Zaman öyle bir kıvrılır ki geçmiş bugün olur.
Zamanın göreceli bir kavram olduğunu söyler bilim insanı,
durduğun yere göre değişim gösterebileceğini de belirtirken uzayda ki konumunda
görecelilik gösterir. Zaman düz bir çizgide ilerlediği farz edilirdi eskiden
şimdi zamanın doğrusal çizgide hareket etmediği büküldüğü hatta kara delikler
ile başka zamanda da dönüşebileceği kabul görür oldu. Kısaca hepimiz için aynı
şekilde ilerleyen zaman başka evrenlerde farklı şekilde ilerleyebileceği kabul
görür oldu. Peki, zaman bükülebildiğine hatta başka zamanlara doğru açılım
yapacağı kabul edersek bizim şimdiki zamanımız bazı evrenler için dün, bazıları
için gelecek olarak kabul edilir. Gökyüzüne baktığımızda bize ulaşan birçok
yıldız ışığı aslında çoktan sönmüş ve yok olmuş yıldızların ışığı gerçeği ile
karşılaşırız…
Yaşadığımız anı bizler bir daha yaşayamayacağız, çünkü akan
ırmağa bir kere girilir, başka girme şansımız yoktur. Her girdiğimiz ırmak aynı
gibi gözükür ama artık su akıp gitmiştir, bizleri başka su damlacıkları ve
doğanın ekolojik değişimi karşılar. Görüntüde aynı ama içerikte
farklılaşmıştır, ne su eskidir ne de biz…
Tarih tekerrür etmez, fakat ders çıkarmak zorundayız…
Girdiğimiz ırmağın neresinde duracağımızı bilmek zorundayız,
yoksa su bizi sürükleyebilir… Elbette dağlara karın erimesini de dikkate almak
zorundayız birden bir selin önünde kurban da olabiliriz. Hangi zamanda hangi
dereye ya da ırmağa nerede ayağımızı sokacağımız ve nerede duracağımızı bilmek
ile yükümlüyüz eğer sağlıklı olarak ayakta kalmayı istiyorsak, fakat ders
çıkarmak yerine sürekli her şeyi baştan öğrenmeye alışmış bir kültürün
parçasıysak; bizi her ‘felaket’ kaderimiz gibi karşılar ve Allah'ın hikmetine
bağlarız…
Tarih bize birçok şeyi fısıldar ama tarih dediğimiz de öyle
genel doğruların olduğu alan değildir, çünkü duruş noktasına ve bakış açısına
göre değişen bilgi topluluğundan başka bir işlevi yok… Kısaca tarih elde ki
veriler ile genel olarak bize çok şey anlatır ama çok şeyi de gizler… Belki de
zamanın evrilmesi gereklidir birçok şeyi daha iyi anlayabilmek için… Fakat
elimizde olanaklar ile bizler ne zamanı evirebilir ne de değiştirebiliriz…
Zamanı değiştiremeyeceğiz, fakat bize sunulan bilgileri
sorgulamayacağımız anlamına gelmez, çünkü resmi tarih genelde yaratılan
gerçeklik üzerine oturur, gerçek resmi tarihin dışında durur, çünkü resmi tarih
için önemli olan propaganda için bilgi kaynağı ve kanıt aracı olarak bilgilerin
sunulmasıdır. Resmi söylemler, her zaman kuşku ile yaklaşılması gereken
bilgidir, neyin üstünü örttüğü sorgulanması gerekendir…
9 Eylül 1922
Bir şehir terk edilmiş... Ne ordu var ne de gözyaşı dolu
insanlar... Belirsizlik… Gelecek olan belli... Korku bir halkın üzerine çökmüş,
öteki yağmalamak ve linç etmek için fırsat kolluyor... Bir şehir çoktan
askerden boşaltılmış, yeni askerler gelecek ellerinde bayraklar ile.
Bayrak, ölüm demektir...
Düzenli birliklerin bir şehre girmesi birçok beklentiye
yanıt verecektir. Öncelikle cinayet işlenecek, biliniyor... Öç alınacak... Ve
bir gün beklenen olur... Gelirler...
Asker, bir şehre girer...
Fırsat kollayanlar hemen başlar yağmalamaya... Yağma, linçe
davettir. Linç sembolik olarak başlar, önce kendisi gibi olmayan ve inanmayanı
linç ederler… (Bayrak çekilen konağın hemen yanında ki sokak olduğu dillendirilir.)
Barış sözü havada asılı kalır, özgürlük sözdedir...
