceğimizi bilsek… bu kadar
inada ve öfkeye değer mi?
Mutsuz ve sürekli öfkeli biri; kaşlı çatık, gülmesini
suratından kaldıran bir garip yaratığa döner ama aynada kendisine bakmadığı
için sırtından düşen anlamların diğer insanları uzaklaştırdığının farkında bile
değildir. Aslında gülmek istemektedir, kucaklaşma arzusu içindedir ama nedense
adı konulmamış garip onuru için bundan da vazgeçemez. Kendisine biçtiği rolü
sonuna kadar oynar… Gülen yüzlü, hoş görülü ne kadar yaşlı tanıyorsunuz?
Düşünün çocuklar için kitap yazan, çocuklara sevgisini sürekli gösteren birinin
cenaze töreninde kızları yoktu… Neden acaba? Bizim toplumuzun bir yansıması
değil mi, en yakına karşı öfkeli ve sevgisiz ama dışarıya karşı sevgi
tomurcuğu.. Dışarıdan tanıyan onu sevgi ile anarken en yakını en son
yolculuğunda yanında yok… toplum olarak ve birey olarak neden bunları
sorgulamayız, sokaklarımız pis ve evlerimiz kullanılmayan odaları ile geniş ve
büyük... Üstelik her an misafir gelecekmiş gibi temiz tutulan bir yer… En zor
gününde ziyaretçisi az olan bireylerin sosyal insan olması sorgulanmaması bizim
garip gerçekliğimizdir...
Gözleri gülmeyen insanların yarattığı topluluk ne yazık ki
sevgiyi ve bir arada kalmayı değil sürekli parçalanmayı ve sürekli sevgiyi ve
mutluluğu başkasında aramayı getirir, arayış boşunadır ve boş olan arayış hiç
bir zaman uzun soluklu ilişkiyi büyütmez...
En uzun soluklu ilişki doğduğunda yanında olandır... Onun
sesi ve sevgisidir. O yanında olanın öfkesi ve hırsı bitmemişse, sürekli yeni
öfkelere yol açan birikimlere sebep oluyorsa, kendi öfkesini ve hırsını
çevresine yayıyorsa orada ne bir arada yaşam kalır ne de geçmiş...
Her şeyin göreceli olduğu yerde mutluluk anlık olan bir
zaman ama öfkenin daim olduğu alana döner ve hiç bir zaman mutlu ve istenilen
beklentilere yanıt bulunamaz...
İstenilen beklenti bir arada ve geleceğe umut ile
bakmaktır...
Geleceği geçmişe kalarak yok edenlerin öfkesi ne kadar
isterlerse istesinler geleceği yok ettiğinin farkında değildir... Gelecek keşke
ideal olan gibi olsa, mutsuz insanların geleceği hiç bir zaman ideal olan gibi
olmayacak...
Bireylerden sürekli masal kahramanın trolleri beklentisi
yaratılması ve sürekli bilinçaltımıza işlenen medyanın fısıltıları ile
eğitimden geçen biz bireylerin yaşamda karşılığı olmayan hayallerin birer
beklentisi içinde kendimize roller biçiyoruz. Kendimize biçtiğimiz roller içinde
karşımızdan beklentilerimizin de artmasına sebep olmaktadır, tanıdığımız en
yakınınızı aslında hiç tanımadığımızı karşılaştığımız her hangi bir kriz
ortamında beklentinin çökmesi ile öğreniyoruz. Sonra beklentimize uygun
dayatmalar ve zor ile elde etmeye çalışıyoruz, çünkü bizim düşünce yapımız ve
içinde bulunduğumuz kültür buna uygundur… Zor ile elde edilen her zafer kişinin
davranışını belirlerken, karşısındakini ezen ve sürekli baskı ve zor ile
yönlendirilen bireye dönüşür... Bu tek yönlü zaferin olduğu yerde öteki
kavramını ortaya çıkarır ki zaman içinde en küçük kriz ortamını
kaosa dönderir. Krizi yönetemeyenler kaos ortamında çatışması doğaldır ve
o doğal ortamı zorun hakim olduğu alana sıçratır… Evlilikler bir yastığa baş
koyanların yastığında düşmanını veya katilini yaratması gibi…
Tek taraflı Polyanna olmaya zorlanan ilişkiler
sadece mutluluğu masallarda bulur, hayatta ki karşılığı çatışmadır… Polyanna rolü
verilene dayatılır… Sonuç yaşamda ki karşılığı daha kapalı ve açılmaz bir
savunmaya ittiklerinin farkında değiller...
Mutsuzluk bir birine geçen geçici bir hastalıktır, grip
gibidir ve gribin tedavisi yoktur, ilaç alarak ya da almayarak benzer zaman
içinde kendiliğinden iyileşir... İyileşmek için zamana bırakmak daha önemli
olmasına rağmen sürekli dürtmek ve sürekli mutsuzluğu gündem yapıp başa kakmak
ve birlikteliği ve geleceği ortadan kaldırıldığının farkına varılmadığını
gösteriyor.
