Acının hep bir
öyküsü vardır...
Her olay bir
şeyleri tetikler, bir arkadaşımızın aramızdan ayrılması bende Almanya günlerine
kabaca değinme ihtiyacı çıkardı, içimde kalacağına yazayım dedim!
Bir işçi şehrini
adını anarken aslında Köln, Dortmund, Berlin, Hamburg’unda pek farklı
olmadığını biliyorum… Yabancılar, yabancılar ile iç içe yaşadığı zaman daha
rahattır ve kendilerini daha rahat ifade eder. Alman devlet politikası da zaten
yabancıları yabancıların arasında yaşamasını uygun görmüştür. Resmi bir
bildirim yoktur ama uygulama bunu sürekli sessizce vurgular ve altını çizer.
Duisburg bir
işçi şehridir, Hollanda sınırına doğru, madenlerin son şehri gibidir. Ruhr
bölgesinin sanayi devrimin her türlü pisliğini, acısını, katliamını, alın teri
mücadelesini yaşandığı Ruhr havasının batı kapısıdır. İşçi sınıfının olduğu
yerde devrimcilerin olması doğaldır. Bizim devrimcilerimiz Duisburg şehrinin
Marxloh bölgesi dediğime bakmayın açıkça getto olarak tanımlayacağım yerde
yaşar... Orada Türkiye sol hareketinden her rengini bulabilirsiniz, hatta
matbaasından, derneğine, kültür evinden yerel lezzetin olduğu esnaf lokantasına
kadar...
Sol ile ilgisi
olanın, gönlü bir yerde atanların bir yerde bir araya gelmesi tesadüfi
değildir. Bir dernek, bir arkadaş çeker, alır onu başka şehirlere taşır...
Benim ile aynı dünya görüşüne sahip, aynı geçmişin farklı mekanlarında
yaşamışların gurbet elinde buluşma noktalarından biri Marxloh’daki dernek
olmuştur... Oranın tarihini orada yaşayanlar yazacaktır belki bir gün ama ben
en azından giriş yapayım!
12 Eylül olmuş,
12 Eylül ile birlikte Avrupa çapında solda güçlenmiş, gelenler ile hareketlilik
ütopyaların konuşulduğu, hayata geçirmek için neler yapılacağı tartışıldığı,
ülkede olanlara karşı protestolar düzenlenerek Avrupa kamuoyunun harekete
geçirilmeye çalışıldığı birçok etkinlik olmuş. Elbette darbeci generallerde boş
durmamıştır bu sırada, taviz üzerine taviz vererek Almanya'da yaşayan işçilerin
haklarından eleştiri almam karşılığından vaz geçilmiştir. Yeter ki Avrupa
darbecileri eleştirmesin! NATO destekli darbenin NATO üyeleri içinde
eleştirilmesi hoş karşılanmazdı ama bunu da fırsata çeviren hükümetlerde olmuş,
Türklere verilmiş olan haklar bir bir emekçilerin elinden alınmış ve Avrupa’ya
göç bir anamda sınırlandırılmıştır. 1961 yılında başlayan göç ve haklar
1980 darbesi ele geçen fırsat sınırlandırılmakla kalmamış birçok hakta elden
avuçtan alınmıştır. Haklar elden alınırken öte yandan iltica teşvik edilmiş ve ilticacı
gelenler birçok hakka kavuşmuştur. İlticacı ile işçi olarak gelen
arasında bir haklar konusunda ayrışma yaşanmıştır. İltica yolu açılınca
Türkiye’de kendisini tehlikede gören veya gördüğüne inananlar bu yolu
kullanarak Avrupa'da Türk nüfusu artışına gitmiştir… Avrupa için Türkiye’den
gelen herkes Türk’tür! Ayrımı zaman içinde öğrenecektir ama onlar için
genelleme yapması ve ona göre politika üretmesini değiştirmemiştir. Ayrım
Türkiye’nin iç sorundur!
