Kanı kan ile yıkamak…
Diyarbakır'da
21 yaşındaki Meryem Sevim, cafe’de eski erkek arkadaşı 24 yaşındaki M.S.
tarafından 9 kurşunla öldürüldü.
Cinayetler
devam ediyor, bireysel silahlanmaya izin verenler bu cinayetlerden elbette
sorumlu ama yasalar olunca sorumluluk tetiği çekene kalıyor...
Bireysel
silahlanmaya hayır!
Elbette
diyeceksiniz ki, elinizde tuttuğunuz her şey silaha dönüşebilir, engel
olamazsınız!
Silaha insan
dönüşüyor, bıçak mı dönüşmeyecek? Tornavida mı dönüşmeyecek, elbette dönüşür,
çivide dönüşüyor, bakın İstiklal Caddesine çizi ile ölmüşler yatar her bir
yanda!
Öldürmek
isterse insan, yanına alır bir genetiği ile oynanmış köpek, “saldır” der
saldırır, öldürene kadar bırakmaz!... Olmazsa bir virüs bırakır kitle katliamı
yapar, daha da olmazsa öldürecek yöntem bulmaları için bilim insanlarını tutar,
o insanlar o isteyene parası karşılığında silah üretir... Öldürmenin binbir
yolu vardır... Hastaneye sağlıklı gidip toprağa giden de vardır, seçim
sandığına sarılan da linç ile öldürülebilir, insanın elidir en büyük silah,
belki de beyni!
Katil olmanın
önlenmez tarafı vardır ama katil olmanın bu kadar sıradanlaştığı dönem hiç
olmadı...
Devlet adına
katil olana madalyonlar takılırdı eskiden, şimdi devlet adına işlenen
cinayetlerin üstü örtülüyor.
Celladın mezar
taşını üzerinde celladın ismi olmuyor...
Kısaca katiller
hep var olacak ama o katliam, cinayet ortam hazırlayan siyasi atmosferin bir an
önce değişmesi gereklidir. Cinayetleri en aza indirmek siyasetin görevidir...
Siyaset
yapanlar ise yaşanan bir katliam sonrası dilini nefret suçuna dönüştürüp,
karşısında olanı hedef gösteriyorsa, “kahrolsun katil” derken; “katili
kahretmenin tek yolu vardır, sende vur” deniliyorsa, orada kanı kan ile
temizlemek gibi bir durum söz konusu olur... Kan davasına dönüşen bir
cinayetler serisinde kimse elinin temiz kalacağını iddia edemez...
Bir katliam
gerçekleşti, “kahrolsun halk düşmanı” demek, halka karşı bir suç varsa, onun
cezası da aslında bellidir demenin başka bir yoludur. Cinayeti, katliamı nefret
ile kınamak yerine hedef göstererek düşman ilan etmek sorunu çözmez, sadece
ırkçı, faşist duyguları okşamaktan başka ifadesi yoktur...
Demokrasi, bir
arada yaşamayı savunmak demek akla gelen ilk kelimeyi haykırmak değil, oturup
düşünmek, karşında olanı yani tetiği çekeni hedef yerine koymadan, onu tetiğe
çekmeye iten ortamı ortadan kaldıracak siyasetten görevleri yerine getirecek
bir dil bulmak zorunludur...
Ülkemiz ne ilk
ne de son katliam ile başbaşadır, olmayacak da... O zaman katliamlara hep
benzer tepki vermek de sorunu çözemediğine göre, başka yollar bulmak
zorunludur...
Militerleştirilmiş
halkalarda eller hep kan ile yıkanır, militerleşmiş kıyafetlerin üstünden
çıkarılması sorunu vardır, önce o kıyafetlerden kurtulmak için siyaset üzerine
düşen görevi yerine getirmek zorundadır. Önce kıyafetler çıkmalı, sonra düşünce
yöntemi değiştirilmeli, daha sonra bir arada yaşamanın koşulları
oluşturulmalıdır...
Bir ülkede
katliamlar oluyor, genelde katliama neden olan aracı patlatan, kullanan tetikçi
yakalanıyor... Bunlar tesadüfi değildir, tetikçi yakalanmasına olanak sunularak
olayı yapanlar imzasını atmış oluyor ve başkasının sahip çıkmasının önünü
kendilerince alıyor... Yani katliamı yapan da biliyor, katliama muhatap olan
da...
Aslında ortada
gizli saklı bir şey yok, bombalar çekilmiş karşılıklı bırakılıyor... Katliama
karşı katliam ile cevap veriliyor... Sorun ortada, sorunu iyi anlamak ve çözüm
yolunun siyasetten geçtiğini kabul etmek zorundayız... Bu cinayetlerin
önlenmesi için oluşturulan bu askeri atmosferden çıkmak ile başlanabilinir...
Diyarbakır'da
bir cafe'de cinayet işlendi, cinayeti hepimiz gördük, hepimiz biliyoruz!
İstanbul'da da bir cafe'de cinayet işlenecek, bunu da hepimiz biliyoruz...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.