Ömür denilen şey kısadır ve kimse bu kısa ömrü mutlu yaşama
yerine Türk dizlerin fesatlık aşılayan senaryosu gibi yaşıyorlar...
Keşke hep mutlu olsaydık ve keşke her
birimiz Polyanna olmasak da Peter ve Heidi olsak, çünkü her
birimiz kölelerin olduğu topluluğun üyesiyiz, hiç birimiz zengin ve varlıklı
ailelerin çocukları değiliz. Elimizde ki imkan bellidir, ruhen çok zengin olan
fakirler, sanki zenginmiş gibi davranış içine girip geleceği belirsizlik yapan
beklentilere olanak sunmaktadır...
Çocuklar bugün geleceği yok, çünkü fakir aileler ellerinde
olmayanı çocuklara vererek onları beklentileri geniş ve zenginmiş gibi
yaşanmasına neden oluyor... Keşke her çocuk kendisinden beklenilenin farkında
olsa, ne yazık ki ne beklenti içinde olan ne de ona yanıt verecek birey bu
ikili ilişkinin farkında...
Türk dizileri yeni toplumu fesat ve beklentisi yüksek
bir güruh yarattı...
Hiç üzerimize kondurmadığımız sıradanlık ve mutsuzluk
hayatımızın birer parçası olduk ve mutsuzluk için sürekli yeni bahaneleri
üzerimize biriktiriyoruz... Kaldıramıyoruz ama biriktiriyoruz… Sürekli biriken
bahaneler ise bizi daha da yalnızlaştırmakta ve fiziki hastalığa sürüklüyor...
Yaşanan sorunların karşısında beyin uyuşuyor, çünkü hiç bu
yaşananlar hiçbir insanın hak etmediğini düşünüyorum, “sorun yumağının bir
parçasıyım ve o parçanın öznesi olarak ne yazık ki beklentimi kaybediyor,
hedefsiz bir geleceğin baştan savma rüzgara göre savrulan yaprağı
oluveriyoruz.” Düşüncesi içimizden fısıldıyor ama yüksek ses ile konuşamaz hale
geldik, çünkü kriz ortamını yönetmeyenler bir birinin sözünü dinlemek yerine
içinden geçenleri konulmuş
ve duymak istediklerini duyan birer canlıya dönüşüyor. Kurgu gerçeklerin üstünü örten ve beklentiye karşılık gelen cümleleri beyinlerde daha fazla yer elde ediyor…
Dalından kopmuş her yaprak sonunda toprağa düşer,
uzun ya da
kısa süre kalır havada... Sorun üretmek yerine
sevgi üreten her ilişki mutluluğu büyütür. Bizim
için öncelikle kriz yönetmeyi öğrenmemiz gereklidir,
kriz ortamında konuşmalar insanı beklemediği ve hedeflediği sonuçlara iteklemektedir… Doğum anında yanında olanların ömür boyu yanında
ve onların birikimleri ile kendisini biçimlendirenler krizi yönetemeyenlerin nesli olduğunda ortada bir birinden kopuk beklentilere
yol açmaktadır… beklentilerini ortaya koyamayanların gelecek korkusu yalnız kalmayı sonuç olarak
ortaya çıkarmaktadır… en
yakını elinin tersi ile uzaklaştıranlar aynada bir
de kendilerine bakmayı olanakları kılmış olsalardı acaba
nasıl bir sonuç ortaya çıkar?
Toplum çürüdü, ne yazık ki
bu çürümede siyasi irada yanında
bu iradeye bilerek ve isteyerek boyun eğmenin de sonucunu yaşamaktayız. Dini nesil isteyenler,
toplumu biat eden ve sorunlu bireylerin yoğun olarak yaşadığı paradigma için
en yakını üzerine basan liberal bireye dönderdi… Kiriz yönetemeyen
her toplum gibi toplum en küçük birimi de zorlamaktadır…
Peki, bu
kriz ortamından kurtulamayız mı, elbette kurtuluruz. Grip hastalığında olduğu
gibi ilaçlı ya da ilaçsız aynı zamanda geçen
bir hastalıktır… Zamana bırakın, zaman kriz yönetmenin yönetimini size reçete olarak vermez ama
ne yapmamanız geldiğiniz yaşadığınız tecrübe size gerekli ipucunu sunmuştur.
En azından batı kriz yönetimi dersleri bireylere/ şirketlere vermektedir, imkanınız varsa alın bir
kitap okuyun… Tek yöntem yoktur ve her kriz
kendisine özgü çözüm yolları vardır, standart ve reçete ile sunulacak bir formülü yoktur… Sağlık sektöründe her
şeyi standart yaptılar ama her hastalığın standardı yoktur, para kazanmayı isteyenler sadece standart ederek ortalama bir çözüm yolu bulur…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.