Galata Gazete


4 Şubat 2023 Cumartesi

Otokrasiden demokrasiye geçilecek mi?

Otokrasiden demokrasiye geçilecek mi?

 

Tarihimiz bize padişahların yenilgisini ve zaferini anlatır, aynı zamanda onlara karşı direnenleri de… Şeyh Bedreddin ve yoldaşlarının “yarın yanağından gayrı her yerde, hep beraber” derken, onları yok eden Osmanlı rejiminin yenilgisi ve tarihe karışması istibdat döneminde oluşturulan demokrasi ve anayasal geçiş sürecinde oluşan otokrasi ile olacağını kimse bilemezdi… İstibdat, yani karanlık olayların olduğu, yasaların değil, çıkarların belirlediği zamanda oluşan kanun dışı ekonomi ve onun oluşturmuş olduğu çarpık ilişkiler ile oluşmuş olan çöküntü, çürüme bir savaş rüzgarı ile darmadağın olacaktır… Çürüme bir devleti ortadan kaldırırken yerine kurulan devletinde temelinde varlığını korumaya devam edecektir.

 

Tarih, acımasız bir şekilde zayıfların ortadan kalktığını not ediyordu…

 

Batı, Osmanlı devleti için “hasta adam” teşhisi koymuş ve çözüm arayışları denilerek ülkeyi parçalayarak hazmetmek için müzakere masalar kurulmuş, şampanyalar patlatılıyordu… Ortodoks kilisesi parçalanması ile başlayacaktı Avrupa'daki “Türk” sorunun çözümü, açıkça var olan sorunlar içinde debelenen devletin çözülmesi… Avrupa'daki “Türk Sorunu” Balkanlarda başlayan isyanlar ve devletleşmeler ile orada yaşayan Müslümanlar için büyük bir sürgüne (tehcir) dönmüştü.

 

Ülke dağılıyordu…

 

Batıda oluşturulan masalarda ülkenin kimler tarafından parçalanacağına dair planlar konuşulurken, her şeyi ile dışa bağımlı ülke balkanlardan başlayan dağılma süreci içinde kendisini toparlamak ile uğraşıyordu… Osmanlı aydınları bir arada yaşamayı korumak için çözüm yolları ararken, saray kendi gücünü koruma telaşına düşmüştü…

 

Saray etkisizleştiğinde, hürriyet için yönetime el koyan parti devletleşiyordu…

 

İstibdadın sembolü 33 yıllık iktidarında olan bir padişahın sürgüne gönderilmesi sürecinde ortaya çıkan slogan günümüzde yeniden meydanlarda söylenmeye/ haykırmaya başlandı.

 

Hürriyet: hepimiz için!

 

Hürriyetin teminatıdır yasalardır. Yasalar olmadan hürriyet bir dudak arasına sıkışırsa, niyet ne olursa olsun zaman süreci içinde otokrasi kaçınılmazdır. Padişahın tek adam rejiminden kurtulanlar bir partinin rejimine sürüklenirken yaşayanlar için fazla bir şey fark etmemiştir. Geçiş sürecinde yaşanan demokrasi, özgürlük gibi kavramların ne kadar göreceli ve çok çabuk elden alındığını darbe sürecinde yaşananları tarih not etti ama tarihin notlarını iyi okuyamayanlar üzerinde fazla bir iz bırakmadan silinip gitti. Ancak o dönemde kalan anılarda, o döneme ait özlemden başka şey ifade etmez oldu…

 

Padişah sürgüne gönderilirken, bu sefer ahali “Yaşasın padişahım!” demek yerini “Yaşasın Hürriyet!” diye bağırıyordu... Demokrasi sözde kurulmuştu, seçimler yapılmış, Osmanlı devleti sınırları içinde yer alan milletlerin temsilcileri mecliste yerini almıştı… Bu geçiş süreci çok uzun sürmedi, çünkü yeni rejimi ayakta tutacak ve beklentilere yanıt verecek istikrarlı bir hükümet kurulamamış, acil görevleri dahi yerine getirememiştir. Bu geçiş süreci içinde oluşan boşlukta darbe koşulları oluşmuştu... Darbe, başka darbenin yolunu açacak ve bir parti devletine dönüşün önündeki tüm engeller kalkacaktı…

 

“Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!

 

İttihat ve Terakki Partisi iktidarı döneminde (23 Ocak 1913 – 1 Kasım 1918 ) “hürriyet” için çıkılan yol, kısa sürede parti devleti kimliğine bürünerek geçmiş “istibdat” dönemini aratmayacak şekilde zulüm ve baskının sıradanlaştığı zamana döndü. Ülke üzerindeki karanlık parçalanmadan yeniden karanlık iktidarını ilan etmişti.

