Cahiller akıl verir!
Tarihte cahillik ne zaman
başlamıştır diye soru sorulmuş mudur bilemiyorum ama son yıllarda sürekli
tekrarlanan bir konu haline geldi, “cahil doğulmaz ama cahil olunur” kavramı.
“Cahil olmak” kavramını
doğrudan “eğitim” kavramı ile de bağlantılıdır, çünkü siyasi tercihlere/çıkara
göre gerçekleri “ret etme” ve “yeniden yaratım” sürecidir.
Eğitim denilen kavramın
içinde sisteme uygun insan yetiştirmek ve sistemin devamını sağlayacak kültürel
birikim yaratarak “yeni insan”ın oluşumu vardır. Sistem ancak kendi ihtiyacını
karşılayacak ve sistemin doğruluğuna inanmış bireyler olduğu sürece ayakta
kalacaktır.
Eğitim, soru sormayı değil inanmayı
teşvik eder...
İnanmak, cahilliğin temel
kuralıdır, insan sorgulamadan gerçek diye inandığı şey cahillik belirtisidir,
elbette burada kime göre, çünkü inanılan kitleselleşmişse o artık toplumun
doğrusudur. Galileo idam edilmemek için bulduğu gerçeği ret ederek hayatını “cahillerin”
hakim olduğu düzende korumuştur…
Cahillik iktidar olabilir,
çünkü sistem kendi iktidarını oluşturmak için eğitir…
"Öğretmenleri cahil
yetiştirin ki, cahil nesiller oluşsun".
Eğitim, sistemin ihtiyacına
verecek şekilde oynanan bir sistematik düşünme ve algılama yöntemidir.
Sistem nasıl bir nesil
istiyorsa, hangi ihtiyacına cevap verecek bir insan istiyorsa, ona göre
değiştirilir ve mesleki bilgisi olan ama başka bir meziyeti olmayan bir bireyi
ortaya çıkarır.
Eğitim, sabit değil,
değişkendir. Dinamik bir yapısı olduğu içinde her döneme uygun tarihe bakış ve
eğitim modeli var olur.
Eğitim bir anlamda
asimilasyondur, var olan (atasından gelen) bilgileri siler, yerine yeni
bilgiler yerleştirir. Eğitim, insanın hayallerini ellinden alır ve ütopyasını
sistemin ütopyasına uygun hale getirir.
Bugünlerde çok moda söylem
olan “Küresel eğitim” kavram yerel olanın küçümsenmesi veya ret edilmesini
kuşaklara aktarılır ve üst kültürün altında yok olacağı peşinen kabul edilmesi
için bireylerin algıları ile oynanır. Anadili yerini İngilizce alması için her
türlü teşvik yapılır. Amerikan dizilerinin tüm ülkelerde çok ucuza sunulması,
küresel ürünlerin hepsinin üstünde İngilizce yazıların yer alarak sunulması bu
gizli asimilasyonun parçasıdır. Eğitmenlerin yerini tüketim ürünleri/ maddeleri
almıştır.
Ulus devletinin mantığı
içinde eğitilmiş eğitmenler resmi tarihe çok inanır ve onu ölesiye savunur,
çünkü sonuçta sisteme uygun eğitilmiş bireylerdir...
Ülkenin bekası için…
Dışarından verilen
direktifler, sistemin çıkarına uygunsa sorgulanamadan yerine getirilir,
insanların denek olarak kullanılmasının pek önemli yoktur, önemli var olan bir
sorunun ihtiyacını karşılayacak maddi girdi olsun. Gelişmekte olarak
adlandırılan ülkelerin insanları zaman zaman gelişmiş ülkelerin / silahlı
güçlerinin test alanı olmuştur. Teorilerin pratikteki deneme alanları teoriyi
geliştiren ülkelerin topraklarından daha çok kendi kamuoyu tarafından az
bilinen ülkelerde denenmiş olması tesadüfi değildir… Batıda “demokrasi” vardır,
insan hakları gibi kavramlar ile iktidar ve sistemin hakimi olan şirketler göreceli
olsa da sorgulanır ve karşı kampanyaların konusu olabilir… Verimliliğini
düşünen devletler ve şirketler kendi kamuoyundan uzak ülkelerde her türlü
deneyi ve testi rahatlıkla yapar, yeter ki gizli ve sorgulayacak her hangi bir
kurum olmasın… Biyolojik/ kimyasal silah üreten laboratuarların ve test
alanlarının üçüncü dünya ülkelerinde olması tesadüfi değildir. Üçüncü ülkelerde
biyolojik silah üreten laboratuarlarda teknolojinin son hali bulunmaz, onlar
ancak o biyolojik ürünün ortaya çıkaran daha gelişmiş laboratuarlarda kullanımı
söz konusudur. Şirketler ve devletler üçüncü dünya ülkelerine eski teknolojiyi
kullanımına izin verirken, kendileri daha gelişmiş ve daha güvenli olarak kabul
edilen teknolojileri kullanmaya devam eder.
