Otokrasiden demokrasiye geçilecek mi?
Tarihimiz bize padişahların yenilgisini ve zaferini anlatır, aynı
zamanda onlara karşı direnenleri de… Şeyh Bedreddin ve yoldaşlarının “yarın
yanağından gayrı her yerde, hep beraber” derken, onları yok eden Osmanlı
rejiminin yenilgisi ve tarihe karışması istibdat döneminde oluşturulan
demokrasi ve anayasal geçiş sürecinde oluşan otokrasi ile olacağını kimse
bilemezdi… İstibdat, yani karanlık olayların olduğu, yasaların değil,
çıkarların belirlediği zamanda oluşan kanun dışı ekonomi ve onun oluşturmuş
olduğu çarpık ilişkiler ile oluşmuş olan çöküntü, çürüme bir savaş rüzgarı ile
darmadağın olacaktır… Çürüme bir devleti ortadan kaldırırken yerine kurulan
devletinde temelinde varlığını korumaya devam edecektir.
Tarih, acımasız bir şekilde zayıfların ortadan kalktığını not
ediyordu…
Batı,
Osmanlı devleti için “hasta adam” teşhisi koymuş ve çözüm arayışları denilerek
ülkeyi parçalayarak hazmetmek için müzakere masalar kurulmuş, şampanyalar
patlatılıyordu… Ortodoks kilisesi parçalanması ile başlayacaktı Avrupa'daki
“Türk” sorunun çözümü, açıkça var olan sorunlar içinde debelenen devletin
çözülmesi… Avrupa'daki “Türk Sorunu” Balkanlarda başlayan isyanlar ve
devletleşmeler ile orada yaşayan Müslümanlar için büyük bir sürgüne (tehcir)
dönmüştü.
Ülke
dağılıyordu…
Batıda
oluşturulan masalarda ülkenin kimler tarafından parçalanacağına dair planlar
konuşulurken, her şeyi ile dışa bağımlı ülke balkanlardan başlayan dağılma
süreci içinde kendisini toparlamak ile uğraşıyordu… Osmanlı aydınları bir arada
yaşamayı korumak için çözüm yolları ararken, saray kendi gücünü koruma telaşına
düşmüştü…
Saray
etkisizleştiğinde, hürriyet için yönetime el koyan parti devletleşiyordu…
İstibdadın sembolü 33 yıllık iktidarında olan bir padişahın
sürgüne gönderilmesi sürecinde ortaya çıkan slogan günümüzde yeniden
meydanlarda söylenmeye/ haykırmaya başlandı.
Hürriyet:
hepimiz için!
Hürriyetin
teminatıdır yasalardır. Yasalar olmadan hürriyet bir dudak arasına sıkışırsa,
niyet ne olursa olsun zaman süreci içinde otokrasi kaçınılmazdır. Padişahın tek
adam rejiminden kurtulanlar bir partinin rejimine sürüklenirken yaşayanlar için
fazla bir şey fark etmemiştir. Geçiş sürecinde yaşanan demokrasi, özgürlük gibi
kavramların ne kadar göreceli ve çok çabuk elden alındığını darbe sürecinde
yaşananları tarih not etti ama tarihin notlarını iyi okuyamayanlar üzerinde
fazla bir iz bırakmadan silinip gitti. Ancak o dönemde kalan anılarda, o döneme
ait özlemden başka şey ifade etmez oldu…
Padişah
sürgüne gönderilirken, bu sefer ahali “Yaşasın padişahım!” demek yerini
“Yaşasın Hürriyet!” diye bağırıyordu... Demokrasi sözde kurulmuştu, seçimler
yapılmış, Osmanlı devleti sınırları içinde yer alan milletlerin temsilcileri
mecliste yerini almıştı… Bu geçiş süreci çok uzun sürmedi, çünkü yeni rejimi
ayakta tutacak ve beklentilere yanıt verecek istikrarlı bir hükümet
kurulamamış, acil görevleri dahi yerine getirememiştir. Bu geçiş süreci içinde
oluşan boşlukta darbe koşulları oluşmuştu... Darbe, başka darbenin yolunu
açacak ve bir parti devletine dönüşün önündeki tüm engeller kalkacaktı…
“Kahrolsun istibdat,
yaşasın hürriyet!”
İttihat ve
Terakki Partisi iktidarı döneminde (23 Ocak
1913 – 1 Kasım 1918 ) “hürriyet”
için çıkılan yol, kısa sürede parti devleti kimliğine bürünerek geçmiş
“istibdat” dönemini aratmayacak şekilde zulüm ve baskının sıradanlaştığı zamana
döndü. Ülke üzerindeki karanlık parçalanmadan yeniden karanlık iktidarını ilan
etmişti.