 

Olağanüstü koşulda yaşayan bir ülkede gerilim hiç bitmeyecek, açılan savaş cepheleri arasında kadrolar sorunu çözmek yerine sorunun üzerini örtmek ile uğraşır olmuştu… Sorun düşman yaratılarak örtülecekti, düşmanda yaratıldı… Bahaneler hazırdı, uluslaşma sürecinde olan halklar, ülkeyi parçalayarak küçültürken, kalan gayrimüslimler üzerindeki kuşku, nefret söylemine sıçramış, öfke kısa sürede dünyadaki gelişmeleri göz önüne alınarak linç ve yok etmeye dönüşecekti… Bir arada yaşayanlar artık bir arada yaşayamayacak konuma gelmişti, karşılıklı ekilen düşmanlık tohumları ülkenin her karış toprağında boy veriyordu.

 

Darbe ile iktidara gelenler, savaş sonucunda yenilmiş ülkenin savaş gemisi ile ülkeden ayrılıyordu... İktidarda oldukları şehir kısa sürede işgal edilecek ve savaş suçları mahkemesi kurulacak, yurtdışına gidemeyenler o mahkeme tarafından yargılanacak ve hükümler verilecekti… Savaşın kaybedeni hesap verir kuralı işliyordu ama savaşa ortaklık edenler kendilerine dokunacak tarafına geldiğinde hesap orada kesiliyor ve tarih nasıl olması gerekiyorsa öyle olması için ortam yaratılıyordu, Avrupa’da oluşan “Türk Sorunu” çözmek yenen devletlerin planlarına uygun olarak uygulamaya konulacaktı…

 

Parti diktatörlüğü, partinin kuruluş amacından uzaklaşarak koşulların zorlaması ile bir anlamda tek lidere bağlı, önünü görmeyen, hatasını kabul etmeyen, her şeyi “halkın iyiliğini düşündüğünü” söyleyerek toplum içinde çatışmayı körükleyen konumdadır. Bu düzende var olan istikrarlı yaşamı ve alışkanlıkları parçalayan ve oluşan atmosferde belirsizlikler içinde yaratılan düşmanlar ile çatışan konumda olurlar.  Yaratılan bu atmosferin devamı için o düzeni ayakta tutmak için her türlü baskıyı hak gören, her yaptıklarına yasalara uydurmak adına her kararlarını meclisten geçirenlerin oluşturmuş olduğu parti diktatörlüğü yakın tarihimizde sanki hiç yaşanmamış gibi yeniden yeniden hayatımızın bir parçası olmaktadır…

 

Osmanlı devleti savaştan yenik çıkmıştır ve işgale uğrayan başkenti kadar hükümdarlığı kalmıştır. Tarih, bize düşünme ve yaşananları gerçek anlamda yüzleşmek için geniş bir zaman bırakmamıştır.

 

Savaşı güçlüler çıkarır ve istedikleri sonucu alana kadar devam ettirir…

 

Bizler emperyalist devletlerin gözlemi ve izin verdiği sınırlar içinde cepheden cepheye koşarken cepheler arasında kaçan askerlerin ülkesine dönüşmesi ile sonuçlanan bir dağılma ve toparlanma süreci içinde olayların peşi sıra koştuk…

 

Tarih, yaşanırken o yaşananlar hakkında sonuç çıkarmamıza izin vermez, çünkü bitmemiş olayın sonucu olmaz…

 

Kazananların belirlediği tarih algısı içinde bizlerde kendi tarihimizi öğrendik. Onların çıkarlarına uygun olarak yaşananları yeniden yeniden yorumladık, çünkü bizler tarihten ders çıkarmak yerine tarihten güç alan ve ona dayanarak “yeniden” devlet olmak için yapılandık… Oluşturulan yeni devlet, elbette var olan devletin devamı olacaktı. Ondan alınan miras geçmişin eleştirisi değil restorasyonu olacaktı…

 

Tarih bizlere çok şey anlatır ama kazananların ve iktidarda olanların oluşturduğu tarihi doğru kabul edersek, tarihten fazla bir şey öğrenemeyiz, çünkü kazanan tarihi kendisine göre yazdırmıştır ve kendi zaferini kutlarken her olayda ihtiyaca uygun kahramanlar çıkarır ve o kahramanlık destanları arasında resmi tarih algısını yaratılır…

 

