Bir şiir, bir insanın geleceğini biçimlendirdi…
Her gencin
başından geçmiştir, karşı cinse duyulan bir duygu, o duyguyu ifade etmek için,
onun ilgisini çekmek için yollar aranır. Ulus devleti zamanında bizim
geleneklerimizin içinde karşı cinse duygular, şairlerden alınan ödünç cümleler
ile ifade edilirdi. En iyi duyguyu yakalandığına inanılan dizeler bir mektuba
iliştirilir, açıkça ifade edilemeyenler, ima edilir. Bu sayede platonik aşk
için bir adım atılır. Her platonik birliktelikle bitecek değildir elbette ama
karşı cinse duyulan platonik aşklar, gençlere ya da buluğ çağından genç olmaya
adım atılırken hormonların ihtiyacını karşılarken, aynı zamanda toplumsal
kültüründe yansımasını görürüz…
Her zamanın
aşkı ve ifade biçimi farklıdır, her zamanın ruhuna uygun adımlar atılır… henüz
köyden kente göç yolunda oluşturulan kültür, birbirini tanımayan, bir biri ile
ilişkisi dahi olmayan kültürlerin ilk buluşması zamanında bir okula giden
çocuğun başından geçen pişmiş tavuğun başına gelmeyecektir… Platonik aşk
yaşayan gençler birbirine mektuplar atar, yolu gözlenir, bir anlık bakış için,
fırsat kollanır bir kelime söyleyebilmek için… O dönemde yasaklı bir şairin
şiirleri el altından toplum içinde dağılmaktadır. Şiire yeni bir soluk, ses
getiren Nazım Hikmet şiirleri yasak değildir aslında ama ulus devleti içinde
kendisine görev edinmiş hakimler, savcılar, polis, bekçi artık devleti kim
temsil ediyorsa onlar üzerlerine anti komünist misyonu yükleyerek toplumun
“iyiliğini” düşünmektedir… bir arama sırasında ele geçen mektup ve o mektupta
yer alan şiir, platonik aşk yaşayan bir gencin tüm hayatını değiştirecektir…
Bir şiir ile
başladı değişim!
Polis
karakolunda gözdağı yetmemiş, genç hakkında dava açılmıştır. Komünist bir
şairin şiirini sevgilisine yazdığı mektupta kullanmaktan ama şiirde komünizm
propagandası yoktur ama şair komünisttir. Komünist şairinin şiirini
paylaşıyorsa eğer, "potansiyel suçludur", o halde hemen kuruluştan
gelen bir “iyilik” güdüsü ile düşman olarak algılanır ve cezası kesilir… Henüz
18 yaşının altında olan çocuk, başka şehirde bulunan psikiyatri kliniğinde akli
dengesi yerinde mi diye kontrol edilir, o “deliler evinde” ömür boyunca
üzerinde taşıyacağı travmalar oluşur… Sonuçta okuduğu okuldan atılır, toplumdan
dışlanır, ailesi bu durumdan büyük yara alır ve tayını çıkan baba ile birlikte
yaşadıkları şehirden uzaklaşırlar… Bir anlamda çocuk yüzündedir sürgün! Bir
anlamda uzaklaşmaktır var olan ve teşhir edildikleri yerden… Okuldan atılan bir
çocuk aile içinde kalır ve kendisini okumaya verir. Okulu artık aile içindedir,
yazdıklarını dergilere gönderir… O sırada davası devam eder ve sonuçta beraat
eder. Okula dönüş yapar ama İstanbul’da… Onun hayatına anlam veren, değiştiren,
biçimlendiren ve karakterini oturtan şehir… Yeni cumhuriyetin büyük şehri,
Osmanlı imparatorluğunun başkenti… Kalabalık içindedir, öne çıkmadan okulunu
rahatlıkla okuyacağı bir ortam vardır… Geçmişi onu izlemeyecektir diye düşünür
ama ömür boyu o geçmişte yaşadığı travma hep peşindedir. Bir daha sevebileceği
kızlara şiir yazamaz…
Zaman geçer,
şiirleri, yazıları dergilerde yer alır, ödül alır ve dönemin önemli insanları
ile tanışır, bu arada edebiyat dünyasında Nazım Hikmet’e yapılan haksızlık açık
açık konuşulur olur... Onu kurtarmak için girişimler olur, imzalar toplanılır…
Nazım Hikmet özgür kalsın diye Fransa yolculuğu da göze alınır ve okumak
bahanesi ile oraya gidilir ve orada Türkiye tarihinin başka yönünü görür…
Aydınlar ile tanışır, enternasyonalist olduğu söyleyen komünistler başka
ülkelerin komünistlerini tanımadığı gerçeği ile karşılaşır… o dönemde Türkiye
içinde çok partili geçiş sürecinde tartışmaların etkisi ile Mustafa Kemal’in
devrimci yönü ile tanışır… Ulus devleti bakış açısına uygun oluşturulmuş tarih
kitapları ile o ulus devleti içinde kurtuluşun “yarım kalmış” devrim sürecinin
tamamlanması ile olacağına karar verir… O artık “milli demokratik” devrimcidir!
