Bir portre…
Abdülkadir Kemali Öğütçü
ismi size yabancı gelir ama Orhan Kemal'in hayatınız okursanız eğer onun babası
olduğunu öğrenirsiniz...
Orhan Kemal gibi bir insanın yetiştiren baba ve onun oluşumuna neden olan
ortam...
İlk başta sıradan bir öykü
gibidir ama öyle değildir aslında...
İttihat ve Terakki
Partisinin üyesi, Meşrutiyet sonrası kim olmadı ki diyeceksiniz, haklısınız ama
bunu diğerlerinden ayıran bir özelliği var, çünkü bilgili, bilinçli ve inanmış
bir nefer. Liderine sonuna kadar bağlı, ne görev verilirse gözünü kapatarak
yapacaktır, sorgulama yok yani. Tehlikenin farkında ama ideolojinin bakış
açısına çok sadık olduğu için bildiği doğrusundan vazgeçmez bir nefer...
Demokrasi, özgürlük için gelenler yıktıkları istibdadı yeniden yarattılar.
İttihat ve Terakki Partisi
son Osmanlı imparatorluğunun hükümeti olmuş, ülke içinde Ermenileri kökünden
kazıyacak karara imza atmış ve onu sorgulamadan yerine getirmiş bir kadro
hareketidir...
Çok kültürlü, çok uluslu,
çok dinli bir imparatorluk parçalanırken, içinden Türk ulus devleti için
partiyi/ devleti değiştiren ve otokrat bir yapıya dönüştüren kadro hareketidir...
Parti kuruluşu balkanlarda
oluşmuş ve balkan coğrafyasına, kültürüne özgüdür; çok dinli, çok inançlı, çok
renkli bir parti. Kuruluşunda devletin birliği ve istikrarını savunurken, var
olan Abdülhamit istibdadına karşı, kaybedilen toprakların yeniden kazanılması,
padişahın vermiş olduğu yanlış kararları tersine döndürmeyi amaç edinen ideal okumuş
aydın insanlar birliğidir. Kadroya girmek kurallara bağlıdır ve mutlak itaat ve
biat istenmektedir.
Kuruluşundan kısa zaman
sonra gerçekler ile yüzleşecek ve iktidara geldiklerinde kuruluşunda yer alan ”demokrasi,
özgürlük” gibi kavramların yerini Abdülhamit'in “istibdat” kuralları yer alacaktır...
Balkanlardan ayrılıkçı
Bulgar direnişçiler ile çatışırken, zaman zaman Osmanlı rejimine karşı ortak
hareket ettikleri bir süreç sonrasında, iktidar yürüyüşlerini İstanbul’da
gerçekleşen 31 Mart (13 Nisan
1909) olayları olarak geçen darbe girişimi sonucunda
mutlak iktidar artık partinin olacaktır. Daha önce kadrolarını devlet içinde
gizli olarak yerleştirme süreci bir darbe ile sonlanmış ve açıktan kadrolaşmaya
devam etmiştir.
Tek adam yerini tek parti
diktatoryası yani otokrasisi kurulmuştur...
Partiden devlete dönüşüm…
Osmanlı devleti içinde parti
üyesi olmayan kadroların yerini parti kadrolarının alması ile devletleşeme
yönünde adımlar atılmış ve mutlak bir parti egemenliği kurulmuştur. Zaten 31
Mart vakası diye kabul edilen darbe girişimi de bu kadrolaşmaya karşı eski
kadroların direnişinden başka şey değildi. Mutlak hakimiyet bir darbe ve yağma
ile oluşacak, istibdat sembolü ve zor ile tahtından indirileceğinden korkan
padişah, zor ile tahtından indirilmiş ve sürgüne gönderilmiştir.
Saray bu darbe sırasında
birkaç defa yağmalanacaktır, çünkü sarayda biriken jurnaller yeni iktidarın
elinde silaha dönüşme tehlikesi vardı, fakat o jurnallerin yerini başka
jurnaller kısa sürede alacaktır.