Tek adam rejimi ya da tek parti diktatörlüğünün bizi nerelere sürüklediği tarihi yıkıntılar içinde durmaktadır. Bizler o yıkıntılar içinde kahramanlık hikayelerini yazarlara, şairlere yazdırırken, aslında geçmiş ile yüzleşmek yerine geçmişin üzerini örtmeyi bilinçli seçtik. Geçmişimiz ile yüzleşemediğimiz için benzer koşullar oluştuğunda tarih sanki tekerrür ediyor hissine kapılırız… Tarih, geri kalmış toplumlar için tekerrür ediyor hissini veren sürekli bir biri ile benzer nedenler ile çatışan kesimlerin bitmeyen çıkmaz sokak kavgası içindedir…

 

Bizler bir daha asla, bir daha tek adam rejimi altında yaşamak istemiyoruz demek için zaman zaman meydanlarda haykırıyoruz ve sesimiz o meydanda kalıyor ama yankısını toplum içinde bulmuyor. Çünkü bizler yüzleşmek yerine hep örtmeyi seçtik. Sorunlar ile yüzleşmek demek onun ile hesaplaşmak ve o hesaplaşma sonucunda bir takım sonuçlar çıkarmak demektir… Her sonuç yasal düzenleme demektir, çünkü hukuk bu yüzleşme sonucunda oluşan adalet kavramının metne dönüşmesidir. “Bir daha asla” demenin birincil koşulu, o yüzleştiğimiz ortamın tamamen ortadan kaldırılmasıdır…

 

Tarih tekerrür etmeyecek, biz değiştireceğiz!

 

Bizim demokrasi serüvenimiz yeni oluşturulan devlet içinde de devam etmiştir, birçok deneyim yaşanmıştır ve her deneyim acı ve kanlı sonuçları olmuştur. Kendisini korumak isteyen ve “halkın iyiliğini düşünen” iktidar/ rejim her girişimi ve tek adama karşı gelişi “rejime karşı”  saldırı olarak görmüş ve zor ile yok etmiştir… Ancak kendi belirlediği sınırlar içinde kendi anladığı demokrasiye izin vermiştir.

 

"Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur"

 

Dünyada gelişmeler 2. Dünya savaşı sonrası hızlanmış, yeni kurulan devletler ile oluşturulan Birleşmiş Milletler ile bu yeni dünya düzeninde Türkiye’de yerini almak istemiştir. Yer almanın koşullu daha önce denenmiş çok partili bir düzendir… Demokrasi yenidünyanın simgesidir, sözde de olsa görecelide olsa demokrasi “yenidünyada” olması gereklidir. Seçimler çok partili bir şekilde yapılacaktır…

 

“Yeter, söz milletin!” Sözü ile iktidara gelenlerin zaman içinde söz birkaç siyasetçinin dudaklarının arasına sıkıştı ve ülke bir girdabın içinde darbe koşulu oluşmaya başladı.

 

Hürriyet içinde gelenler yine demokrasiyi ve ülkeyi savunduğunu söyleyen ve devletin bekası için “halkın iyiliği için” darbe ile iktidarı yıkacaktır.

 

Ülkede demokrasi arayışı teamüllere uygun olarak askeri darbeler ile yok ettiler…

 

Bizler, darbelerde diktatörlerde karşıyız!

 

Darbeler ülkemizde bir istikrar unsuru olarak sunulmuştur, aslında darbeler ülkemizde yaşayan halkları birbirine düşman kılmaktan başka işlevi olmamıştır… 1960 darbesi ile “Türk Milleti” kavramı anayasa girmiş, onun adına karar verir olmuş mahkemeler, o karar ile Denizler idam edilmiştir… 12 Eylül’de yine Türkçe konuşmak zorunlu koşulmuş, bilinmeyen diller ile konuşmak yasaklanmıştır. Türkçe bilmeyen ama ana dili farklı olan ana ile oğlunun konuşması cezaevinde açık görüşte konuşması yasaklanmıştır…

 

Darbelerin asıl amacı sermaye sahiplerinin gülmesi, emeği ile geçinenlerin kazandığı haklarının elinden alınmasıdır…

 

Tarih ile yüzleşmek için önümüzde bir şans belirmiştir, fakat resmi devlet tarihi bakış açısı ile geçmişle yüzleşemez.

 

Yeni bir seçim sürecindeyiz, 2. Meşrutiyet döneminde iktidara gelenlerin oluşturmuş olduğu göreceli bir demokrasiye geçiş aşamasındayız. Bizler tarihten iyi ders çıkarabilirsek var olan iktidarın ayrımcı ve cepheleştirici politikasını elimizin tersi ile itekleyip yeni bir tarihi sürecin kapısını aralayabiliriz.

 

Önümüzdeki seçimde otokrasiden gerçek anlamda demokrasiye geçilecek mi yoksa tarih yine “tekerrür” mü edecek?

 

İsmail Cem Özkan

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.