Taşıma suyu ile…
Bir ev temeli ile birlikte
taşınabilir mi? Bir ağaç kökleri ile taşınır mı? Bir devlet geleneği, devlet
geleneğine sahip insanları ile birlikte taşınabilir mi?
Tüm sorulara tarih içinde yaşanmışlıklara bakarak “evet” diyorum...
Devlet nasıl olur diye sorabilirsiniz, haklısınız, diğerleri tamam da devlet
olur mu?
Olur!
Osmanlı devleti balkan devletiydi… Peki, Balkanlardan Türkler, Müslümanlar
uzaklaştırılırsa ya da zor ile yerlerini terk edilmeleri sağlanırsa!
İki emperyalist devlet bu konuda üşenmeden projeler, programlar, yol haritaları
çıkarıp, ona uygun politikaların oluşması için Balkanlarda programlar koysa,
ona göre uygun ajanlarını orada istihdam etse, dışarıdan dayatmalar ile yeni
Balkan siyasi haritası çizseler? İstenilen yeni Balkan siyasi haritasına
uygun olarak halklar arasında nefret söylemleri geliştirse; bağımsızlık, ulus
devlet olmanın birincil koşulu homojen kurtarılmış bölgelerin yaratılması için
Kilislerin konumlarının değiştirilmesi… Halkın desteğini alacak, ekonomik
olarak kilise tarafından desteklenecek küçük silahlı gerilla birliklerin
oluşturulması sağlansa… O güne kadar olmamış ama test edilmesi gereken
örgütlenme modelleri oluşturulsa… Osmanlı devletinin yapacağı karşı
operasyonlarda mücadele eden hücreler yakalanmış olsa dahi, ancak belirli
bölümünü çözecek şekilde yatay örgüt ağı kurulsa... Sonra bu modeli Osmanlı
devletini çözecek ve yeni devlet kuracak kadrolara da öğretilmiş olsa...
Tüm bunlar tarih içinde oldu...
Balkanlardan kovulan Osmanlı devletini Anadolu’ya taşırken, devlet birikimine
sahip kadroların ve onların destekleyicisi konumunda olan Müslüman ailelerin
taşınmasının olanakları yaratılarak, ileride kurulacak olan devletin altyapısı
oluşturulmuş ve var olan devlet korunmuş olacaktı...
Oldu da!
Eğer Balkan göçü olmasaydı, Anadolu’da devlet kuracak kadar (Osmanlı devleti uzun ömrü içinde Anadolu’yu kendi haline bırakmış ve oluşumunu Balkanlarda geliştirmiştir.) siyasi birikim olmadığından, Anadolu daha ağır koşullar altında halklar birbirini daha fazla boğazlayarak, kontrol dışı oluşumların oluşmasına da sebep verilebilinirdi. Kontrol altında oluşumlar hep anlaşmalar ile karşı tarafa dikte edilmiştir. Karşı taraf elde ettiklerini haklarını “büyük zafer” olarak kendi halkına sunmakta özgürdür. Yoktan oluşan bir devlet için her hak kazanılmış zaferdir…
Emperyalist devletler ve onun stratejini çizen politikacılar, planlarını kontrol dışına çıkacak olasılıkları en aza indirmek ile yükümlüdür. Politikalar tek bir yol üzerinde oluşturulmaz, karmaşıktır ve o karmaşa içinde her türlü olasılık öncelikle kendi aralarında tartışılır ve akla en yakın olarak kabul ettiklerini uygulamaya koyarlar…
Sömürgecilik tarihi
emperyalist olan devletlere daha güvenli oluşumları önceden test etmek ve
olasılıklarını bulmak konusunda büyük bir birikim sunar...
Bugün içinde yaşadığımız devlet, Osmanlı devlet gelenek ve göreneklerinin
devamıdır. Bu devletin “homojen ulus” devleti macerası Osmanlı
İmparatorluğu’ndan kaynaklanan çözülmemiş ve yüzleşilmemiş sorunlardan oluştuğu
gerçeği ile karşılaşırız...
Biz sanayi ülkesi olamadık, çünkü bizim sanayi bir ülke olmamız aslında sömürge
kültürünü emperyalist devlete aktarmamız anlamına gelirdi ki, bu hiç bir
devletin isteyeceği şey değildi... Osmanlı devletinin sömürge olarak kalması,
aslında sorunlar içinde parçalanmaya doğru giden yolun önünü açıyordu.