Siyasi mücadele
zaman içinde ekonomik mücadeleye dönüşmeye başlamıştır. Ekonomik mücadele öyle
hemen olmamıştır, liberal dalganın Avrupa'da gettolarda yaşayanları vurması ve
benimsetmesi çok uzun sürmemiştir… 80’li yılların ilk yıllarında olduğu gibi
kitlesel eylemler zaman içinde azalmaya başlamış, ülkeye gidip gelenlerin
yenilgiyi içselleştiresi ile burada yaşam kurma fikri ağır basmıştır. Zengin
olmak, rahat yaşamak, evlilik yuva kurmak fikri ile iltica yolu artık suistimal
edilecek boyuta gelmiştir. Mücadele ile ilgisi olmayanların iltica başvuruları hazırlanan
dernekler, bürolar kurulmaya başlamış ve iltica işi bir sermaye işine
döndürülmüştür. İlticası ret edilenler için para karşılığında evlilik ya da zor
ile evlilik kavramları işin içine girmiştir…
Siyasetin
bıraktığı boşluk doluyordu…
Devrimci
mücadele edenler tercihleri değişiyor, hayata bakışlarında farklılıklar
oluşurken geçmiş ile hesaplaşma ve ayrışmalar ya da birleşmeler olurken,
oluşturulan cephe gibi kavramlarda sol içi işlenen siyasi cinayetler ile
parçalanıyordu… Generallerin istediği bir muhalefetsiz ya da kontrol
edilebilecek kadar muhalefetin oluşma süreci yaşanmaya başlamıştır… Avrupa'da
Türk nüfusunun artması Türk lobi faaliyeti yapacak kadar etkili bir siyasi
ağırlığın oluşması anlamına geliyordu… Lobi gibi siyasi oluşumları en iyi
yapacak kapasitede olanlar ise “vatansever/ yurtsever Türk” solcularından
oluşması tesadüfi değildir. Onlar mücadele ettikleri ülkenin çıkarını savunan
lobi dernekleri, kurumları kurmaya başladılar. Türk toplumu adı verilen bu
oluşumlar zaman içinde eskiden solcu şimdilerde ise Türk konsolosluğu ile ortak
projeler üreten ve Türkiye'nin çıkarını savunan oluşumlara doğru eğildi. Bu
eğilim Almanya'da bulunan tüm siyasi partiler içinde örgütlenmesi anlamına
geliyordu. Bugün Türkiye'nin istediği boyutta bir lobi kuruluşları oluşmasa da
en azından küçük çaplı da olsa lobi işi yapan kurumlar oluşmuştur. Türkiye'ye
karşı mücadele edenler Türk işverenleri için çıkarını koruyan para sahibi
profesyonel elemana dönüşmüştür. Solcuların önemli bölümü proje üreten ve projeler
ile hayatlarına yön verenler konuma gelmiştir.
Değişim
kaçınılmazdır, sürekli tekrarlanan bir söz vardır, “sen gelecek
planları yaparken, hayat da kendi planlarını yapıyor”.
Ülkede yenilen
devrimci hareketler, merkezi yapılarını dağıtırken, yeniden örgütlenmek için
zamana bırakılan ama yüzleşilemeyen an ve geçmişin tortuları ve oluşturduğu
dalgada Avrupa’da yaşan mültecileri de kucaklayacak ve inadına bir şey yapmak
isteyenlerin de şevkini kıracaktır. Göçmenlik tartışması ve Avrupa’da devrimcilik
tartışması diyerek ayrılanlar, bir biri ile yan yana gelmekten hoşlanmayanlar,
birbirinin hakkında dedikodu mekanizmasını işletenler bir anlamda liberal
dalganın gücü karşısında direnç noktalarının bir bir yıkıldığına şahitlik etmiş
ve bireyselleşme daha ağır basar olmuştur. Derneklere sadece Türkiye'den gelen
birinin mülteci dosyasını hazırlamak için uğranılan noktalar olmuş gibidir.
Profesyonel iltica yazıcılar, avukatlar, tercümanlar yeni bir pazarın oluşumuna
olanak vermiştir. Kitlesel eylemlerin yerini, küçük çaplı “vardık, varız, var
olmaya devam edeceğiz!” bayrakların sallandığı eylemlere bırakmıştır. İltica
için gelenler o bayraklar ve dövizlerin önünde fotoğraflar çekilip, iltica
dilekçesine konur hale gelmiştir…
Durgun suda
çürüme kaçınılmazdır ve hareketin olmadığı yerde çürüme tüm vücudu kaplamıştır…
Dağılmanın,
çürümenin olduğu zamanlarda Almanya'ya öğrenci olarak geldim… 12 Eylül sonrası
oluşan ve ilk sol dalga içinde yer aldığım ve her türlü baskıyı yaşadığım süreç
sonrası bende yurtdışına mülteci olarak değil, öğrenci olarak çıkmış, okulu
bitirir bitirmez ülkeme dönüp, “nerde kalmıştık” diyeceğim bir anlayış ile
geldim… Elbette kafada oluşan ile karşılaşılan arasında büyük bir uçurum vardı.