Devletin sıkıntılarından kurtarmak
için gelenler kendi devletini kurmaya kalkmışlardır. Ve de gerçek anlamda kurmuşlardır
demek için cumhuriyetin ilanını beklemek gereklidir, çünkü parti kadroları
ideallerine uygun devleti ancak savaş sonrası oluşan ortam içinde başka
kadrolar ile gerçekleştirmiştir.
Ankara’da oluşan devlet yeni
ama kadrolar eski devletten.
Devlette devamlılık vardır
ve kimse bu devamlılığın rotadan kalkmasını göze alamazdı.
Abdülkadir Kemali Öğütçü
gibi parti kadroları ülkenin adı değişse de görevlerinin başlarında olmaya
devam etmişlerdir, fakat bir farkla; bir bölüm kadro oluşmuş olan yeni lider
kadroya muhaliflik yapacak, bir bölümü idealleri uğrunda yeni liderlik
arkasında ideallerini gerçekleştirmeye girecektir…
Kurtuluş Savaşı adı verilen
bu süreç kadroların yeniden tarafını belirleme ve yeni oluşan siyasi ortamda
nerede duracağına karar verme süreci gibidir.
Kurtuluş Savaşını başlatan
kadrolar “İzmir Suikastı” bahanesi ile muhalif kanadına düşmüş olanların siyasi
hayattan tasfiyeleri ile karşılaşırız…
Yeni kurulan cumhuriyet önce
kendi çocuklarını yiyecektir…
Gerçi İttihat ve Terakki
Partisi kurulduğundan beri kadroları öğütme örgütü gibidir, kim muhalif olmuşsa
muhalefete geçmeden tasfiye edilmiştir, yani etkisiz hale getirilmiştir…
Yeni cumhuriyet içinde
başlangıçta izin ile kurulan partiler kısa sürede kapatılmış ve o partiler
içinde kalan kadroların siyasi hayattan uzaklaştırılması ya da liderine sonsuz
bağımlı olacağına dair yani “biat ve itaat” edeceğine dair “yemin etme” koşulu
ile kurucu lider kadroya karşı sözde suçları affedilmiş. Affedilenler yeniden devletin
kadrosu içinde önemsiz işlerde onları görür oluruz… Devlet için yetişmiş kadro
önemlidir, ziyan edilmemesi gereklidir.
Devlette önemli olan
devamlılıktır, kimin iş yaptığının önemli değil, işin yapılmış olması
önemlidir…
Devlet anlayışına ve
tecrübesine sahip kadrolar kendi devletini Fransız devriminin getirmiş olduğu
ilklere uygun şekilde yeniden oluştururken elbette Osmanlı deneyiminden de
faydalanmışlardır.
Heterojen yapıdan homojen
bir devlete doğru geçiş…
Yüzünü batıya dönen
kadrolar, doğuda oluşmuş olan kültürün üzerine yeni bir kültür ve bayrak ile
biçim vermeye çalışmıştır. Onu da yetişmiş, kendisini ispatlamış, tecrübesi
olan kadrolar ile yapacaktır. Önemli olan devamlılıktır ve devamlılık kurumlar düzleminde
devam ederken, vitrinde her şey yeni gibi sunulmaya da özen gösterilmiştir.
Geçmişin üzerine bir çizgi
çekiliyordu, çekilen sadece geçmiş değil, partinin yönetici kadrolarının
üzerine de çizgi çekiliyordu. Eski yönetici kadrolardan fikir telakisi
yapılırken işlere karışmamaları içinde her türlü önlem alınıyordu. Bunu sezen
ve bilen eski lider kadrolar, yeni liderliğe karşı muhalefet yaparken hiç
düşünmedikleri siyasi atmosferin içinde savrulmaya ve hayatta kalma mücadelesi
içindedir…
Paraya hükmedemeyenler siyasi
gelişmeyi sadece izlemek ile yetinir.