Yakın tarihimiz, iktidara
verilmiş rüşvetlerin uluslararası medyada gündem olmasına rağmen bizde
soruşturma konusu dahi olmaması, bu konuda bizi bu ülkeler içinde “çekici
ülkeler” konusunda “öncelikli ülke” konumuna getirir…
"Süt tozunu
öğrencilerine içireceksin" dendi, sorgulamadan içirdiler, çünkü Marshall Yardımı
ile hibe edilmişti, hibe edilen "bizim iyiliğimiz için" verilmişti,
emir yukarıdan gelmişti, dağıtılmıştı. Kimse demedi ki "yahu köylerimizde
zaten doğal süt var, çocuklarımıza bu doğal olanı verelim"...
Bize teknoloji gelmedi,
emperyalizm yardım paketi içinde saklanarak geldi.
Sistem dağıt demişti,
devletimizin bekası için dağıtılmıştı.
“Köy Enstitüleri” kavramı
tarihimizde çok önemli bir yeri işgal eder, onlar sayesinde dünya edebiyatının
klasikleri tercüme edilmiş, ulus devletinin ihtiyacı olan öğretim görmüş
öğretmenler ile ulus fikri en ücra köşelere kadar ulaşacak bir ağ örülmesine
olanak sunmuştur. Köy Enstitülerinde verilen "öğretim" ile devletin
ihtiyacını karşılayan aydın öğretmenler yetiştirilmiştir.
Köy Enstitülerin konusu
başka bir tartışma konusudur, o yüzden üsten geçtim. “Yatılı okullar” diye ayrı
bir başlık açılıp tartışılması gereken bir dram ve trajedinin iç içe geçtiği
tarihide içinde gizler...
Köy Enstitüleri, sonuç ve
istenilen sistem açısından değerlendirildiğinde çok başarılıdır, fakat
iktidarın zihniyetinin el değiştirilmesi ile ulus devleti kavramın yazılan
öyküsü birden bize özgü bir rotaya oturtulacaktır. “Ulus devleti geri dönülmeyecek
bir aşamaya gelmiştir ve bize bu öğretim bol gelmektedir, devletin vücuduna
uygun yeniden bir eğitim politikası oluşturulmalıdır” diyenlerin iktidarı ile
ulus devletini sosyal devlet kavramına çıkarmak isteyenlerin tasfiyesi ile
karşılaşırız.
Öğretimin yerini eğitimin
alması ile bireyler eğitim almadığı alanda "benim işim bu" diyerek
bilgiçlik taslayanlar doğal karşılanır olmuş...
Belki baştan beri belki de
zaman içinde bilgisi olmayan ama fikri olan insanlar topluluğuna dönüştük...
Bugün ülkemizin içinde
yaşadığı tüm krizler, eğitilmiş bireylerin siyasetten yönetici olmalarından
kaynaklanıyor...
O süt tozunu içmeyecektik,
her şey o süt tozu ile başladı...
Sorunun temeli her ne kadar
sistem ve onun ihtiyacını karşılayan uygulamalar da olsa sistem dışına düşmüş
ve sistemin içinden yeni sistemin nüvesi olan işçi sınıfı ve onun örgütlü
güçleri açısından olaylara bakarsak eğer, sorun daha da karmaşık kalıyor… Çünkü
sistem tarafından eğitilmiş insan eğitimin yaratmış olduğu önyargılarını
kırması çok zordur, onlar resmi tarihe gerçekten inanıyorlar ve resmi tarihin
gerçeklerini “gerçek” kabul ediyorlar.
Elbette devletin resmi
tarihi yanında diğer yapılarında kendisine özgü resmi tarihi söz konusudur,
çünkü duruş noktası temsil ettiği sınıf adına hareket eden “örgüttün çıkarı”ndan
bakarsanız, resmi tarihin karşısında başka resmi tarih oluşturursunuz, elbette
gerçeklerden resmi tarih kadar “uzak” olunur…
Sosyalist bir insan işçi
sınıfının çıkarını korur, o pencereden hayata bakar, sermayenin değil...
Bugün kendisine sosyalistim,
devrimciyim diyen bazı yapıların bakış açısına bakın, temel çelişki iktidar ve
onun lideri gibi algılar ve ona karşı söz yetiştirme yarışı içinde olduğunu
görürsünüz, fakat sorun birey değil, o bireyi oraya getirip ona o yetkiyi veren
atmosfer ve ortam olduğunu düşünmez.
Yaşadığımız süreç bir tarihi
kırılma noktasındadır, geçmişte var olan bir çok kavramın altı boşalmış ve yeni
kavramlar ve algılar ile dolmuş olmasına rağmen, kavramların içeriğine dikkat
edilmeden yapılan yorumların bir çoğu boşa düşmektedir.
Ezberletilmiş ve
eğitimimizden kaynaklanan tarihi bilgileri sorgulamadan kabul edilerek yapılan
her adım, bizi hedefimizden daha uzak noktaya atmaktadır…
Cahiller yukarıda da
belirttiğim gibi eğitilmiş bireylerdir, onlar bize bilgi birikimlerini aktarmak
yerine akıl vermeyi seçmektedir. Akıl verenlerin çok olduğu zamanda/ yerde
amaca doğru hareket edecek birey kalmaz… Örgütsüz toplumsal hareketlerden büyük
sonuçlar çıkaran teorisyenlerin bilgi kirliliği ile yarının iktidarı kurulmaz.
Karanlık gün geçtikçe arttı…
Zifiri karanlığı yaşıyoruz,
gün dönecek umudu içinde doğuya bakıyoruz, ha doğdu ha doğacak...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.