Solun Kemalist yorumunu benimser ve toplum içinde oluşan tüm gelişmelerden
bağımsız kendisine özgü bir duruşu geliştirecektir…
Yeni anlayışına
uygun şiirler, romanlar, senaryolar yazar.
Yeni anlayışına
uygun bir çevre içinde yer almaya başlar, o artık yolunu çizmiştir… Evlilik
yaşamı, sinema içinde ve sinemacıların oluşturduğu ortamdadır. Eşinden ayrılmış
olsa da yazdığı senaryoları eşine gönderir… Birlikte birkaç projede yer alır,
kardeşi sinema sektörü içindedir, eşi dönemin popüler sanatçısı Sadri
Alışık’tır… Yeni çevre içinde arkadaşlıkların yanında akrabalık ilişkileri de
oluşur… Birçok yerde çalışmak zorunda kalır. Yaptığı işlerden kaynaklanan
ülkede gelişen her olaya karşı duyarlıdır, yazdığı yazılarına yansır, geçmişten
yaşadığı tedirginliği vardır, ona rağmen içinden gelenleri yazmaya da devam
eder. Üç gencin idamı karşısında kayıtsız kalamaz ve onlara dair şiir yazar…
Bugün sosyal medyalarda hala yer alan popüler birçok şiirin altında imzası
bulunmaya devam etmektedir.
Elbette şu ana
kadar yazdığım şairin hakkında bilgilerden kimden bahsettiğimi anlamışsınızdır;
Atilla İlhan!
Atilla İlhan
bugünlerde yeniden İstanbul’da istiklal caddesinde yer alan tiyatro
salonlarında gözükmeye başladı. Ona hayat veren Metin Boran, hem yazdığı, hem
de oynadığı, yönettiği bir oyun ile seyircilerin karşısında biyografik oyun ile
çıkmaktadır… Metin Boran’a sahnede eşlik eden Nurhayat Yıldırım oyuncu
olmasının yanında yönetmen yardımcısıdır… İkilinin hayat verdiği oyunun teknik
alt yapısında ışık tasarımında Koray Çetin imzasını görüyoruz. Kostümde Egenez
Azak, dekorda Melis Tamtaş imzasını görmekteyiz… Yapımcılığını Rampa
Tiyatro’nun yaptığı oyun iki sezonda birçok sahnede gösterimde olmaya devam
ediyor. Anadolu turnesine çıkacak olan oyun seyircilerin karşısında Atilla
İlhan’a hayat vermeye devam ediyor…
İsmail Cem
Özkan
Sisler
Bulvarında Attila İlhan
Konsept-Kurgu-
Anlatı: Metin Boran
Yönetmen
Yardımcısı: Nurhayat Yıldırım
Dekor:
Melis Tamtaş
Kostüm:
Egenaz Azak
Işık
Tasarım: Sümer Tanrıöğer
Asistanlar:
Sinem Toprak, Nazlıcan Olgun
Işık
Kumanda: Koray Çetin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.