Olağanüstü
koşulda yaşayan bir ülkede gerilim hiç bitmeyecek, açılan savaş cepheleri
arasında kadrolar sorunu çözmek yerine sorunun üzerini örtmek ile uğraşır
olmuştu… Sorun düşman yaratılarak örtülecekti, düşmanda yaratıldı… Bahaneler
hazırdı, uluslaşma sürecinde olan halklar, ülkeyi parçalayarak küçültürken,
kalan gayrimüslimler üzerindeki kuşku, nefret söylemine sıçramış, öfke kısa
sürede dünyadaki gelişmeleri göz önüne alınarak linç ve yok etmeye dönüşecekti…
Bir arada yaşayanlar artık bir arada yaşayamayacak konuma gelmişti, karşılıklı
ekilen düşmanlık tohumları ülkenin her karış toprağında boy veriyordu.
Darbe ile
iktidara gelenler, savaş sonucunda yenilmiş ülkenin savaş gemisi ile ülkeden
ayrılıyordu... İktidarda oldukları şehir kısa sürede işgal edilecek ve savaş
suçları mahkemesi kurulacak, yurtdışına gidemeyenler o mahkeme tarafından
yargılanacak ve hükümler verilecekti… Savaşın kaybedeni hesap verir kuralı
işliyordu ama savaşa ortaklık edenler kendilerine dokunacak tarafına geldiğinde
hesap orada kesiliyor ve tarih nasıl olması gerekiyorsa öyle olması için ortam
yaratılıyordu, Avrupa’da oluşan “Türk Sorunu” çözmek yenen devletlerin
planlarına uygun olarak uygulamaya konulacaktı…
Parti
diktatörlüğü, partinin kuruluş amacından uzaklaşarak koşulların zorlaması ile
bir anlamda tek lidere bağlı, önünü görmeyen, hatasını kabul etmeyen, her şeyi
“halkın iyiliğini düşündüğünü” söyleyerek toplum içinde çatışmayı körükleyen
konumdadır. Bu düzende var olan istikrarlı yaşamı ve alışkanlıkları parçalayan
ve oluşan atmosferde belirsizlikler içinde yaratılan düşmanlar ile çatışan
konumda olurlar. Yaratılan bu atmosferin devamı için o düzeni ayakta
tutmak için her türlü baskıyı hak gören, her yaptıklarına yasalara uydurmak adına
her kararlarını meclisten geçirenlerin oluşturmuş olduğu parti diktatörlüğü
yakın tarihimizde sanki hiç yaşanmamış gibi yeniden yeniden hayatımızın bir
parçası olmaktadır…
Osmanlı
devleti savaştan yenik çıkmıştır ve işgale uğrayan başkenti kadar hükümdarlığı
kalmıştır. Tarih, bize düşünme ve yaşananları gerçek anlamda yüzleşmek için
geniş bir zaman bırakmamıştır.
Savaşı
güçlüler çıkarır ve istedikleri sonucu alana kadar devam ettirir…
Bizler
emperyalist devletlerin gözlemi ve izin verdiği sınırlar içinde cepheden
cepheye koşarken cepheler arasında kaçan askerlerin ülkesine dönüşmesi ile
sonuçlanan bir dağılma ve toparlanma süreci içinde olayların peşi sıra koştuk…
Tarih,
yaşanırken o yaşananlar hakkında sonuç çıkarmamıza izin vermez, çünkü bitmemiş
olayın sonucu olmaz…
Kazananların
belirlediği tarih algısı içinde bizlerde kendi tarihimizi öğrendik. Onların
çıkarlarına uygun olarak yaşananları yeniden yeniden yorumladık, çünkü bizler
tarihten ders çıkarmak yerine tarihten güç alan ve ona dayanarak “yeniden”
devlet olmak için yapılandık… Oluşturulan yeni devlet, elbette var olan
devletin devamı olacaktı. Ondan alınan miras geçmişin eleştirisi değil
restorasyonu olacaktı…
Tarih bizlere
çok şey anlatır ama kazananların ve iktidarda olanların oluşturduğu tarihi
doğru kabul edersek, tarihten fazla bir şey öğrenemeyiz, çünkü kazanan tarihi
kendisine göre yazdırmıştır ve kendi zaferini kutlarken her olayda ihtiyaca
uygun kahramanlar çıkarır ve o kahramanlık destanları arasında resmi tarih
algısını yaratılır…
Tek adam
rejimi ya da tek parti diktatörlüğünün bizi nerelere sürüklediği tarihi
yıkıntılar içinde durmaktadır. Bizler o yıkıntılar içinde kahramanlık
hikayelerini yazarlara, şairlere yazdırırken, aslında geçmiş ile yüzleşmek
yerine geçmişin üzerini örtmeyi bilinçli seçtik. Geçmişimiz ile
yüzleşemediğimiz için benzer koşullar oluştuğunda tarih sanki tekerrür ediyor
hissine kapılırız… Tarih, geri kalmış toplumlar için tekerrür ediyor hissini
veren sürekli bir biri ile benzer nedenler ile çatışan kesimlerin bitmeyen
çıkmaz sokak kavgası içindedir…
Bizler bir
daha asla, bir daha tek adam rejimi altında yaşamak istemiyoruz demek için
zaman zaman meydanlarda haykırıyoruz ve sesimiz o meydanda kalıyor ama
yankısını toplum içinde bulmuyor. Çünkü bizler yüzleşmek yerine hep örtmeyi
seçtik. Sorunlar ile yüzleşmek demek onun ile hesaplaşmak ve o hesaplaşma
sonucunda bir takım sonuçlar çıkarmak demektir… Her sonuç yasal düzenleme
demektir, çünkü hukuk bu yüzleşme sonucunda oluşan adalet kavramının metne
dönüşmesidir. “Bir daha asla” demenin birincil koşulu, o yüzleştiğimiz ortamın
tamamen ortadan kaldırılmasıdır…
Tarih
tekerrür etmeyecek, biz değiştireceğiz!
