Kelimeler vücut bulduğunda tiyatro olur...
Tarihin kırılma noktalarını anlatan eserler genelde zamanın da durduğu ve
olayların örgüsü bütün zamanlara uyarlanacak gibidir. İnsan tepkisi, kriz koşullarında
bireyin savrulması, kaosun içinde çaresizlik ve çıkış yollarının aranmasının
zamanı yok gibidir. Birbirine benzer ya da anımsatan zamanlarda hep o geçmişin
duygusu yeniden canlanır, benzer tepkiler verilir olur. Bireyler değişmiştir
ama olayın akışı sanki aynı dere yatağından akan su gibidir.
İvan SergeyeviçTurgenyev, nihilizmin öznelinde tartıştığı ama bir geçiş ya da
kırılma anının romanı olan Babalar ve Oğullar Nesrin Kazankaya çevirisi ile
yine çevirenin uyarlaması ve yönetmesi ile sahnede kelimelerin vücut bulmuş
haline şahitlik ettim.
Romanın geçtiği dönem, köylülerin yaşamını olduğu gibi değiştirdiği bir
süreçtir, aynı zamanda yaşanan bir pandemi söz konusudur… Tam teşhis
konulamamış hastalık yüzünden ölen insanlar vardır. Geleneksel ilişkilerin
parçalanması, aristokrasinin hayal kırıklı ve geçmişe özlem bir aşk ile
simgeleştiği bir süreç. Yükselmekte olan burjuvazinin köy yaşamına etkisi de
üstü kapalı olarak sunulur. Romanda reformist akımla, radikal akımın
çatışmasından oluşan nihilizmi vurgular.
Bazarov, nihilizmi savunan bir tıp öğrencisidir. Okuduğu okulda dergi
çıkarmakta, o konuda donanımlıdır. İnanıyor ve inancına uygun geleneksel
ilişkilere karşı tepkiseldir. Başkaldırının ve burjuva yaşamının üstü kapalı
temsilcisidir. Burjuvazi feodal düzende oluşan tüm ilişikleri radikal biçimde
yıkarken yerine yeni yaşamında oluşturmuyor, zamanın içinde çelişkiler içinde
oluşumuna tanıklık ediyoruz. Çelişki, çatışmanın bir yansımasıdır. Barış
Yalçınsoy bu çatışmayı o kadar güzel bir şekilde yaşıyor ki, gerek mimikleri,
gerek davranışı, tepkisel duruşunu vücudunun diline yansıttığını görüyoruz…
Gerginlik, geçmişten gelen alışkanlıklar, babasının mesleğini devam ettirecek
olan tıbbı eğitimi, evinden uzakta yaşadığı üç yıl ve şehir yaşamının yani
burjuvazinin hakim olduğu şehirden köye bakışı ve o küçümsemesi oyun içinde
mükemmel olarak yaşatıyor.
Bazarov’un yol arkadaşı, köyünde ağırlayan Arkadiy ise arkadaşından etkilenmiş
ama onun kadar tepkisel değildir, hala feodal sistemin izlerini üzerinde
taşırken, geleneklere karşı saygılıdır. Onu yıkmak yerine olduğu gibi kabul
etmiştir, arkadaşının yanında tepkisel olarak vücut dilini kullanırken, aslında
duygusal olarak kopamadığı mahcubiyeti yaşamaktadır. Doruk Akçiçek bu rolü o
kadar rahat içselleştirmiş ki, her anında, o zamanın yok olduğu, genç bir
erkeğin eş arayışı, karşı cinse duyduğu ilginin o geleneksel duruşu yansıtması
ile romanın içinden çıkan kelimeler vücut bulduğunu görmekteyiz…
Nikolay Kirsanov, feodal dönemi temsil eden babadır. Değişim köylüler ile olan
ilişkinin bozulması ve köylülerden beklentisinin yerine getirmemesinden
kaynaklanan ekonomik kriz yaşamıştır. Eşi ölmüştür ama yanında yaşayan genç bir
kadın ile ilişkiye geçmiş ve ondan bebeği olmuştur. Oğlundan bu durumu saklamıştır,
köye döndüğünde uygun bir dil ile durumu anlatmayı isteyen mahcup bir babadır.