1. Dünya Savaşı yenilgisi
sonrası…
İttihat ve Terakki Partisinin
yönetici kadrosu sürgüne gitmeden önce partiyi tasfiye etmiştir, fiiliyatta var
olan resmiyette artık yoktur. Partinin lider
kadrosu olan Talat Paşa, Cemal Paşa, Enver Paşa bir birinden uzaktalar ama
sürekli iletişim içindedir… Uzaklık tercih konusunda da farklılaşmayı
getirecektir zaman içinde…
Osmanlı devleti emperyalist
devletler arasında paylaşılırken, verilen bir avuç toprak içinde iktidar savaşı
sıcak çatışmanın içinde gelişmektedir... Dağılan kadroların yeniden bir araya
gelmesi, yeni yol haritaların çıkarılması, tabanda yer alan lojistik ve
istihbarat konusunda deneyimli olanların öne çıkması ile kadrolar içinde de
ayrışma kaçınılmazdır…
Geçmişin şanlı günlerinin
tekrar geleceğini düşünenler, kaybedilen ülke için değil, kaybedilen güçlerinin
arkasından ağıt yakmaktadır.
Yeniden o güçlerine kavuşmak
için oluşan ortama uygun yeni ittifaklar içindedirler...
Kadrolar için zaman durmak
zamanı değildir, mücadele etmek ve yola devam etmektir… eğer pasif konuma
düşerlerse geçmişin suçlarından dolayı yargılanmak gibi bir durum ile karşı
karşıya kalabilirler, çünkü suçlar hep pasif olanların üzerine atılır. Sonuçta fail
belli olursa ortada faili meçhul olay kalmaz ve geçmiş bir anlamı ile temizlenir.
Hesaplaşma bir anlamda ertelenmiş ya da üstü örtülmüş olur.
Abdülkadir Kemali Öğütçü,
zeki bir insandır, gelmekte olanı gören ve ona göre konumlanan biridir. Talat
Paşa hayranlığı ve ona bağlılığı öyle göstermelik değildir. Doğan kızına isim
verecek kadar çok sevmektedir…
1920 yıkında milletvekili
olarak meclise girer, 25 Kasım 1920'de Pozantı İstiklal Mahkemesi Başkanı
olarak atanır... Mahkeme heyetinin nasıl çalıştığına elbette yaşayarak tanık
olur… Birkaç günlük bakan olarak atanır, sonra geri alınır ve o mecliste
muhalefet tarafında yer alır… İktidarın getirmiş olduğu bir çok yasa teklifine
karşı mecliste söz alır…
1923 yılında artık vekil
değildir, çünkü onu vekil yapmak için artık gerekçede yoktur, muhalefet olmakla
oluşmakta olan yeni devlet yapılanmasının dışına düşmüştür…
O da avukatlık mesleğine
döner, Adana’da büro tutar…
Bir muhalif avukat…
24 Eylül 1930'da oluşan
siyasi atmosferden faydalanır ve Ahali Cumhuriyet Fırkası'nı kurar, çünkü
mahkeme salonları onun muhalefet yapacağı alanlar değildir, zaten istiklal
mahkemesinin nasıl karar aldığı ve uyguladığını birer bir şahit olmuştur…
Devlet acımasızdır, ne karar
almışsa onu uygulamaktadır.
Rejim muhalefete karşı
sabırsızdır, muhalefet etmek devrimlerin geriye dönmesi anlamına gelmektedir...
Mutlak itaat eden kadrolar ile yoluna devam edecektir…
Ahali Gazetesi ile muhalefet
yapmaya çalışan parti başkanı elbette özgür değildir, örgütlenme ve halka
buluşması kısıtlıdır. Kısa süre içinde de zaten sesi kısılır ve kapatılır…
Kendisinden "bir daha muhalefet etmeyeceğine" dair senet alınır. Bir
süre sonra devlet içinden onun yargılanacağına dair bir duyum ulaştırılır.