“Manzara-i
umumiye şöyleydi;” diye yazmayacağım elbette! Beklediğimi değil,
karşılaştığım zorlukları yaşadım. Yoldaşlığın yerini akrabalık, hemşericilik
almış, iş bulamaz, ev sorunu yaşandığı zamanda ev bulamaz, sığınacak yerim
olmadığı süreçleri yaşadım. Bir umut ile aynı dünya görüşümde olan arkadaşları
aradım, ayağım yere basana kadar dayanışmaya ihtiyacım, yol gösterenim olmasını
isterdim ama bunlardan uzak, mücadele içinde yaşadım, çok zaman kaybetmiştim,
çünkü ekonomisi düzgün olmayanın öğrenimi ve içselleştirmesi de o kadar zor
oluyor…
Bu zor
günlerimde Marxloh’da yaşayan arkadaşım Zülfü ile tanıştım, birlikte kötünün
iyi zamanı yaşarken bir arada olduk. Bir arada olmak, birlikte olmanın önemini
biliyorduk ama Avrupa’da yaşanmış ayrışma ve ayrışmanın getirmiş olduğu
tartışma ortamı içine almıyor dışlıyordu… Hangi tarafta yer alacağımı
bilemiyordum, yaşadığım şehir ile Duisburg çok uzaktı. Yakınımda olan “bizden”
biri var mı diye soruyordum ama yakınımda olanların daha fazla feodal ilişkinin
içinde bulduğumdan onlara bir türlü dahil olamıyordum…
Parası olmayan
devrimcinin, devrimciler arasında olmasının anlamı yoktur. Derneklerin parası
olana ihtiyacı vardır, parası olmayan onlara ağır geldiği süreç, para
getirecekse yatırım yapılır, mülteciliği aldığı an ilk birkaç sene bağış ve sonra
yabancılaşma! Kısaca kendi ayakta mücadelemi uzakta olan ailem ile
birlikte yapacaktım. Onların olağanüstü desteği sayesinde ayakta duracak kadar
bir alan açmış ve yürümeye başlamıştım… Ülkede yaşanan bir “tartışma süreci”
ile ayrılanların da bir arada olduğu, tüm kavgaların bir taraf edildiği tek bir
toplantı çağrısı oldu, muhteşem bir hava yaratılmıştı ama toplantı ilk
dakikalarından itibaren bu havanın çok çabuk dağıldığına şahitlik etmiştim.
Kazanılanı korumak ve yeni roller elde etme mücadelesi…
Ortak bir
geçmiş, ortak bir geleceği oluşturmuyordu…
Kartlar yeniden
karılıyor, yeni roller dağılıyordu. Yeni roller ülkede ayrışmaya uygun şekilde
oluyordu… Parası olan daha çok ziyaret edilen, geçmiş birikimi ve bilgisi
olanın ise görmezden geldiği bir süreç başlamıştı. Türk devleti gurbetçilere
nasıl yaklaşıyorsa devrimci hareketlerde gurbetçilere aynı pencereden
bakıyordu…
Ülkede
hareketin paraya ihtiyacı vardı, her yapılan toplantı bir anlamda para
toplanması anlamına geliyordu, dayanışma! Dayanışma öyle bir tarif edilmiştir
ki, “bakın bizim yarattığımız hareketten burada iltica gibi kavramlar ile
sermaye çevresi yarattınız, ödeyin diyetinizi” der gibidir. Ülkeden her gelen
parasını alıp giderken, “ayar” vermeyi de unutmuyordu! Kısaca alanda memnun,
verende memnun bir dönem yaşanıyor…
Yıllar sonra
Almanya’da sergi açmaya gittiğimde birçok arkadaşımı gördüm, onların evinde
kaldım. Onlar ile geçmişi, bugünkü duruşları ile onur duyuyorum, zor anımda
yanımda olan, bana iş bularak destek veren Wuppertal’den Nedim dostum,
Essen’den “Köylü” ve Rasim, Köln’den arkadaşlarım, Bochum’da Yavuz, Mustafa,
Ercan ve Dortmund’ta Zeki Koşan, Hidayet dostlarım ve üniversiteden
arkadaşlarım ile uzun yıllar orada yaşayarak orayı öğrendim… Birçok arkadaşım
şimdi aramızda değil, bazıları aramızdadır…
Selam olsun
birlikte olduğum adını yazmadığım tüm dostlarıma, selam olsun aramızda olmayan
güzel dostlarım.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.