Feodal düzenin iyi eğitim almış toprak sahibi olmasını çaldığı piyano,
söylediği şarkılar ile seyirciye kendisinin konumunu tam anlatmaktadır. Oğlunun
gelişi onun oluşturmuş olduğu düzenin sarsılması anlamındadır ve o sarsılmayı
en az hasarla yok etmenin telaşı içindedir. Murat Göksu role öyle bir hayat
veriyor ki, sanki doğal bir şey yaşıyormuş gibidir. Gizli aşk yaşadığı cariye
mi diyelim, sığınmış kadını tacizi mi diye okuyalım nasıl okursak okuyalım
efendisinin yanında kaderine boyun eğmiş bir eşin kocasıdır. Feniçka
Nikolayevna çaresizdir, ere karşı saygılıdır, efendisine hayrandır ve onun
piyano ile seslendirdiği özel anlarda sesine ses katandır. Çekingendir,
yaşadığı anının mahcubiyeti ve o ilişkinin ürünü olan çocuğunu kucağında
dolaşırken bir anlamda çocuğu günahın bir son ürünüdür… Sevgi doludur ve
yaşadıklarına boyun eğmiştir. Burçin Özkaya bu role öyle bir anlam yüklemiş ki,
feodal düzende kadının rolünü Turgenyev’in kafasında canlandırdığı ile eş değer
gibi geliyor bana… Hep arka fondaymış gibi sunulur ama öyle bir an gelir ki,
erkeklerinde gözünün üstünde olduğunu bilir ve ona göre kılık kıyafetini
düzeltir… Nikolay’ın kardeşinin Pavel’in (Barış Çakmak) uğruna her şeyi feda
ettiği sevgilisinin görünümü gibidir. Her anı, her hareketi Pavel’e peşinden
koştuğu sevgilinin sonsuz anıdır. Hatta öyle bir tutku ki, uğruna ölüme alacak
şekildedir. Sabahın ilk ışıklarında ölümün teğet geçtiği anın düellonun ana
sebebidir. Geçmişin şimdiki zamanın komik anıdır. Trajik - komik durum bir
kurşun yarası ile kalp yarasının üzerinde oluşan irinin boşalması ve durumu
olduğu gibi kabul etmesinin nedenidir düello… Barış Çakmak, gerek geleneksel
düşünce yapısı, gerek feodal düzenin romantizmini üzerinde taşıyan ve nihilist
yani hiçlik kavramı ile çatışmaya giren romantik biridir. Henüz sığındığı
kardeşinin yerinde mutlu olamamıştır. Bir beklenti içinde yaşamakta ve zamanın
boşluğunda sallanmaktadır… O boşluk Barış Çakmak görünüşünde kendisini ortaya
koymaktadır. Akılcıdır ve yaşanan değişimin farkındadır ve çaresizdir.
Her feodal beyinin yanında bir uşak vardır ve genelde polisiye romanlarda katil
olarak sunulur! Piyotr (Ahmet Taşdemir) oyun boyunca görevi sahnenin akışını
organize etmektir. Sahneye giriş çıkışlar ve sahne üzerinde oluşan elma
parçalarını toplarken, masayı düzenlerken veya masadan bir şeyler alınırken,
kurbağa toplamak ve kurbağa için ekrana yansıyan bahçe içinde Bazarov’a yol
arkadaşlığı yapandır. Oyunun bir anlamda orta direğidir, fakat seyirci onu hep
birkaç cümle sahnede bir şeyler söyleyen uşak olarak görmektedir. Şimdi
diyeceksiniz ki, peki Anna Sergeyevna Odintsova nerede duruyor? O zengin bir
ailede doğmuş, fakirliğin içine düşmüş, yine zengin bir adam ile evlenmiş eski
yaşamına kavuşmuş ama evlendiği yaşlı eşinin ölümü üzerine yeniden yalnız ve
kardeşi ile yaşayan kadın rolüne düşmüş biridir. Sahip olduğu çiftliği işleten
ve onun sorunlarına kendisi gibi toprak sahibi olan Nikolay ile çare arayandır.
Bir anlamda geçmişin yıkıntıları arasında yıkıntıdan sağ çıkmış ilişkinin
yaşayanlardır. Bahar Karaoğlu bu romanın içinde geçmiş ile şimdiki zamanın
çatışmanın içinde ince bir çizgide durmaktadır. Geçmiş ile bugünün çatışması
Bazarov’a duyulan ilgi ve gizliden başlayan bir aşkın izdüşümüdür. Bazarov’un
babasına ziyareti ve orada kaptığı veba/ tifüs ile sona doğru yürüyüşünün son
sesidir. Geleneksel olan ile yeni olanın çatışmasının korumasız anın
sembolüdür. Nihilizmin bir anlamda çatışmasıdır. Geçmiş birikimin bir kırılma
anında yeni olan yüzleşmesi… Bahar Karaoğlu bu geçişin o anın direnişini, zor
ile hayal kırıklarını bir tarafa atmadan üzerinde taşıdığı yük ile seyircisinin
karşısına çıkmaktadır. Üzerine aldığı rolü o kadar başarılı bir şekilde sunar
ki, seyirci sanki olması gereken buymuş gibi kabul eder ve izler. O haritaların
başında içsel çatışmasının ani bir öpüşme sahnesine dönen anın patlamasına
şahitlik eder. Bazarov’un saklayamadığı aşkını ve iç çatışmasını artık
saklayacak gücü yoktur, Bazarov yalnız değildir, her şeyi bastıran Odintsova o
zırhının parçalandığını seyirci tüm çıplaklığı ile görür… O an sonun
başlangıcıdır bir anlamda, belki de sonun son sözdür…
Zamanın içinde zamanı taşıyandır Odintsova’ın kız kardeşi… Katya Lokteva
kulağında bugünkü gençlerin kullandığı kulaklık ve pateni ile zamanın içinde
zamanı parçalamaktadır. Dönemin trajik komik olaylarının içindedir. Zamanın
taşındığı anda hareketler biçimsel değişim olsa da özde aynıdır… Beyza Baş bir
anlamda hem güzel, hem hareketli, hem özlem dolu hem de ergendir… Hem ilişkiye
açıktır hem de ukalaca elinin tersi ile iteklemektedir. Arkadiy ilk görüşte
aşık olmuştur. Savunduğu nihilist düşüncenin çok dışına düşmüş ve arkadaşı ile
ilişkinin çatışma noktasına taşımıştır… Beyza Başrolünü öyle bir sunar ki
1800’li yıllar 2023’lere taşınmıştır ama seyirci bu taşınmayı kafasında bile
sorgulamaz. Oyunun öyküsü zamanın içinde hareket etmektedir, tıpkı patenleri
ile piyanonun eşliğinde çalan müziğin notlarının dansı gibi… Arkadiy ile
yaşadığı dolu dolu anlar onları baba ve oğlu bir nikah masasında birleştirir.