Zafer, ölüm ile ilan edilir, kan dökülür şehrin
sokaklarında... Bir bayrak çekilir bir konağın balkonuna. Konak zenginliğin
sembolü, paranın efendisinin yerleştiği yerdir. Semboliktir... Tüm seremoni
yerine getirilir, sokaklar postallar ile uygun adım marşı ile geçilirken korku
ve öfke iç içe geçmiştir... Linç için fırsat kollayanlar şehrin sokaklarında
önceden nefret ile baktıkları evlere yönelirler...
Ölüm kaçınılmazdır.
Bir bıçak darbesi, sonra süngü, sonra kurşun...
Yaşananlar yaşanır ve sonra hakim olanlar bu zaferi kansız
göstermek için yaşanmışlıkların üzerine yeni bir öykü monte ederler...
Romantizm doruktadır. Marşlar eşliğinde balkona çekilen bayrak sunulur... Sonra
sevinç naraları... Korku ortadan kalkmıştır, linç enerjisini boşaltmış, şehrin
yeni efendileri kendisine güvende hissettikten sonra yağmaya başlayacaktır...
Yağma eski sahiplerin izlerini silmek ile olur...
Yangın kaçınılmazdır...
Fırsat kollanır… Rüzgarın hızı hesaplanır... Artık aynı anda
üç yerde yangın çıkarmak için ortam uygun hale geldiğinde yangın birden ortaya
çıkar ve şehir yanar... Yeni efendiler, eski zenginlerin ve aralarına bir türlü
katılamadıkları sokakların olduğu yerler yani yeni yağmalayacakları alanı
yangın ile ilan ederler... Yangın yerinde canlılar bir bir dumana karışıp kül
olurken, diğer yandan bunu romantizmin birer şöleni gibi tepeden seyreden
yüreğine “soğuk su” döken bir halk vardır... Öfke, öç, çekilen acıların hesabı
alınmıştır.
Öfke, yağma, linç... Yeni gelenlerin zaferidir... Yangın
zaferdir…
Şehir asla bir daha eskisi gibi olmayacaktır... Geçmişin son
hesaplaşmasını da yangın ile yapılır ve geçmişe ait izler teker teker
silinir... Tek bir konak önünde saat kulesi kalır, zaman artık durmuştur oranın
eski sahipleri için…
Bir şehir yangın yeri olduysa, orada gizlenilmek istenen çok
büyük acılar var demektir...
Bugün kimse o acıları duymak istemez, çünkü kurtuluş
romantizm görüntüleri eşliğinde elde bayrak ile sunulur...
Sokaklar geçmişi anlamak için dolmaz bugün, balkona çekilen
bayrak var olan karanlık zamanın ve karanlığın öfkesine karşı bir direnişin
sembolü olarak sunulur… Kutlamalarda bugün ne ulus devletinin algısı vardır, ne
de dönemin istibdadın yarattığı karanlığın algısı…
Bugün algısı ile dün yorumlanamaz, dünün algıları ve
doğruları ile bugün olaylara anlamlar yüklemek bizi yaratılan gerçekliğin başka
yerine savurmaktan başka işlevi olmaz. Genelde bizi ırkçı ve ‘öteki’ olarak
görülenlere karşı öfke birikimine iter. Faşizm, böyle ortamlarda kendine zemin
yakalar, başka kitlesel katliamlar için ortam oluşturur. İzmir ve ege
bölgesi gün be gün kitlesel katliamlar için uygun ortam olma yolunda
düzenli, planlı ve istikrarlı bir şekilde içten içe örgütlenmeye devam
etmektedir, ne yazık ki bunun panzehir olması gereken karşı örgütlenme gün be
gün erimekte ve ırkçı söylemlerin içinde erimeye devam etmektedir.
Tarihe bakanların kafası o kadar karışıktır ki, yarı resmi
tören ile tarihte olmamış bir olayı olmuş gibi yoktan var edip bir parkın
içinde Yunan ordusuna İzmir'e kadar gelmiş ama “ben komşumun toprağımı işgal
etmem” diye sözde direnmiş ve idam edilmiş komünistlerin anısı için suya
karanfil bırakırlar… Birkaç senedir yapılan ve bugüne kadar bu garip olaya bir
türlü anlam veremem, neden böyle bir anmaya imza atılır? Devlet kendisine göre
bayram icat edip var olanları silmesi doğaldır ama bu suya karanfil bırakılan
eyleme hala anlam veremiyorum… Örneğin İstanbul’un fethi 500 yıl hiç
kutlanmamış ama 500. yılda keşfedilmiştir… Onun bir anlamı vardır, çünkü ülke
kriz içindedir, uluslaşma için (homojenleşmek) atılmış, 6–7 Eylül 1955
Pogromu için ön hazırlıktır…
Karl Marx, “Tarihte her ne olduysa, başka türlü
olamayacağı için öyle olmuştur” der.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.