Bir daha “Avrupa içine doğru akım yapan” bir devlet olmamızın önünde engeller,
aslında devlet Balkanlardan taşınırken oluşturulmuş ve bize verdikleri
olanaklar içinde kendimizi “yurtta sulh, cihanda sulh” kavramı ile ifade etmeye
çalıştık. Biz, bize verilen sınırlar içinde kalacağımızı ve bir daha ne emperyalist
ne de sömürge politikaları başkalarının topraklarına bakarak ne kurgulayacağız
ne de ona uygun stratejiler geliştirmeyecektik. (izin verilene kadar)
Var olan sınırlar içinde, cumhuriyet kurulduktan sonra homojen devlet kurmak için her türlü “zoru” hak olarak gördük, ulus devletin mantığına uygun kararlar alınıyordu. İmparatorluktan ulus devlete geçişte homojen devletin oluşumun tek sonucu vardı, sermaye biriktirmek. Devlet eli ile sermaye biriktirip “batı medeniyeti” içinde yerimizi alacağımızı düşündük, planladık. Sermaye, demokrasi ile değil otokrasi ile gerçekleşecekti, bir daha asla geriye gitmeyecektik!
Borçlu bir devlet kendi ayakları üzerine asla yürüyemez, sadece borç verenlerin izin verdiği kadar dışarıya karşı güçlü ama içeride otokrat iktidarların oluşumuna izin verildi. Otokrat iktidarlar her zaman emperyalist devletlerin yarattığı ortamda, onların isteklerini yerine getiren liderleri ile içte oluşacak olan (kontrol dışı) herhangi değişimin önünde bizzat engel olarak konumlandırılmıştır…
Teknoloji ithal eden ama teknoloji üretmeyen yarı sömürge bir devlet konumumuzdan bir türlü çıkamadık...
Sınırlar içinde ve dışında oluşan / oluşturulan iki taraflı devleti de kontrol edecek şekilde (ileride sorun yaratacak) nedenler yumağı sınır çizgisine bırakılmıştır. Eğer iki tarafta yer alan halkların yaşam alanlarının ortasından sınır çizildiğinde, o siyasi çizgi aynı zamanda her iki devletinde kontrolü için kullanılacak bir silah haline gelebilir. Bu sayede her iki ülkeden birinde kontrol dışı oluşacak “devrim" gibi köklü değişimlere karşı devrim sonrası çatışmalar örgütlenebilir ve o devrimin en kısa sürede başarısız olması için ortam yaratılır…
Kıbrıs’ın parçalanması (taksim edilmesi, 1974) garantör ülkelerin bilgisi dahilinde olmuştur. Birleşik Kıbrıs, bağımsız olarak karar alması ve kendi çıkarını koruması demektir. Ortadoğu’da gelişecek olan olaylar için bir risk teşkil ediyordu.
1979 yılında İran’da oluşturulan şahın iktidardan alınması süreci ve şahın yerine getirilen İslam iktidarı aslında emperyalist devletlerin kontrolünde “yeşil kuşak” stratejisine uygun olduğunu yıllar içinde anladık. Bu değişim Şii devletinde gerçekleştirilerek Suudi Arabistan gibi stratejik önemli ülkelerin iktidarının korunması ve devamı sağlanmıştır… İran’da Humeyni iktidarın güçlenmesi için Irak devletinin saldırması gerekliydi. Sınır konusu bahane edilerek Saddam rejimi bir “piyon” olarak İran'a karşı savaş açmış, bir avuç toprak almadan yıllar sonra savaşı sonlandırmıştır. Irak’ın kaderi de bu savaş ile aslında çizilmiş oldu… Kuveyt'in işgali ile Arap dünyasına mesaj verilmiş ve bir daha Kuveyt eski gücüne ulaşamamıştır. Sınırlarda oluşturulan sorunlar ne kadar hayati olduğunu bu savaş ile bir kere daha ortaya çıkmıştır.
Balkanlardan taşınan devlet gerek olduğunda emperyalist politikaya uygun olarak uygun koşullar altında kullanılmıştır… Büyük Ortadoğu Projesi adı verilen projede gereğini devletimiz yerine getirmiştir. “Arap Baharı” sürecinde Ortadoğu’da emperyalist politikalara uygun karar alamayan liderler değiştirilmiş ve yerlerine kaos bırakılarak Ortadoğu’da yeni enerji politikası ihtiyaca göre biçimlendirme süreci içindeyiz… Kesinlikle bir araya geleceği kabul edilemeyen devletler artık bu süreç içinde birbiri ile işbirliği içinde, siyasi olarak birbirlerini tanımışlardır…
Taşıma su ile değirmen nasıl ki verimli olmazsa, kuruluşundan kaynaklanan sorunları çözemeyen devletler ve bir arada yaşama olanaklarını nefret söylemleri ile ortadan kaldıran ülkelerin başarılı olma şansı yoktur…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.