Bizim
demokrasi serüvenimiz yeni oluşturulan devlet içinde de devam etmiştir, birçok
deneyim yaşanmıştır ve her deneyim acı ve kanlı sonuçları olmuştur. Kendisini
korumak isteyen ve “halkın iyiliğini düşünen” iktidar/ rejim her girişimi ve
tek adama karşı gelişi “rejime karşı” saldırı olarak görmüş ve zor ile
yok etmiştir… Ancak kendi belirlediği sınırlar içinde kendi anladığı
demokrasiye izin vermiştir.
"Yeni
bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur"
Dünyada
gelişmeler 2. Dünya savaşı sonrası hızlanmış, yeni kurulan devletler ile
oluşturulan Birleşmiş Milletler ile bu yeni dünya düzeninde Türkiye’de yerini
almak istemiştir. Yer almanın koşullu daha önce denenmiş çok partili bir
düzendir… Demokrasi yenidünyanın simgesidir, sözde de olsa görecelide olsa
demokrasi “yenidünyada” olması gereklidir. Seçimler çok partili bir şekilde
yapılacaktır…
“Yeter, söz
milletin!” Sözü ile iktidara gelenlerin zaman içinde söz birkaç siyasetçinin
dudaklarının arasına sıkıştı ve ülke bir girdabın içinde darbe koşulu oluşmaya
başladı.
Hürriyet
içinde gelenler yine demokrasiyi ve ülkeyi savunduğunu söyleyen ve devletin
bekası için “halkın iyiliği için” darbe ile iktidarı yıkacaktır.
Ülkede
demokrasi arayışı teamüllere uygun olarak askeri darbeler ile yok ettiler…
Bizler,
darbelerde diktatörlerde karşıyız!
Darbeler
ülkemizde bir istikrar unsuru olarak sunulmuştur, aslında darbeler ülkemizde
yaşayan halkları birbirine düşman kılmaktan başka işlevi olmamıştır… 1960
darbesi ile “Türk Milleti” kavramı anayasa girmiş, onun adına karar verir olmuş
mahkemeler, o karar ile Denizler idam edilmiştir… 12 Eylül’de yine Türkçe
konuşmak zorunlu koşulmuş, bilinmeyen diller ile konuşmak yasaklanmıştır.
Türkçe bilmeyen ama ana dili farklı olan ana ile oğlunun konuşması cezaevinde
açık görüşte konuşması yasaklanmıştır…
Darbelerin
asıl amacı sermaye sahiplerinin gülmesi, emeği ile geçinenlerin kazandığı
haklarının elinden alınmasıdır…
Tarih ile
yüzleşmek için önümüzde bir şans belirmiştir, fakat resmi devlet tarihi bakış
açısı ile geçmişle yüzleşemez.
Yeni bir
seçim sürecindeyiz, 2. Meşrutiyet döneminde iktidara gelenlerin oluşturmuş
olduğu göreceli bir demokrasiye geçiş aşamasındayız. Bizler tarihten iyi ders
çıkarabilirsek var olan iktidarın ayrımcı ve cepheleştirici politikasını
elimizin tersi ile itekleyip yeni bir tarihi sürecin kapısını aralayabiliriz.
Önümüzdeki
seçimde otokrasiden gerçek anlamda demokrasiye geçilecek mi yoksa tarih
yine “tekerrür” mü edecek?
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.