Öykümüz burada bitiyor diye düşünebilirsiniz, elbette bitmiyor, oyuna gidin ve
sonunu siz görün derim, peki bu kadar karakterler üzerine yaptığımız
değerlendirme oyunun bir tiyatro eseri olmasına sebep olan sahne ve üzerinde
yaşananları göz ardı etmemize sebep olabilir mi? Elbette olmaz, çünkü tiyatro
bir sahnede gerçekleşir. Sahne olmadan tiyatro olmaz, tıpkı seyirci olmadan
olamayacağı gibi… Seyirciye yani bize bu romanın nasıl oldu da bir tiyatro eserine
dönüştüğünü anlatan sahneye bakmamız gereklidir.
Oyun önce masa başında hayat bulur, sonra oyuncular o cümlelere can verir,
sonra sahne üzerinde seyirciye ulaştıracak olan ışık oluşturulur, ışığın takip
edeceği kostüm, dekor, müzik… Bunlardan biri olmazsa seyirci onu bir tiyatro
eseri olarak görür mü? Bir metin tiyatro eserinin ilk adımıdır, metin sayfalar
arasında kaldığı sürece metin olarak orada durur, bir gün bir yönetmenin
kendisini keşfetmesini bekler. Sahnede nefes alan metindir tiyatro… Bir roman,
üstelik kaç defa okuduğumu unuttuğum bir romanın tiyatroya uyarlanmış halini
görmek farklı bir deneyim oldu benim için… Satır satır elbette roman sahneye
taşınmaz, yönetmen ve onun akışını düzenleyen dramaturgun ortak karar vermesi
ile uzun ve en sancılı süreç başlamıştır… Roman bire bir sahneye ya da beyaz
perdeye yansımaz, çünkü yazan ile yorumlayan arasında duruş ve bakış açısı
farkı vardır ve bizler o farkı yaşadığımız için kafamızın içinde sorular
oluşur… Bir şeyin başarılı olduğunu sonucunda yaşadığımız duygusal
çatışmadır...
Yönetmen sahneyi düzenlerken “T” harfinin kullanmıştır. Bahçeye açılan ağaçlar
ile oluşan yok, sahnenin sol ve sağında duran piyano ve masa… Oyuncuların
hareket alanı ve seyircinin görüş alanı iyi tespit edilmiştir. Gerçi benim gibi
küçük boylu biri uzun boylu bir seyircinin arkasına oturunca sağa sola dönerken
bir fizik aktivitesi yapması olağandır… İyi ki uzun boylu seyirci çok hareket
etmedi… Işık oyun akışına uygun karadı ve aydınlandı, müzik ışığa uyumlu bir
şekilde dans ediyor gibiydi. Kostümler ve dekor oyuncuların hareket alanın
genişletirken, paten ve motor kaskı ile zamanın kıvrıldığına şahitlik ettik…
Umarım bu oyun Turgenyev’in etkilediği roman yazarları gibi bizde de tiyatro
yönetmenlerine etki yapar ve buna benzer yeni yorumları sahnemizde göre
olanağımız olur…
İsmail Cem Özkan
Babalar ve Oğullar
Yazan: İvan Sergeyeviç Turgenyev
Çeviren-Uyarlayan-Yöneten: Nesrin Kazankaya
Dramaturgi: Şafak Eruyar
Dekor-Kostüm: Cemre Bulak
Video Tasarım: İlkim Üskent
Işık: Önder Ay
Oynayanlar:
Nikolay: Murat Göksu
Bazarov: Barış Yalçınsoy
Pavel: Barış Çakmak
Anna: Bahar Karaoğlu
Arkadiy: Doruk Akçiçek
Feniçka: Burçin Özkaya
Katya: Beyza Baş
Piyotr: Ahmet Taşdemir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.