İstiklal mahkemesi bu sefer kapatılan
yayın organları partiler için çalışmaya başlamıştır…
Yargılanacağı konusundaki haber
içeriden gelmiştir ve durum ciddidir, mahkemeye çıkanların zaten savunma hakkı
yoktur, yukarından gelen karar neyse o uygulanacaktır.
Kaçmaktan başka bir yol yoktur
ve kaçar...
1939 yılında çıkan genel afa
kadar yurtdışında yaşamak zorunda kalır ve af ile birlikte uysal, muhalif
olmayan bir şekilde ülkesine geri döner... Devletine ve liderine biat etmiştir
ve onun çıkarını gözeterek karar almıştır... 26 Temmuz 1949 tarihinde son
nefesini verene kadar şifalı bitkiler üzerine yazı yazarak devleti ile
çatışmamaya çalışmıştır…
Abdülkadir Kemali Öğütçü
muhalif kimliğinden sanırım çocuğu da muhalif olmuş ama bu sefer sınıf
perspektifinden hayata bakacaktır. Orhan Kemal, elbette babasının yaşamını çok
iyi biliyordu, o da babası gibi gazete, yazarlığa doğru adım atarken başına
neler geleceğini, nasıl bir yaşamın içinde olacağını biliyordu. Ve tercihini
yaparak bir birinden çok değerli eserler meydana getirmiş ve edebiyat dünyamıza
ve ülkemize çok şey katarak aramızdan ayrılmıştır.
Onun fötr şapkası ile bir
kahvede halkın arasında çay içerken fotoğrafına bakıyorum, yüzündeki çizgilere.
O çizgiler babasının tecrübesini de taşıdığını görüyorum, inatla, inançla dik
yürüdüğüne bakıyorum… Aç kalmayı göze almıştır ama boyun eğmek yerine emeğini
satarak her işi yapacak kadar alçak gönüllüdür.
İttihat ve Terakki Partisi
kadroları içinde yer almışların çocuklarını düşünüyorum sessizce…
Can Yücel geliyor aklıma,
babasına yazdığı şiir dökülüyor dilimden…
Sabiha ve Zekeriya
serteleler geçiyor gözümün önünden, Tan Gazetesi/ matbaası ve yakılan bir
birikim…
Bugün İttihat ve Terakki
Partisi binası yok, bir zamanlar Cumhuriyet Gazetesine ev sahipliği yapıyordu,
ikinci dünya savaşı sırasında Nazilerin istihbarat merkezi gibi, sanki
propaganda üretim yeri gibiydi…
Tek tek belleklerimizden
silinen bir geçmiş ve iç içe geçmiş hayat hikayeleri...
Bir dönem kadrolar bir
ülkeyi yıktı, yeninde kurdu ve devamlılığını sağladı…
Kadroların hayatı aslında
ülkemizin tarihidir…
Bir bölümü darağacında
bedeni sallandı, bir bölümü kaçarken vuruldu, bir bölümü elini bolca kana
bulaştırdı, elini temizlemek isteyen kadrolar elleri kanlı kadroları bir bahane
ile yok etmesi…
Bugün resmi tarih içinde
anılanlar, anılmayanlar, hain olarak gösterilenler, kahraman olanlar hepsi bir
kadro hareketinin görünür halidir…
Kendi idealleri için katliam
yapmaktan çekinmeyen, “tehcir” gibi kökten temizlik olarak kabul edilen kararı
alacak kadar gözlerini karartmış kadrolar, kendisi gibi düşünmeyeni öldürmekten
ve sürmekten çekinmeyen kadroların kurmuş olduğu bir devletin içinde yaşıyoruz…
Popüler bir deyime dönüştü,
“yüzleşmek, helalleşmek, hesaplaşmak…” bakalım bu kelimelerin altını dolduracak
bir kadro var olacak mıdır?
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.